Bir hekimin Suruç günlüğü
Niye geldiğini sorgularlar, bir türlü anlamazlar… Devletin resmiyeti tehdit eder seni,en iyi ihtimalle yok sayar. Sen ne kolluk gücü, ne gerilla, ne de yerli halktansındır. Hepsinin dışında ve herkesin içinde. Doktor Deniz Güvenç, gönüllü olarak gittiği Suruç’tan, savaş, insanlık ve umut izlenimlerini gün gün EVRENSEL PAZAR’ın sayfalarına döktü.

Dr. Deniz SEVİNÇ
Niye geldiğini sorgularlar, bir türlü anlamazlar… Devletin resmiyeti tehdit eder seni,en iyi ihtimalle yok sayar. Sen ne kolluk gücü, ne gerilla, ne de yerli halktansındır. Hepsinin dışında ve herkesin içinde. Doktor Deniz Güvenç, gönüllü olarak gittiği Suruç’tan, savaş, insanlık ve umut izlenimlerini gün gün EVRENSEL PAZAR’ın sayfalarına döktü.
10.10.2014
Hastanede sabaha karşı özel harekat baskını ile tüm sağlıkçılar sıraya dizilerek hareket edenin vurulacağı söyleniyor. İçeri girilerek bir hasta götürülüyor. Hastane personeline korku salarak gidiyorlar, özel harekat polisleri...
Hastaneyi biraz anlatayım… 50 yataklı küçük bir hastane, bahçede çadırlar içinde sedyelerde hastalar takip ediliyor, gönüllüler çalışıyor. Hastane yönetiminin tavrı genel olarak nötr. Gönüllü hekimler yokmuş gibi davranıyorlar ama çalışmalarına engel de olmuyorlar. Ancak ihtiyaçlar karşısında en ufak bir müsbet telaş da göstermiyorlar. Sanki her şey rutin ve yolunda gidiyormuş gibi ihtiyaçlara yaklaşımları.
MUĞLALI TÜRK’ÜN KÜRT SEVDASI?
Hastane personeli uzun zamandır yıpratıcı bir çalışma içinde olsa da genel olarak son derece dirayetli ve kimsenin yakınması yok, ellerinden geleni canla başla yapıyorlar. Gönüllüler genellikle çevre illerden gelen sağlık çalışanları. İlginç bir şekilde İstanbul gibi uzak illerden gelenlerin de hepsi Kürt. Benim Muğlalı bir Türk olmam, onlar için çok şaşırtıcı bir durum oldu. Hatta Urfa’dan beni Suruç’a getiren genç ‘Hocam Kürt sevdası nereden kaynaklanıyor’ diye sordu. Benim, eşimin ya da ailemden birilerinin Kürt olduğunu düşünerek aslında bunu soruyordu. ‘Bu Kürt sevdası değil, herkesin insan olduğunu bilmekten dolayı’ dediğimde uzun süre susarak karşıladı cevabımı, sonra muhabbete devam ettik.
Gündüz saatlerinde yaralı transferi zor da olsa yapılıyor ancak hava karardığı andan itibaren yaralılar sınırda tutuluyor ve bekletiliyor. Bir gün evvel bekleme nedeniyle 4 hastadan 3’ü hayatını kaybetmiş. Bir doktor sınırdan hasta transferi yapan ekipte çalışırken sınırda bugün asker tarafından tehdit edildi. “Sen bir daha buraya gelme” diyorlar. Bu nedenle ambulans ekibine katılamadı.
SURUÇ İÇİNDE SALGIN KORKUSU
Suruç içinde boş belediye alanlarında küçük çadır kentler kurulmuş. Çok da sıhhi olmadıkları ortada ama içinde insanlar barınıyorlar işte. Kesinlikle hava şartları değiştiğinde hayat çok daha zor olacak. Sivil toplum örgütleri bu alanlara küçük seyyar sağlık çadırları kurmuşlar, gönüllü sağlık çalışanları genel sağlık hizmeti vermeye çalışıyor. Ancak hastane doktorları önümüzdeki kısa zaman içinde bu alanlarda salgın hastalıklar bekliyor, özellikle çocukların çok olması tehlikeyi daha da arttırıyor. Göçle gelenlerin bir kısmı da bu çadırlarda kalmak istemiyormuş, dışarıda, sokakta ve boş alanlarda kalan çok sayıda insan var. Benim tahminim bir takım korkulardan dolayı kalmıyorlar, hedef olma korkuları olabilir.
Bu çadırlarda yaşayan Kobanêli hamile bir kadın hastaneye geliyor, yanında iki küçük çocuğu ile hastalıkları nedeniyle başvuruyorlar. Aynı anda da Kobane’den yaralıların acile girişi yapılıyor. Birden kadın “Kızım kızım” diye bağırıp ağlamaya başlıyor. Herkes birden çocuklarına bakıyor “Acaba noldu?” diye, yardımcı olmak için yanına gidiyorlar. Çocuklarda bir olağanüstülük yok. Acaba karnındaki bebekten mi bahsediyor? Karnında taşıdığından, ellerinden tutup hastaneye koştuğundan değil feryadı. Önünden geçen YPG’li yaralılar arasında büyük kızını görüyor. Kızı kurtarılıyor ve Urfa’ya sevk ediliyor.
Buralarda yaşamayanlara çok yabancı gelecek bir rutin var hastane bahçesinde. Yaralı taşıyan ambulanslar gelmeye başlayınca göç eden halktan birtakım insanlar hastane bahçesine doluşuyor. Yaralıların kim olduğunu görmeye çalışıyorlar. Ya kızı, oğlu, eşi, dostu ya da akrabası olabilir çünkü gelen.
11.10.2014
Bugün yine sakin görünen ama üstü örtülü bir tedirginlikle bahçede bekleyenler oldu. Dün gece sabaha kadar, zaman zaman uyandığımda seslerini uzaktan duyduğum hava bombardımanı sürdü. Artık bombardımanın arttığını ve etkili olduğunu söylüyorlar. Nitekim sabahtan öğleye kadar gelen yaralı olmadı, bu çok memnun edici bir durum. Ama ilerleyen saatlerde ne olur bilemiyorum. Hastaneden az önce bir cenazeyi çok sayıda çocuğun da olduğu bir grup insan sloganlar eşliğinde götürdü. Çocukların yaşlarının küçüklüğü, daha oyun oynayan çocuklar gibi koşturan halleri ile slogan atan halleri inanılmaz çelişkiyi içinde barındırıyordu.
BİRAZ FOUCAULT BİRAZ NİETZSCHE
Her yerde olduğu gibi hastane bahçesinde insanlar tartışıyor, fikir üretiyor sürekli, kiminin koridor açılması önerileri üzerine tartışmaları oluyor, kenarından duyuyorum. “İnsanlar sınıra gidiyorlar, sınır boyunca bekliyorlar, onun yerine kendileri sınıra doğru insan koridoru yapsalar” diyenler bile oluyor. Ne kadar sivil ve insani öneriler olduğunu düşünüyorum birden, o kadar savaşın içinde hala sivil fikirler üretebilmelerine hayran kalıyorum. Eski belediye başkanı ve KCK davasından uzun süre hapis yatmış olan Ethem Bey ile hastanedeki konuşmalarımızda konu modernizm, pozitivizm, Foucault ve Nietzsche gibi içeriklere bürününce nerede olduğumu az kalsın unutacaktım.
Bugün havada toz bulutu var, sanki boğaza inen sis gibi, uzakları görmek mümkün olmuyor, kuru bir toz kokusuyla hissediliyor her an. Her sonbaharda Suriye’den rüzgarlarla çöllerin ve Ortadoğu’nun tozu gelirmiş buralara, bugün için ne kadar da ironik, havanın kokusu bile Ortadoğu’yu anlatıyor. Her yer toz duman...
KUM FIRTINASININ ARDINDANKİ SAVAŞ
Gün boyu, hastaneye gelen yaralılar azdı, Kobane’de çatışmalar az olmuştu. Herkesin yüzü gülmeye, konuşmalar muhabbet kıvamında olmaya başladı. Sanki savaş bitecekmiş gibi bir moral hali Verdi. Fırsat bu fırsat teknisyenimizle birlikte önce bir Suruçu gezelim dedik, göçen insanları görelim diye arabasıyla çıktık. Akşam üzeri sınıra doğru yola çıktık. Çok uzak değildi, 5-6 kilometre sanırım. Mürşitpınar’a belli bir mesafede yol kesiliyor. Etraf düzlük ve yer yer tepeliklerden oluşuyor. Rehberim bu tepeliklere “Dağ” dediğinde “Toroslar fena alınacak” cevabıma epey güldü. Tepelik yerden sanki elimi uzatsam şehre değerim sandım. Havadaki tozun yarattığı engele rağmen şehrin içindeki çatışmaları, batıdan doğuya doğru YPG roket atışlarını, IŞİD’in top atışlarını ve kara dumanıyla düşüşlerini takip edebiliyorduk. Ben ki televizyondan yapılan canlı savaş yayınlarına kızarken, bir savaşı burnunun dibinde barut kokusunu alacak kadar yakından izliyor olduğuma inanamadım bir süre. Öylece şaşkın bakakaldım.
Top ve roket seslerinin böldüğü bir sessizlik içinde seyrettik. Kum fırtınası arttıkça arttı, şehrin üzerini kapladı, top roket atışları sustu. Bizde ağır ağır, hala gördüklerine inanamamış şaşkın haldeyken ben, geriye döndük.
12.10.2014
Kollarımı bacaklarımı pireler yemiş galiba, iki gündür fena halde kaşınıyorum. Aslında yeni anladım durumu, hastalardan bulaştı haliyle.Yarın bir hal çaresine bakacağım.
Kobanê’de sivil kalmadı diyorlardı ama bugün yaralı siviller getirdiler. Yaklaşık 50-55 yaşında bir adam. Kurşunlar doku içinde, yanağından şarapnel parçası girmiş ama şansına ana vasküler yapılar sağlam. Adamcağız “Ben iyileşirim bir şeyim yok, ben geri döneceğim” diyormuş. O haliyle hala geri dönmek istiyordu. Bir başka adam, 70 yaş civarında. Havan topu yakınında patlamış, çok ciddi pneumotoraks kranialfasial travma yaşıyor. Sevk edilecek ama o hala sayıklıyordu nerdeyse benzer şeyleri. Dedik ki; “Kesin iyileşir koşa koşa çıkar bu amca eski toprak.”
Hava bombardımanın etkili olması nedeniyle daha az yaralı geliyor. Espri yapıyordu arkadaşlar, Kobanê sınırında “Biji Obama” sloganı atıyorlarmış diye. Epey güldük, tabii vaka az olunca moraller düzeliyor, espriler yapılmaya başlanıyor. Birlikte ağlamak, çalışmak kadar birlikte gülebilmek de önemli. Sabah bir bombalamada öyle büyük patlama oldu, ardından da havada siyah dumanlar görüldü. Kobanê çevresinde 3-4 saat kalmış dumanlar. Büyük bir cephanelik imha edilmiş dediler, sanki doğru gibi.
Bugün sabah İstanbul’dan yola çıkan hekimlerden barış köprüsü otobüsü geldi. Tabip Odası’ndan iyi niyetli, birçok sorunda gönülden çaba gösteren hekimler geldiler. Hastaneye uğradılar, 12 saat arasında kalıp sınırda basın açıklaması yapıp geri döndüler.
Gece 3:30. Yorgunum ancak uyuyacağım, gerisi kalsın, umarım sabah horoz vaktinde uyanmam yine. Anksiyete olunca uyanmak gerekmese de uykusuzluk peydah oluyor.
13.10.2014
Sabahleyin hastanede ve çevrede genel bir sakinlik vardı. Öğleye kadar rutin hastalara yardımcı olmaya çalıştım.Onlara yardımcı olurken de iyi ki buradayım dedim zaman zaman. Tüm sağlık alt yapısı küçük bir ilçe düzeyinde kurulmuş iken ciddi bir popülasyon ile karşı karşıyalar, yaşam koşulları soğukla birlikte ağırlaşacak, hastalık ve salgınlar olağan üstü artacak. Devlet tipik durumu ile sorunun yaşanmasını bekliyor.
Sakiniz filan diye hepimiz sevinirken birden birkaç ambulans birden girdi, Kobanê’den yaralı sivil insanlar geldi. IŞİD’in taktiklerinden biri, hayvanlara, köpeklere koyunlara patlayıcı madde bağlayarak canlı bomba haline getirmekmiş, benzer bir şekilde yaralanmış birkaç kişi vardı. Hele ki güzel gencecik bir kız geldi, önce durumu stabildi. Kobanê’deki revirde atel ve çok geniş sargı yapılmış. Her şey sakin sakin devam ediyordu. Ta ki sargıları açıncaya kadar. Manzara korkunçtu, patlamaların sonuçları ile karşılaştık ki, bir daha böyle şeyler hayatımda görmek istemiyorum. Hasta konuşabilir haldeyken bir anda arreste gitti (aniden kalbi ve solunumu durdu) ama cerrahın vasküler müdahaleleri ile toparlandı, durumu düzeldi ve sonra sevk edildi. Ancak amputasyondan (cerrahi yolla bir organın kesilmesi) başka şey kurtaramazdı. Rüyama girecek bir durum yaşadım.
ÇADIR MÜCADELESİ
Biz bunlarla uğraşırken çok lazımmış gibi bir de çadır krizi çıktı. Bahçede servis gibi kurulmuş çadırlarda hastalar yatıyordu. Sağlık müdürlüğü çadırlar kaldırılacak demiş. “Peki hastalar n’olacak” deniyor, cevap tek: “Çadırlar kalkacak.” “Nasıl yani, çözüm?” Yok! “Nerden çıktı bu durum, neden?” Cevap, Çadırlar- filanca birlik diye unuttum adını- bir yere lazımmış, oraya kurulacakmış. Mantığı sorgulanmaması beklenen tipik devlet idaresi ile muhatap olduğumuzu unutmamamız gerekiyordu elbette. O anda mümkün olsa benim uçan tekmelerden birini atasım geldi. Sakin olmaya çalıştı herkes, bir takım yerler, milletvekilleri filan aranmış, bir iki saatlik bir diplomasi ile çadırlar kaldı. Beğenmediğimiz çadır hizmeti bile kıymete bindi, meğer o bile nimetmiş.
