9 Kasım 2014 04:12

Kent pazarlamanın en güncel markası

Kapitalizm, her şeyi metalaştıra metalaştıra yok etmeye durmuşken, “başka bir ekonomik büyüme” düşünülmeden, kapitalist büyümenin kendisinin şimdi de yeşil başkent ambalajında ortaya sürülmesi, İstanbul’un yeşil adaylığı kadar “şaka gibidir”!

Kent pazarlamanın en güncel markası

Cihan Uzunçarşılı BAYSAL

İstanbul ve Bursa, 2017 yılı Avrupa Yeşil Başkenti Ödülü/European Green Capital Award (EGCA) için adaylık başvurusunda bulunan iki kentimiz. Bir zamanlar Yeşil Bursa olarak nitelendirilen ancak bugün yeşil ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan betona teslim Bursa ile her santimetrekaresi inşaat projeleriyle yağmalanan, 3.Köprü, 3.Havalimanı, Kanal gibi mega projelerle de Kuzey Ormanlarını ve son yeşilini kaybetmek üzere olan İstanbul’un, birer rant makinesine, birer arazi fabrikasına dönüştürülen bu kentlerin EGCA adaylık başvuruları kimilerini acı-acı güldürdü. Haber, ulusal ve uluslararası basında “Şaka gibi” manşetleriyle duyuruldu ve Haziran Direnişi’ne de referanslar verildi. Zamanlamanın tam da Validebağ direnişi ile çakışması ise elbette ayrı bir ironiydi. 

İngiltere kökenli danışmanlık şirketi World Cities Culture Forum verilerine göre, İstanbul’un yeşil alan ve parklarının toplam oranı sadece yüzde 1,5! Bu oran, yüzde 38.4’ü yeşil alan olan Londra’nın, yüzde 9.4 ile Paris’in ve yüzde 14.4 ile Berlin’in epey gerisinde. Avrupa dışına çıkarsak, İstanbul, Shangai (yüzde 2.6), Mumbai (yüzde 2.5) veya Seoul (yüzde 2.3) gibi hızlı kentleşmenin yaşandığı,  neoliberalizmin büyüme makineleri olarak tanımlanan kentlerin bile gerisinde. Hal böyleyken, rant projeleri acımasızca sürdürülüp, kentin en yetkili ağzından da “Bazı özverilerin yapılmasının gerekliliği”, yani kalan yeşil alanların da mega projelere feda edileceği, resmen ilan edilmiş iken EGCA adaylığı bu ne perhiz ne lahana turşusu mudur?

Yetkililer, refüj kenarlarına diktikleri peyzaj harikası (!) mevsimlik çiçekler ile kentin ağaçlarını, ormanlarını yok edip yerlerine kondurdukları lüks sitelerdeki egzotik süs bitkilerine mi güvendiler bilemiyoruz. Kendi uydurduğuna kendi inanan mitomanlardan değillerse başka ne gibi bir amaçları olabilir? Bu yazının meramı, İstanbul’un ne kadar yeşil yoksunu bir kent olduğunu veriler, istatistikler vb. bilgilerle kanıtlayarak kentin EGCA adaylığının saçmalığını tartışmaya açmak değil;  malumun ilanına da ispatına da gerek yok. Tam aksine, İstanbul’un adaylığını küresel ve yerel bağlamlarda son derece mantıklı bulduğumuzu yukarıdaki soruya yanıt arayarak açacağız. 

