9 Kasım 2014 04:06

Dünyada bir yerde olmayı hissetmek

7 Kasım 1971. Pançol. Ötelerin kıyısında hayat bulan bir tarih ve yer. Hopa’nın içerilerine doğru gidilince betonun yerini yeşile bıraktığı şirin mi şirin bir köy. Burada, milyonlarca insanın kalbine dokunan bir adam doğdu ve orada da huzurla yatıyor. Kazım Koyuncu.

Dünyada bir yerde olmayı hissetmek

Uğur BİRYOL*

7 Kasım 1971. Pançol. Ötelerin kıyısında  hayat bulan bir tarih ve yer. Hopa’nın içerilerine doğru gidilince betonun yerini yeşile bıraktığı şirin mi şirin bir köy. Burada, milyonlarca insanın kalbine dokunan bir adam doğdu ve orada da huzurla yatıyor. Kazım Koyuncu.

Coğrafyanın kendisine sunduğu zorlu koşullardan bambaşka bir kültür yaratmayı becerebilmiş Laz halkının; şenlikli, coşkulu, inatçı, savaşçı, yorgun ama umutlu penceresinden dünyaya haykıran bir ses. Zaman zaman acılı, zaman zaman da neşeli. Kalabalık bir aile, akrabalar, komşularla içine doğulan büyülü bir coğrafya hayata dair söylenecekleri çoğaltıyor haliyle. Kalabalık bir aile demişken, birbirini ezip geçmeyen, kardeşliğin ne demek olduğunu bilen, kardeşliğinin hakkını veren bir aile Koyuncu ailesi. Öğretmen babanın bir pusula gibi yön gösterdiği; mağrur annenin bir Tanrıça gibi çocuklarının üzerine titrediği, sevimli yüzlerin eş, dost, akraba çocuklarının yanında özgürce salındığı bir çocukluk. Sonrası hayatı keşfetme ve sorgulama dönemleri, o kahrolası mecburi gurbet, İstanbul, derken…
KAZIM, BU DENİZİN KAPTANI
Çocukken bu coğrafyanın minik kulaklarında ninni gibi gelen tulum seslerinin insanın o hep peşinde olduğu sese doğru çağırması ve arayışlar, işte nihayetinde o seslerin bastırılamaması ve bir yöne doğru koşmayı sağlaması. Ötelerin çocukları, bu sefer kendilerini bulma çabasında, o sesin peşinde, Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) olarak bizlere farklı bir söz söylemek için yollardalar. Kazım, bu denizin kaptanı, teknesi alabora olma tehlikesi atlatsa da, o “Dümende ve başaltlarında konuşmayı şehvetle seven” coğrafyanın bir ferdi; bıkmaz, usanmaz, yorulmaz. Lüverden ilk fırlayan mermi gibi, sözü, duruşu, tavrı keskin ve net.
Viya, O’nun söylemiyle, “Karadeniz sahil yoluna nazikçe bir tepkiydi” ve Evrensel’e 2001’de verdiği söyleşide şunları söylüyordu: “‘99’da Zuğaşi Berepe dağıldıktan sonra, tamamen Türkçe şarkılardan oluşan ‘pop-rock’ soundunda eserlerin yer aldığı bir solo albüm projem ortaya çıktı. Salkım Söğüt’te üç Lazca şarkıyı yorumladıktan sonra Metropol Müzik’le ortaya çıkan dostane ilişkiler solo albüm projemin biraz değişmesine yol açtı ve Lazca solo albüm şekline döndü. Bu albümün hazırlayıcısı olan diğer bir etmen de, Zuğaşi Berepe döneminde, rock soundundan uzak, otantik sayılabilecek, modern düzenlemelerin az olduğu bir Lazca albüm hazırlama düşüncemizin var olmasıydı. Grup dağılınca bunu yapamamıştık. Yeni solo albüm projesi, önceki düşünceyle yan yana gelince de, albümün gerçekleşmesi kaçınılmaz oldu.”