Gündüz telaşlı geçti ama akşam gönüllü doktorlar bir aralık bulduk birlikte çiğ köfte yedik. Burada çiğ köfte biraz farklı ama bol acılı çok güzeldi. Birlikte biraz muhabbet, biraz lezzet hepimize iyi geldi. Özellikle gece yapılan bombardıman seslerinin eşliğinde hepimiz geç vakte kadar ayakta bekliyoruz, sıkıntılı bir durum olmasa bile kimse gidip uyuyamıyor nedense. Sanırım tedirginlik uykuları kaçırıyor.
BOMBARDIMAN DÖNGÜSÜ
Gece saat 01:30 gibi birkaç kişi birbirimizi ayarttık, sınıra gittik. Suruç’tan Mürşitpınar sınırına giden asfalt ana yol dışında çok sayıda köy yolları var. Bu yollarda asker kontrol noktaları yok, ancak karşılaştığımız şey daha ilginçti. Belli aralıklarla köylüler nöbet tutuyorlar, gelip geçen arabaları kontrol ediyorlardı. Buralardan IŞİD’cıların geçmesini engellemek için bütün insanlar seferber olmuş. Bir halkın nasıl canla başla yardım etmeye çalıştığını, sivil insiyatifin ne demek olduğunu bir kez daha gördüm.
Sürekli havada uğultulu sesler oluşturan, hiç görülemeyen uçaklardan atılan, Kobanê’nin eteklerine dayandığı tepeliğin ardına düşen, önce sarımsı kırmızımsı bir ışık, ardından gök gürültüsü gibi sesler yaratan bombaları izledik. Ne zaman bomba düşse Kobanê’deki çatışma sesleri susuyordu, ardından bir süre geçiyor yeniden bir havan topu ve çatışma sesleri oluyordu. Sonra yine uçağın uğultusu yaklaşıyor, yine IŞİD’in top sesleri susuyordu. Sanki bir döngü. Ama söylediklerine göre çatışmalar bu gece evvelkilerden daha hafifmiş, çünkü kuvvetli bir bombardıman vardı. Dedim ki “Acaba buradan ses sistemi kurup sürekli uçak sesi versek IŞİD’lıları kandırabilir miyiz, hep susarlar mı?”… Gülüştük acı acı...
14.10.2014
Dünkü yaşanan çadır krizinden sonra, sabaha karşı aşırı rüzgarla çadırlardan biri çöktü, hastalar vardı içinde. Az kalsın kaldırmak gerekecekti ama ihtiyaç var, tekrar toparlandı filan. Komedi gibi…
Hastaneye zaman zaman muhalif ulusal kanallardan muhabirler gelip bilgi alıyor, yakından takip etmeye çalışıyorlar. Sabah saatlerinde CNN International’dan muhabirler gelmiş, tesadüfen karşılaştım. Koordinasyon ekibi röportaj vermememiz için haber gönderdi, şaşırdım elbette. Meğer daha önce yapılan röportajlar ve haberlerde, “Gönüllü doktorlar YPG’li militanlara bakmaya gidiyor” diyerek gönüllüler hedef gösterilmiş hükümet basınında.
Burada kaldıkça alışıyor insan, sanki yavaş yavaş herkesle akraba oluyorsun. Hepsi yeni tanıştığım insanlar ama senelerdir tanıyormuşum gibi geliyor, yüzlerini, ifadelerini sanki yıllardır biliyormuşum gibi. Kürtçe tek kelime bilmediğim halde o kadar alıştım ki dilin tınısına, sanki anlıyorum. İnsan ne garip varlık hemen alışıyor. Zorluklar insanları birbirine yaklaştırıyor, acaba insanları birbirine yabancılaştıran, uzaklaştıran bir faktör de refahın, konforun kendisi mi? Hayatın temel ihtiyaçlarının karşılanmasında bir başkası ve kamusal dayanışmanın zorunluluğu kalktıkça, o başkalarının anlam ve değeri azalıyor mu acaba? Ruhumuz ve zihnimiz yalnızlığında eriyene kadar mı?
Yarın yerime bir başka gönüllü gelebilecek, sabaha karşı döneceğim, ihtiyaç olunca tekrar gelmek üzere gideceğim. Ama bir türlü ayaklarım gitmek istemiyor, sanki bırakınca bir şeyler eksik kalacak, yapabileceklerimi eksik bırakmışım gibi… Biliyorum buralarda her şey biraz eksik, biraz fazla. Eksikler insanları çoğaltıyor, arttırıyor demek ki…
Kalın sağlıcakla…
Evrensel'i Takip Et