Avrupa Yeşil Başkenti projesi,  15 Mayıs 2006’da Estonya’nın Tallinn kentinde toplanan 15 Avrupa kentinin Estonya Kent Dernekleri ile birlikte başlattıkları bir girişim. Avrupa’nın 3’te 2’sinin kentlerden oluştuğundan hareketle çevre dostu ve sürdürülebilir bir Avrupa hedeflenmiş. EGCA, 2008’de AB bünyesindeki Avrupa Komisyonu tarafından faaliyete geçiriliyor; 2010’dan itibaren de ödüller verilmeye başlanıyor; ilk ödülün sahibi Stockholm. 2017 ödülünün finalleri Nisan 2015’de, yarışmanın sonucu ise Haziran ayında, 2015 Avrupa Yeşil Başkenti ödüllü Bristol’da açıklanacak.  Şu anki 2014 ödülünün sahibi ise Kopenhag. EGCA’ya başvuru çok basit. Ödülü geçmişte kazanmış kentler hariç, nüfusu 100 binin üzerinde AB veya AB’ye aday ülkelerin kentleri, ödüle başvurabiliyorlar. Böyle bakınca, İstanbul ve Bursa’nın adaylık başvurularında şaşırtıcı bir şey yok, yöneticiler-haklı veya haksız- kentlerini “yeşil” kategorisinde görüp aday olmuşlar. Adaylar, iklim değişikliğinin sonuçlarını iyileştirme/sonuçlara uyum, doğaya saygı, biyo çeşitlilik, havanın kalitesi, atık yönetimi vb. 12 gösterge temelinde değerlendirilerek aralarından finalistler seçiliyor. Böylece, “Avrupa Yeşil Başkenti Ödülü finalistleri ve sahipleri, çevreye saygının, mükemmel yaşam kalitesinin ve ekonomik büyümenin bir arada nasıl başarılabileceği hakkında bize gerçek yaşamdan değerli örnekleri sunmaktalar.”

Buraya kadar her şey güllük gülistanlık gözüküyor. Öte yandan, yabancı basında İstanbul’un adaylığı ile dalga geçen yazılardan birinin altında “Bu şeyin tümü kötü bir şaka” yorumu aslında EGCA’yı çok güzel özetliyor. Marka yarat ki sermayeye satabilesin; üzerine şık bir etiket/yafta giydir ki içindeki mağduriyetleri/ihlalleri örtsün, neoliberal düzenin gösteri dünyasında, ne adla olursan ol, gel kentini pazarla; ister kültür başkenti ol, ister spor veya bienal kenti, ya da zamanın ruhuna çok uygun ‘Yeşil Başkent’! Nitekim “Yeşil Başkent” ödülünün yararları arasında kamu-özel ortaklıkları, turist artışı, sponsorlar, hibeler, basının ilgisi, kentin reklamı vb. sıralanarak bir kent pazarlama tablosu çizilmekte. Zurnanın zırt dediği yer işte tam da burası. Neoliberalizmin rekabetçi ve yarışan kentler düzeninde bir markaya sahip olmak, sermayeyi cezbedebilmek demek. Yeşilin giderek yok edildiği bir dünyada, içi boşaltılmış bir “Yeşil Başkent” ödülü son derece güncel olduğundan revaçta kalma şansı da yüksek. 

Yukarıda soruya dönüp, ‘’İstanbul’un adaylık başvurusunu yapan yöneticiler, eğer kendi uydurduklarına kendileri inanan mitomanlardan değillerse, başka ne gibi bir amaçları olabilir?” diye tekrar sorarsak, yanıtı artık bellidir. Kenti pazarlamak için yeni etiket/ler arayışındaki muhafazakâr soslu neoliberal belediyecilik böyle bir fırsatı kaçıramaz. Bırakalım ödülü, başvurusu bile reklam demektir, sermaye demektir, yatırımlar demektir. İyi hoş da yeşili zaten yatırımlar yüzünden yitirmiyor muyuz? Bu bağlamda, EGCA’nın hedefleri arasında sıralanan çevreye saygı, mükemmel yaşam kalitesi ve ekonomik büyümenin bir arada nasıl başarılabileceği başlı başına muammadır. Küresel ısınmanın da, doğanın yok edilmesinin de baş sorumlusu kapitalizm, her şeyi metalaştıra metalaştıra yok etmeye durmuşken, “başka bir ekonomik büyüme” düşünülmeden, kapitalist büyümenin kendisinin şimdi de yeşil başkent ambalajında ortaya sürülmesi, İstanbul’un yeşil adaylığı kadar “şaka gibidir”!  

Detaylı bilgi için: www.europeangreencapital.eu ; www.facebook.com/EuropeanGreenCapitalAward

Evrensel'i Takip Et