2 Kasım 2014 06:01

Nereden çıktı Ekim Devrimi?

Gerçi içeriden ve dışarıdan kapitalist emperyalist saldırılar karşısında –geçici olsa da– yenilgiye uğrayıp püskürtüldüğünden bu yana “tarihsel bir zigzagdı”, “bir yanlıştı zaten” ve “tekrarlanma şansı yok”, “olsa yenilmez, başarılı olurdu” yığıntı tezleriyle Ekim Devrimi’ni neredeyse gerçekleşmemiş sayacak olanlar bile çıktı.

Nereden çıktı Ekim Devrimi?

Mustafa YALÇINER

Gerçi içeriden ve dışarıdan kapitalist emperyalist saldırılar karşısında –geçici olsa da– yenilgiye uğrayıp püskürtüldüğünden bu yana “tarihsel bir zigzagdı”, “bir yanlıştı zaten” ve “tekrarlanma şansı yok”, “olsa yenilmez, başarılı olurdu” yığıntı tezleriyle Ekim Devrimi’ni neredeyse gerçekleşmemiş sayacak olanlar bile çıktı. Önceden de pek yapıcıymışlar gibi “yıkıcılık”.. Özgürlükleri savunurlar ve demokratlarmış gibi “demokrasi düşmanlığı”.. Hatta bizzat zorbalık yapmıyorlar ya da zorbalığı, örneğin halka gaz ve kurşun sıkılmasını en çok “orantısız güç” sakızı çiğnerken savunup desteklemiyorlarmış ve sanki bir madalyonun iki yüzü değillermiş gibi, laf ebeliğiyle “demokrasi” ile ilgisiz bir “diktatörlük” olarak niteleyenler boldu. “Kötü”ydü.. “Gereksiz”di.. Hele o “zehirli kötülük” olan “iktidar”ı isteyip almaya girişmek ne oluyordu?

Savunanı, neredeyse yalnızca onda kendi çıkarlarının ifadesi ve temsilini gören işçi sınıfından ibaretti. Mülksüzler, emeğiyle geçinenler –çünkü sadece onların özlemini karşılayacak düşünce ve eylemler toplamı olmuştu Ekim Devrimi. Az sayıda da aydın. Düşüncesini sermayeye “kiraya vermemiş”, çıkarını paranın egemenliğinde görmemiş dürüst aydınlar.

Yoksa neler iddia edilmemişti ki?

Cepheden düşman burjuvaziyi koyun bir yana!.. O zaten elinden geleni ardına koymayıp, bugünkü gibi sadece modern değil Ortaçağ değerlerini de hizmetine alıp ayaklandırdığı bütün bir gericiliğin önünde elde kılıç üstüne yürümekteydi.

KENDİ KENDİNE OLUR MU?

“Cephe gerisini” ise, düşmanı işçilerin saflarındaki “adamları”ndan derleyip oluşturmuştu. “İçeriden”, “devrimci çalışmaya ne hacet” diyenler, zaten kendiliğinden sosyalizme ilerlenecek, “Görmüyor musunuz, üretici güçler gelişiyor” diyenlerin koydukları “takozlar” az değildi.

Hatırlanacaktır, en son Ahmet Altan iddialı makaleler döktürmüştü; “küreselleşme komünizme götürüyor”du da biz görmüyorduk! Deterministtiler. Gerekirci yani. Mekanik bir “zorunluluk” savunucusuydular. “Zorunlu”ydu: “kapitalizm yerini sosyalizme bırakacaktı”! Tabii ki doğruydu; ama tek koşulla, kendiliğinden olmayacaktı!

Yoksa şüphesiz ki işçi sınıfı ile uzlaşmaz çelişme içinde olan burjuvazinin ya da emek karşısında sermayenin egemenliği, üretim ve emeği durmaksızın toplumsallaştırırken, özel kapitalist niteliğiyle bütün mülkiyetin giderek daha küçük bir sömürücü azınlığın elinde birikmesi demekti ve geleceği yoktu. Yıkılmaya koşulluydu. Bunca yoksulluk ve sefalete mahkum ederek emeğinin tüm ürünlerine el koyduğu işçi sınıfı, çaresi yok, burjuva egemenliği devirecekti. Bu zorunluydu, evet, ama önce “üretici güçler” övgücüleri, sonra Lenin’i uğraştıran “biz ekonomik mücadele ile yetinelim, politik mücadeleyi burjuvaziye bırakalım” diyen Menşeviklerin kendiliğindenciliği ile değil. Ne denli çürürse çürürsün, kendi kendine devrilmeyecek, ama asalaklaşıp çürüdükçe işçi ve emekçilere çektirdiği acılar dayanılmazlaşacak kapitalizmin devrilmesi gerekiyordu ki, bunu başaracak olan, kapitalizmin kendisini zorunlu olarak üretmiş işçi sınıfının “öz hareketi”nden başkası olamazdı.
Bir karşı güç yani, bir karşı güç gerekti!

Tartışma hep benzer içeriğiyle süregitti. Ya işçi sınıfı gereksiz sayıldı; hatta “bitti”ği ileri sürüldü, “elveda” dendi; artık “işçisiz kapitalizm” mümkündü, hatta artık böyle bir toplumsal organizasyonda yaşıyorduk! En ileri gidenler “üretici güçler” teorisini geliştirmiş, “robotlar”la üretimin “işçiyi işlevsizleştirdiği” iddiasındayken, kimileri belki utandıklarından o kadar ilerlemeyip, “beyaz” ve “mavi yakalı”lar arasında “beyazlar” lehine bozulan dengenin onun tarihsel işlevini başkalarına devretmesine götürdüğünü varsaymaktaydılar: Gençlere.. “Yeni orta sınıf”a, “farklı kimlikler”e.. En azından “tarihsel rol sadece işçi sınıfınındır” denemezdi artık, “bütün kimlikler eş değerde”ydi!
Ekim Devrimi olmadı diyemeyenler, zorunlu olarak ona yol açan kapitalizm ve birincil ürünü işçi sınıfının değiştiği iddiasıyla işin içinden çıkma uğraşındaydılar. Belki sadece İngiltere’ye bakılsa haklı bile çıkabilirlerdi: Londra’da neredeyse tek bir fabrika ve hiç sanayi işçisi kalmamıştı, ancak hizmet sektörü ve “informel emek” ya da “beyaz yakalılar”! Ama kapitalizmin 19. yüzyılın sonundan bu yana giderek artan ölçüde “küresel” ya da dünya-ölçekli sistem olduğunu unutacaklardı neredeyse! Çin’i, Hindistan’ı, Brezilya, Kore, Türkiye’siyle... kapitalizm oysa, fabrika üstüne koyduğu fabrikaları ve milyarlarca işçisiyle eskisinden çok daha fazla kapitalizm olmayı sürdürüyordu ve tartışma hala aynı tartışmaydı: Nasıl devrilecek? Ya da Kim devirecek?

ESKİYENLER VE EKİM’İN ESKİMEYEN YANITI

Kafalarını kapitalizm içinde bir yer edinmeye, onunla uzlaşmaya yönelmiş, yeni moda bile sayılamayacak “radikal demokrasi” taraftarlarını bir tarafa bırakabiliriz. Devrimci mücadele sürdüren, üstelik teori ne olursa olsun, Rojava’da halk iktidarını kurmakta ve savunmakta olan Kürtler değil, Mouffe, Laclau gibi soytarılardır kapitalizmde kendilerine yer arayan uzlaşmacılar; birbirlerinden kopacaklardır!

Kim peki? Ekim Devrimi’nin eskimeyen yanıtı ne? Devrimci işçi hareketi. Sosyalist bilinçle donanmış örgütlü işçi sınıfının mücadelesinin darbeleri olmadan kapitalizmin devrilmesi olanaksızdır ve o devrilmeden sömürülen ezilen yığınların hiçbir temel sorununun köklü ve kalıcı bir çözümü gerçekleşemez!

Evrensel'i Takip Et