Bir Sergüzeşt-i domuz ya da devletin magazini keşfi
Yaban domuzu, İstanbul’un en yaban semtlerinden Bebek ve Kuzguncuk’ta görününce bir an bir problem olduğunu sandık. Bereket, orada da bir süperkahraman edasıyla İdris Güllüce yetişti imdadımıza...

Onur AKGÜL*
Çürümüş bir şeyler var şehr-i İstanbul’da*. Suyumuz içilesi değil, havamız solunası değil. Mahalledekinin canı burnunda, köydekinin hayatı topun ucunda. İnsanı bıkmış, hayvanı kapana kısılmış. Erk sahibinin doğa düşmanlığı kıyamet kıvamında.
Bir şeyler sence de çok fena ters gitmiyor mu şehirde?
Acaba İstanbul, doğanın dengesinin bozulmasının, habitat tahribatının, su döngüsünün zarara uğratılmasının, ormanların betona kestirilmesinin etkilerinden muaf mı tutuldu? Meteroloji İstanbul’da neredeyse artık ayda bir görmeye başladığımız hortumların “normal yea” yorumuyla karşılanması gerektiğinden mi bahsediyor? Kent yaşamına dair kaynaklar haftada bir yaban domuzları tarafından ziyaret edildiğmizi mi yazdı bugüne dek? Yoksa Orwell’in 1984’ünde olduğu gibi, bize yarın “İstanbul’da 1920’den beri her gün hortum oluşmaktadır. Yaban domuzunun İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçmesi, türün normal bir davranışıdır” gibisinden açıklamalar mı yapacaklar?
Hayır. Daha kötüsü. Yaptılar bile. Diğer bir çok öğesiyle birlikte, 1984 bugündür. Üsküdar’da artık su üstünde yürüyebilir hale geldik ki, İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın açıklaması elimizden tuttu: “Avrupa’da da yağmur yağıyor.” Yaban domuzu, İstanbul’un en yaban semtlerinden Bebek ve Kuzguncuk’ta görününce bir an bir problem olduğunu sandık. Bereket, orada da bir süperkahraman edasıyla İdris Güllüce yetişti imdadımıza: “Çok abartılacak bir olay değil. Bir hayvandır. Sanıyorum 85 nüfus sayımıydı. Üsküdar’da bir kamyonun üzerinden domuz düşmüştü. Çocuklar da peşinden koşuyordu. Şimdi ne oldu. Oluyor bunlar.”
Oluyor bunlar, çünkü korkunç şeyler oluyor kuzey ormanlarında. İnsanoğlunun doğayla kurduğu ilişkinin en temel aktörlerinden ağaca ve hayvana dair vahşi, dayatmacı, hukuksuz, yaşam düşmanı şeyler yaşanıyor bu kentte, bu kenti besleyen –ve bıraksalar beslemeye devam edecek ormanlarında, su havzalarında. Kalkınma sevicilik gemi azıya almış durumda ve daha geçtiğimiz Cuma tam 6 bin ağacı birden öldürerek Yırca’nın bereketli zeytinliğini bir toplu mezara çevirdi. Termik-nükleer santraller ve HES saldırısı altında kıvranan ülkenin geri kalanında olduğu gibi, burada da durum farklı değil. İstanbul’un ormanları, dünya çapında 200 önemli ekolojik bölgeden, Avrupa’da ise acil korunması gereken 100 ormanlık bölgeden biri. Ekoloji diyoruz, habitat diyoruz, yaşam diyoruz; karacasından kemirgenine, yaban domuzundan çürükçülüne bir sistem var orada ve ormanın betona dönüşümü tüm canlıların sürgün edilmesiyle birlikte hepimiz için sonun başlangıcı. Yaban domuzlarının kente inmesinin kuzey ormanlarının katliyle ilgisi sorulduğunda ise Güllüce’nin yorumu bir efsane: “Bunlar magazinel olaylar”.
Magazin? Ormanlık alanlarda yaşamaları mı magazin? Ormanın kalbindeki inşaatlardan ürküp kaçmakta olmaları mı magazin? Yuvaları yok edildiği için göç etmek zorunluluğuyla çılgın akıntısıyla tanınan İstanbul Boğazı’na atlamaları mı magazin? Son günlerde gördüğümüz domuzların, vücutlarının üzerinde bulunan halkalardan anlaşıldığı üzere genç üyeleri olduğu belirtiliyor. Panik, ne yapacağını bilmez halde kendi doğalarına aykırı davranmaları mı magazin? Yoksa aslında burada magazinden değil de, normalde insanla temastan uzak durdukları halde; insanın doğada yuvalarını tahrip ederek ilerleyişini “bizim alanlarımıza saldırıyorlar” kisvesine büründürdüğü ekolojik hiyerarşi fecaatinden mi bahsetmeli? Yoksa aslında Televole çağının üzerine konan “yurttaşı aptal yerine koyma” politikasının pratiğinden mi bahsetmeli?
Magazin muhabirlerini dinledik. Peki bilim insanları ne diyor bu işe?
Baran Bozoğlu (TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı): “3’üncü köprü için ÇED hazırlansaydı oradaki türlerin çeşitliliği, ağaçların kesilmesi sonrasında havyanlara ne gibi zararlar geleceği görülebilirdi. Büyük ekolojik felaketlere doğru gidiyoruz. Türler yok oluyor, bunların sayısı azaldıkça ekosistemdeki besin zinciri bozuluyor. Besin zincirinin bozulmasıyla bu durumdan doğrudan doğruya kentler etkilenecek.”
Doç. Dr. Zeynel Arslangündoğdu (İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi): “Bölgede 1 milyon ağaç kesildi. O yörede yaşayan 40 yerli kuş, 30 yaz göçmeni ve 20 memeli türünün yaşam alanları doğrudan yok olmaktadır. Habitatları daralan yaban hayvanları kazalarda ölecek.”
Diğer tüm varlıklar gibi, doğduğu andan itibaren yaban domuzu da içinde bulunduğu ekosistemin parçasıdır. Okulda öğrendikleri bilimsel bilgileri; gereksiz ve yaşam düşmanı projeleri savunmak adına “magazin”leştirenlerin bu kara günlerde sultada bulunan zihniyetinin aksine Sus scrofa (yani yaban domuzu, Türkçe’si “bazı akrabaları kendi dışkısını yiyen pis, iğrenç hayvan”), doğanın içkin parçası olarak ona yarar sağlamakla meşguldür. Yiyeceğini bulmak için eşelenerek ve toprağı kabartıp havalandırarak ormanı besler. Yeni tohumların kolonilenmesini ve meyve tohumlarının yayılmasını sağlar. Diğer tüm türler gibi doğanın bütünlüğünde anlamlı ve önemlidir, varlığı Homo sapiens (yani insan/düşünen insan, Türkçe’si “doğadaki en yıkıcı, magazin düşkünü tür”) ve diğerleri gibi kıymetlidir.
Kıymet ise, doğanın bugün kendisini savunanlara vereceğidir. Diğerlerine başka hiç bir şeye benzemeyen gazabı göz kırpar.
* William Shakespeare’nin Hamlet’inde, er Marcelius’un Danimarka Krallığı’ndaki kokuşmuşluğu ifade ettiği repliğe gönderme. Aslı şu şekildedir: “Çürümüş bir şey var Danimarka Krallığı’nda”.
*Kuzey Ormanları Savunması
Evrensel'i Takip Et