Viya; Laz coğrafyasının her şeyini anlatma çabasıydı bir bakıma. Yoksulluk da vardı, umut da, aşk da vardı, siyaset de. Ama her şeyden önce, yıllarca konuşulmaktan imtina edilmiş, okullarda yasaklanmış, lirik bir dil olan Lazca’nın Kazım’ın sesinden insanlara ulaşması bambaşka bir müzik anlayışının kapılarını da aralamış oldu. Zuğaşi Berepe’nin belleklerde açmış olduğu izler, Viya’da farklı bir izlekle, değişik bir rotadan ama bir taraftan da tamamlayıcı, sanki yarım kalan bir söz tamamlanmışçasına sunuldu. Artık Kazım Koyuncu vardı ama bireysel olarak değil; yanında birbirini çok seven, ortak  bir müzikal birikime sahip, kolektif anlayışla çalışan bir ekip de vardı; bütünüyle meramını müzikle anlatma yolunu tercih eden, sözünü sakınmayan farklı bir duruş da vardı. 
Ne var ki, Viya Kazım’ın sesini her ne kadar bilmesi gerekenlere ulaştırmışsa da, yolu televizyonla kesişince daha çok insana ulaşmasının yolu da açılmış oldu bir bakıma. O bunu bilerek tercih etmedi, o popüler kültürün içinde yer alma heveslisi değildi, sokaklarında gitar çalıp, şarkı söylediği Beyoğlu’nda yine kendisi oluyordu, yine neye inanıyorsa onu söylüyordu. Nihayetinde “Gülbeyaz” dizisi Kazım’ın sesini iyi ki hepten umutsuz bir durumdaki insanlara şifa niyetine verebildi. Bu popüler kültür deneyimlemesinden sonra ise; artık ne yapmak istediğini daha net ortaya koyabilen, hedefine daha çok kilitlenmiş bir Kazım vardı karşımızda. Ki kendisi de bunu, “Daha önceki çalışmalarımın bir misyon müziği olabileceğini, ama bugün yaptıklarımın daha evrensel çalışmalar olduğunu söylemek durumundayım. Kaybolmakta olan Laz kültürünü ve şarkılarını yaşatmak için daha önce kurduğumuz Zuğaşi Berepe, Lazca sözlü rock yapıyordu. Grubun kuruluşunda böyle bir misyon vardı. Lazca’nın yaşatılması ve mümkün olduğunca o şarkıların ortaya çıkarılması için çalışılıyordu. Sonrasında bir misyon gibi duran bu durum kendini çok fazla aştı. 98’de yaptığımız albümün bu misyonu üstlenme gibi bir durumu yoktu. Sadece şarkılar Lazca’ydı ama sözlerimiz bütün dünyayı ilgilendiren şeylerdi. Daha evrensel sözlü şarkılara yöneldik, evrensel aşkı ve acıyı işledik şarkılarımızda. Biz, hiçbir zaman Lazca şarkılar yaşasın diye müzik yapmadık, sadece Laz türkülerini ve memleketimizin müziklerine kendimizi katarak, yükseltmek ve insanlarla paylaşmak istedik. Ama şunu da gerçekleştirdik: Lazca’nın ve yok olmak üzere olan birçok dilin ve kültürün tepkisini ortaya koyduk. Lazca şimdi 10 sene öncesinden daha iyi durumda. Artık gençler Lazca’dan utanmıyor, önceden böyle bir durum vardı” sözleriyle açıklıyordu.

Hayde; bugün piyasada Karadeniz müziği adı altında faaliyet gösteren onlarca gencin gemici feneri oldu bir bakıma. Çünkü Hayde’de söylenen sadece Karadeniz ezgileri değildi; ayakları yere sağlam basan, altyapısı bugüne kadar yapılmamış kadar dinamik, çok sesli, çok renkli, çok dilli bir yapının Karadeniz coğrafyasındaki izdüşümüydü, aynı zamanda da yereli evrensele taşıma çabasının çok önemli bir göstergesiydi. Anonim olarak albüme aldığı eserleri bile dinletebilecek, sıra dışı hale getirebilecek bir büyüsü vardı Kazım’ın çünkü. İnanıyordu, inandığını da yaptı.
Kazım, bize inandığı doğrulardan vazgeçmeden güzel şeyler söyledi. Bunu yaparken, reel hayattan, siyasetten kendini soyutlamadan, başını kuma gömmeden, kalplerimize değerek söyledi. Bu güzel yürekli insan, 7 Kasım 1971’de dünyada bir yerde olmaya geldi ve hala burada bir yerde bize hayatı sorgulamanın ama güzellikleri de yaşamanın anlamını şarkılarıyla  göstermeye devam ediyor. İyi ki doğdun Lazi Bere…

* [email protected]

Evrensel'i Takip Et