08 Kasım 2014 03:21

Yüz yaşındaki yedinci sanat için üç kitap

Sinema için “Yedinci Sanat” denir. Neden mi? Aslında güzel sanatların geleneksel altı dalına (resim, heykel, mimari, dans, şiir ve müzik) sonradan eklendiğinden. Ama bence eklendiği altı temel güzel sanat dalını da kullandığından.

Paylaş

Sennur SEZER

Sinema için “Yedinci Sanat” denir. Neden mi? Aslında güzel sanatların geleneksel altı dalına (resim, heykel, mimari, dans, şiir ve müzik) sonradan eklendiğinden. Ama bence eklendiği altı temel güzel sanat dalını da kullandığından.

Kısacası sinema, insanoğlunun kendini ifade yolu olan sanat dallarına bir eklenmiş, pir eklenmiş. Bu yıl yüz yaşına da bastı.
Sinemayı tanımlayan ustalar son yüzyılın sinemasız tanımlanamayacağına inanırlar. Usta yönetmenlerimizden Engin Ayça, bir halk gösterisi/ sanatı olup olmadığı tartışılan sinema ile ilgili bir kitabı epey önce Giorgio Vincenti’den dilimize çevirmişti, Sinemanın Yüzyılı. Kitabı ikinci baskısının önsözünde şöyle tanıtmıştı: “Ben yönetmen olmak için İtalya’da Roma Kentinde iki sinema okulu bitirmiştim. Olanaklarım ölçüsünde sinema üzerine okumuş, sinema tarihini hem okuyarak hem de birçok temel filmini görerek öğrenmeye çalışmıştım. Güncel oluşumları da izliyordum. Ve ben bu kitaptan yararlanmıştım. İtalya’ya göre, Türkiye’de sinema öğrencilerinin görgü ve bilgi edinme koşullarının ve olanaklarının  oldukça sınırlı olduğu bir ortamda kitabın önemli bir boşluğu doldurabileceğini düşünmüştüm. İtalya’da kitap, sinema meraklılarını ve öğrencileri hedeflemekten çok, geniş okuyucu kesimine, anlayıcı sadelikte sinema düşüncesinin evrimini anlatmaya çalışıyordu.” Sinemanın Yüzyılı, onu özene bezene çeviren Engin Ayça’yı düşkırıklığına uğratmış, pek ilgi görmemişti. Ama zaman geç değil, kültürel donanımınız için kitabı her zaman keyifle okuyabilirsiniz.

YILMAZ GÜNEY EFSANESİ

Yılmaz Güney , Türk sinemasının efsane adlarındandır. Onun efsane kişiliği yalnızca yüzünü, bakışlarını, gülüşünü kameranın sevmesinden kaynaklanmaz. Görüntüsünün perdeye düşer düşmez perdenin aydınlanmasında değildir onun gizi, anlattığı öyküyü seçişi, seyircisinin yüreğindeki dilekleri öyküsüne yerleştirişi, kendi gördüklerini seyircisi görsün diye kamerayı ayarlayışı oluşturur onun adını.
Yılmaz Güney, öyküsü, senaryosu, kamera kullanışı ve oynayışı ile bir iyi sinema ögesidir. Bir Yılmaz Güney hayranı olan babası oğluna onun adını vermiş: Güney.
Güney Özkılınç’ın kısa özgeçmişi bu. O da, Yılmaz Güney’in arkadaşlarının, eşlerinin, meslektaşlarının, onun film çektiği mahallelerdeki insanların peşine düşerek anı kırıntılarını, görüşleri toplayarak bir efsaneyi oluşturan ögeleri gelecek yıllara aktarmayı seçmiş: Kalbimin Güney Yanı.
Güney Özkılınç kitabın serüvenini şöyle özetliyor: “Seyhan ve Ceyhan ırmakları boyunca köyler gördüm, insanlar tanıdım yol boylarında sıtma ve söğüt ağaçları altında... Köyler ki kederleri bin yıllık... İnsanlar ki yürekleri pamuk beyazı, sevinçleri turunç.
Uzayıp giden ovalarda su kanalları... Su kanallarında serinleyen serçeler ve çocuklar... Tarlalarda ırgatlar... Her biri onun ömründen, filmlerinden bir kesit (...)
Adımı, adından aldığım insan Yılmaz Güney...
Öykü yazarı,senarist, yönetmen, yapımcı, aktör, militan, ama en önemlisi insan Yılmaz Güney...”

İRAN YENİ SİNEMASI

İran sineması, edebiyatında kullandığı gibi simgeler, eğretilemeler kullanır, çünkü görsellik özgürlüğünü sereserpe kullanamaz. İlk anda gözümüze çarpmasa da  kadınların saçlarını ve gövdelerini belirsiz hale getirdikleri “hicap” benzeri örtüler kullanmak zorundadır. Bu kimi zaman uçan kaplumbağalardır, kimi zaman sarhoş atlar. Bazen bir çift çocuk ayakkabısıdır bazen bir maç bileti. Ama hep bir başkadır kastettiği. Ve hangi örtüyü kaldırırsanız kaldırın karşılaşacağınız insan yüzüdür.
Semih Erelvanlı, “İran Yeni Sineması” diye tanımladığı  XX. Yüzyılın son yarısı ile XXI. yüzyılın ilk yarısı arasındaki (İslam Devrimi dönemi diyebiliriz) filmleri, yönetmenleri irdeliyor. Erelvanlı, incelemesinin adını  İki Bacaklı At ya da Dört Bacaklı İnsan koymuş. Kitabı okurken insanın sömürülüşünün de, hayvanın insanlaşışının da ipuçlarını görüyorsunuz.
Sinema İran için hep önemliydi. İslam Devrimi’nin ilk günlerinde, İstanbul’daki konsolosluğun kapıları film gösterileriyle halka açılmıştı. Büyük salonda halının üstüne bağdaş kurarak seyretmiştik filmleri. Bu tanıtım çalışmaları (belki de merkezden bağımsızdı) yalnızca üç-beş gün sürdü.
Şimdi başörtülü küçük kızların okula koşturmalarının yer aldığı kareleri çeken yönetmenin Kiyarüstemi, Farhadi, Amini, Gobadi, Beyzai, Panahi, Nowrasteh, Mehruci, Mahmalbaf, Meşkini, Ahmedi, Rasulof, Salour, Sales, Milani, Majidi’den hangisi olduğunu düşünüyoruz yalnızca. Furuğ Ferruhzad’ın kuşkulu trafik kazasında ölürken attığı çığlığı duyuyoruz çünkü.

*Sinemanın Yüzyılı
Giorgio Vincenti
Çeviren: Engin Ayça
Evrensel Basım Yayın
2. Basım - 160 sayfa

*Kalbimin Güney Yanı
Güney Özkılınç
Evrensel Basım Yayın
272 sayfa

*İki Bacaklı At ya da
Dört Bacaklı İnsan
(İran Yeni Sineması Üzerine
Denemeler) - İnceleme
Semih Erelvanlı
Evrensel Basım Yayın
142 sayfa

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Lazca kitap almadan gitmeyin!

SONRAKİ HABER

Elmalı turta ve üç garip komşu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa