02 Kasım 2014 04:36

Devrim sürecinin sancılarını insanca anlatmak

Beni çok etkileyen romanlar ulusların kökten değişimleri yaşadıkları dönemlerin romanlarıdır. Örneğin Fransız devrimini ilk kez Anatol France’ın Hüseyin Cahit Yalçın çevirisi bir romanından okumuştum: Allahlar Susamışlardı. İlk kez 1912’de basılan bu romanı Erdoğan Alkan sonradan Tanrılar Susamışlardı adıyla çevirdi.

Paylaş

Sennur SEZER

Beni çok etkileyen romanlar ulusların kökten değişimleri yaşadıkları dönemlerin romanlarıdır. Örneğin  Fransız devrimini  ilk kez Anatol France’ın Hüseyin Cahit Yalçın çevirisi bir romanından okumuştum: Allahlar Susamışlardı. İlk kez 1912’de basılan bu romanı  Erdoğan Alkan sonradan Tanrılar Susamışlardı adıyla çevirdi.  

Bir de Mihail Şolohov’un Ve Durgun Akardı Don romanı var. Çevirmeni Tektaş  Ağaoğlu’nun Türkçedeki bitki adlarını sormasından bıkıp  ata yadigarı dört dilli bir botanik sözlüğünü vermeme sebep olan roman. Şolohov Nobel almasaydı romanın Türkçe çevirisi  hâlâ bitirilmemiş olabilirdi, Tektaş o kadar titizdi.

Ve Durgun Akardı Don’u Türkçeye Rusça aslından Durgun Don adıyla çevirenler de oldu. Tektaş Rus edebiyatını yabancı dillerde yayımlayan Sovyetler Birliğinin resmi yayınevinin (Moskova Yabancı Diller Yayınevi), 1948 tarihli  İngilizce basımını çevirmişti. Henry Stevens Rusça’dan  İngilizceye yaptığı çeviride  birinci ve ikinci ciltleri Don’un bir nehir olduğunu “akar” sözcüğünü ekleyerek açıklamak amacıyla “And quiet flows the Don” (Ve sessiz akardı Don) adıyla çevirmişti. Üçüncü ve dördüncü ciltlerse The Don flows home to the sea” (Don nehri vatanı olan denize akar) adıyla yayımlanmıştı.  
Hem Anatol France’ın hem Şolohov’un Nobel ödüllü yazarlar olduğunu biliyorsunuzdur.
Ve Durgun Akardı Don, ilk cildi yayınlandığında  yazarının gençliği yüzünden hep kuşkuyla karşılanmış, romanın “gerçek yazarı” üstüne dedikodular, yakıştırmalar üretilmiş bir anlatıdır.  
Kitap yayımlandığında yazar 23 yaşındaydı.   

Eserin odak noktası Mihail Şolohov’un da doğum yeri  olan bir Kazak köyü, Vyeşenskaya, ana kahraman da bu köyden Gregor Melehov’dur. Ailesine dedelerinin kaçırdığı bir Türk kadından dolayı Türk kanı karışmış, bu yüzden zaman zaman dışlanmışlardır. Romanda köy yaşantısından I. Dünya Savaşının başlamasına, cephede yaşananlarla Çarlığın yıkılışı ve Sovyetler Birliğinin kurulmasına kadar uzanan süreçle  iç savaş dönemi ve nedenlerinin anlatılışı destansı özellikler taşır.    
Aleksey Tolstoy, Ve Durgun Akardı  Don’u şöyle yorumlar: “gerek dili, gerek duygu derinliği bakımından tam anlamıyla Rus işi, tam anlamıyla ulusal, dolayısıyla da tam anlamıyla halkın malıdır. Bu eserde duygular – Gregor’un karısı Natalya’nın sevgisiyle kıskançlığı, Gregor’la Aksinya arasındaki aşk – son derece güçlü bir biçimde verilmiştir. Bu tür duyguları işlemekte sanatçılar büyük güçlük çekerler genellikle. Aşkı, yüzyıllardan beri deha sahibi sanatçılar eserlerinde anlatagelmişlerdir; bu romanda yer alan aşk sahnelerini, böylesine güçlü bir biçimde verebildiğine bakılırsa, Şolohov’un yüreğinin de aynı duyguların taze izlerini taşıyor olması gerekir”.
Okurların yalnızca polisiye romanlarından tanıdığı Ahmet Ümit de Ve Durgun Akardı Don’un, önemini “Bizlere devrimin hem o büyük umutlarını anlatırken hem de hayatları nasıl alt üst ettiğini de anlatabiliyordu. Yani haklılıklarını ve yarattığı sancıları” sözleriyle savunur:   
“Şolohov’u Yaşar Kemal’i karşılığı olarak görebiliriz. Yaşar Kemal, nasıl Çukurova Destanını “İnce

Memed” serisinde anlatmışsa Şolohov da bu dört ciltte aynısını yapmıştı. Bu yüzden de Dr. Jivago’dan çok daha iyi anlatır Ekim Devrimi’ni ve izlerini; Ve Durgun Akardı Don (...) o dört cilt bende insan sevgisi, iyimserlik ve umut bırakmıştı. Umutla dolmuştum. Devrim denen şey işte buydu yani bugündü. Zaten bir ideolojinin gereklerini yerine getirmek için devrim yapmaya çalışıyorsan kötü bir devrimciydin. Devrim önce senin içinde olmalıydı. Devrimciyi soyduğunda içinden insan çıkmıyorsa ondan iyi insanların yanı sıra diktatör ve katil çıkıyordu.Ve Durgun Akardı Don da bu vicdanla yazılmıştı. Bir Beyaz Ordu neferinin ölümünü de Kızıl Ordu neferinin ölümü gibi anlatıyordu. Taraf tutmadan, insani yönleriyle...

Benden olmayan ölsün demiyordu. Tıpkı bizim Gezi Ruhu’nun demediği gibi. O yüzden yıllar sonra Gezi Hareketi’nin yaşandığı bu günlerde durup durup hatırıma geliyor bu roman, umut doluyorum.”
Ahmet Ümit romanı 1984’te , kaçakken okumuştur: “ 250 kişilik bir örgütü yönetiyordum. Görüştüğüm 6 çocuk vardı, üniversite sorumluları... Yakalanırsan ve işkencede ölmezsen ya da sakat kalmazsan en az 5 yıl ceza alıyordun. İşte Ve Durgun Akardı Don’da da bu tür insani durumlara da yer verilmişti. Sadece şanlı devrim hikâyelerine değil!”

Şolohov, Gregor’un görüntüsünde hüzünlü bir umut vurgusuyla bitirir romanını:
 “Kaç uykusuz gecenin sabahına dek onca özlemle beklediği şey sonunda gerçekleşmişti işte. Evinin kapısında duruyordu. Oğlunu kucağında tutuyordu.Hayatta ona bundan başka bir şey kalmamıştı. Kısa bir süre için daha onu toprağa, donuk güneşin altında parıl parıl uzanmış yatan engin dünyaya bağlayan ne varsa hayatta, hepsi buydu”.

*Ve Durgun Akardı Don, 4 Cilt Takım,Mihail Aleksandroviç Şolohov,Çeviri: Tektaş Ağaoğlu; Evrensel Basım Yayın,1628 sayfa

ÖNCEKİ HABER

Ben en çok Sovyet Devrimi’ni severim

SONRAKİ HABER

Sınıfın politik ekonomisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa