Kerbela, süren ayrımcılığın simgesi
Dersim ve Alevi tartışmalarının yükseldiği bir dönemde, Aleviler üzerinde alan çalışmaları da yapan Nişantaşı Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Yardımcı Doçent Nil Mutluer ile görüştük.
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Son günlerde ana muhalefet partisi ve siyasi iktidarın Alevi açılımı üzerine tartışmaları sürüyor. Hacı Bektaş Veli’de Başbakan Davutoğlu’nun 38 Dersim Katliamını Kerbela’ya benzetmesi ise Dersim tartışmalarını yeniden hızlandırdı. Dersim tartışmaları yapıladursun 15 Kasım 1937’de kendisinin yaşı küçültülerek, oğlunun yaşı büyütülerek idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri hâlâ bilinmiyor.
Dersim ve Alevi tartışmalarının yükseldiği bir dönemde, Aleviler üzerinde alan çalışmaları da yapan Nişantaşı Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Yardımcı Doçent Nil Mutluer ile görüştük.
SEYİT RIZA ADALETSİZLİĞE GÖNDERME YAPAR
Alevilerin Osmanlı’da tebaa iken cumhuriyetle yurttaş olduğunu belirten Mutluer, bu dönemde Alevilere statü ve eşitlik vadedilmiş olsa da, cumhuriyet boyunca ayrımcılık yaşadıklarını kaydetti. Alevilerin gerek Osmanlı gerekse de cumhuriyette uğradığı katliam ve haksızlıkları anlatmada sıkıntılar yaşadıklarına dikkat çeken Mutluer, şunları söyledi: “Aleviler, Osmanlı’da olanları bile tam anlamıyla eleştiremediler. Osmanlı dönemindeki katliamlar ve ayrımcılık ile ilgili Yavuz Sultan Selim’in adı geçer ama, o adın ne kadar etraflıca eleştirilebildiği de şüpheli! Yine Osmanlı’daki karakterler de ana akım tarihte zaman zaman açık göndermeler vardır ama en güvenilir eleştiri noktası Kerbela’dır. Çünkü Kerbela cumhuriyetle kurulan ulus devlet anlayışı dışında, bir yanıyla oldukça uzak miras ilişkisi olan bir tarihe gönderme yapıyor. Aleviler Kerbela’da o dönemde yaşananlarla referans verirken, çoğu zaman içten içe günümüzde yaşanan ötekileştirme, katliam ve adaletsizliğe gönderme yapıyorlar. Kerbela, sadece o dönemde yaşananlara değil, o günden bugüne kadar yaşanan bütün ötekileştiriciliği ve ayrımcılığı temsil ediyor. Seyit Rıza, idam sehpasında Kerbela’yı dile getirerek de inancının tarihine sahip çıkarken yüzyıllardır ve halen yaşanan adaletsizliğe de gönderme yapıyor. Kerbela önemli bir simge. Bugün Kerbela söylemi Alevilerin başını ‘bela’ya sokmayacağı için rahat kullanılıyor. Zira, bugün tarihe adaletle yaklaşan Sünniler de bu katliamı eleştiriyor.”
KİMLİĞİN GİZLENMESİ BELLEĞİ ŞEKİLLENDİRİYOR
Alevilerin sürekli ikircikli bir pozisyonda olduğuna dikkat çeken Mutluer bunu şöyle açıklıyor: “Çünkü hiçbir zaman azınlık da kabul edilmediler. Bu durum Kürtlerin de yaşadığı bir sıkıntı gibi. Türk ve Sünnilik içinde asimilasyon edilmek bazen azınlık olmaktan daha zordur. Yanlış anlaşılmasın asla azınlıklar; yaşadıklarından, hak ve hukuktan dolayı ayrımcılığa uğrayıp, acılar yaşamamıştır demiyorum. Azınlıkların yaşadığı sıkıntıları başlı başına konuşmamız gerekir. Orada da ikili bir oyun var. Alevilerin yaşadığı sıkıntı, kimliğini ortaya koyamamakla ilgili. Yıllarca kendi kimliklerini söyleyemiyorlar. Yaşanan her ayrımcılığa rağmen, bir kimliğin açıkça yaşanabilmesi, belleğin şekillenmesi ve kültürel birikimin aktarılmasında önemli rol oynar. Sadece devlet politikaları için demeyelim. Sol örgütlenmelerde zamanında Alevilik inancına zarar verdi. Gerçi şimdi bu eleştiri yapılıyor. Bu oldukça önemli”
HÜKÜMET DERSİM’İ ÖTEKİLEŞTİRMEK İÇİN KULLANDI
Başbakan Davutoğlu’nun 38 Dersim Katliamını, Kerbela’ya benzetmesiyle gündeme gelen tartışmada, CHP’ye karşı katliam söylemi kullanılırken, Alevilerin inanç özgürlüğü ve eşit vatandaşlık taleplerinin ise orta yerde durmasını değerlendiren Mutluer, “İlk Alevi açılımı bence sanki Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelmesiyle bitti. Gerçi Kılıçdaroğlu, Dersim ve Alevi kartını hiç kullanmadı... Hükümet Alevi açılımı yaparken, muhalefet buna talip olur mu, diye düşündü. Dersim ve Alevilik vurgulanırken, Kılıçdaroğlu o vesileyle ötekileştirildi. Bunu hatırlamakta yarar var” dedi.
Bu sürecin ardından Dersim’in konuşulmaya başlandığını hatırlatan Mutluer, “Ermeni soykırımını konuşuyoruz. Peki bunları konuşuyoruz da, biz neoliberal politikaların etkisinden çıkıp kimliklerin taleplerini, kendi iç sınıfsal çelişkileriyle ele alıp karşılayabiliyor muyuz? Kültürel etkinlik gibi Dersim’i anıyoruz. Hâlâ, Tunceli’de Dersim’i anıyoruz. Aleviler cemevi ibadethane olarak kabul edilmedi. Hâlâ Sivas’la ilgili katiller ellini kollarını sallayarak geziyorlar. Katillerin davasının nasıl zaman aşımına uğradığını da biliyoruz. Bir zamanlar başörtülü meslektaşlarımın aynı sıkıntıları yaşadıklarını biliyorum. Onlar şimdi okula rahat bir şekilde girip ders veriyor. Bugün de Alevi inancından olan meslektaşlarımın akademik alandaki kadro görüşmelerinde inançlarının sorulduğu biliyoruz. Tabii sonuç işe alınmamak! Bu ve benzeri ayrımcılık bitmezken, neyin iyileşmesinden bahsediyoruz... Sembolik adımları büyük bir adımmış gibi gösteriyoruz” dedi.
GÜVEN VERİCİ ADIMLARA İHTİYAÇ VAR
Nişantaşı Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Mutluer, Hükümetin son yıllarda yürüttüğü din politikalarını da değerlendiriyor: “Zorunlu din dersini bırakın, neredeyse seçmeli derslerin zorunlu din derslerine çevrildiğini görüyoruz. Sadece Alevilerin sorunu değil bu durum. Çocuğunu seküler yetiştirmek isteyen bir yurttaşın da endişesi. Bütün bunların bütüncül, çoğulcu ve demokratik bir yaklaşımla ele alınması gerekiyor. Alevilere yönelik ötekileştirme bir çoğulluk barındırıyor: Aleviler sadece dini çoğulluğu değil, etnik çoğulluğu da temsil ediyorlar. Bu meselenin çözülmesi en zor olanıdır. Biz Dersim’den bahsederken, kimden bahsediyoruz? Tabii Alevi ve Kürtlerden bahsediyoruz. Her ikisinden bahsediyoruz. Tam da Türk-İslam’la asimile edilmeye çalışılandan”
O KÖPRÜNÜN İSMİ HÂLÂ ; DEĞİŞTİRİLEBİLİR
Öte yandan CHP’nin de homojen bir yapı olmadığına değinen Mutluer, CHP içinde Dersim Katliamını kabul eden, soykırımları kabul eden bir kitlenin de olduğunu belirtti. Hükümetin CHP’nin geçmiş dönemini referans göstererek bugünkü sorunları yok saymaya çalıştığını söyleyen Mutluer, “Osmanlı’daki bellek diyorsunuz, Osmanlı’daki bellekte en vahşi temsiliyeti olan Yavuz Sultan Selim’in adı köprüye veriliyor. Hâlâ ismi değiştirilebilir, bence çok anlamlı olur. Sembolizm küçümsenecek bir araç değildir. Sembolik adımlar atılırken, insanların devletin samimiyetine güvenebilecekleri, gündelik hayatlarını etkileyen adımlara ihtiyacı var. Çözümler için adımların atılması gerekiyor. Devletin kuracağı bir enstitü ile değil, Alevilerin kendi pratiklerini özgürce yaşayacağı alanların olması gerekiyor… İnanç özgürlüğü ve inanmama özgürlüğü çok ciddi bir sorun olarak duruyor” tespitlerinde bulunuyor.
BAŞBAKANIN BABA SÖYLEMİ
Başbakan Davutoğlu zorunlu din dersinin kaldırılması durumunda IŞİD gibi örgütlerin ortaya çıkacağını gerekçe göstererek, din dersinin kaldırılmayacağı mesajını vermişti.
Başbakanın yaklaşımını Mutluer şu şekilde eleştiriyor: “Şöyle derse inanırım, Diyaneti kaldıralım derse bu olabilir belki. Çünkü, ‘Herkes ben hocayım diyerek inançları kötüye kullanabilir’ denebilir. Orada tahrip olmuş tarikat, medrese gibi kurumlar var. Bunun bile bir baba söylemi olduğunu düşünüyorum. Ergenleşemeyen topluma öğretmek. IŞİD ile din dersi alakasını anlamıyorum. Mesela camilerde Kur’an kursları var. İsteyenler evlatlarını o kurslara gönderebilir. Din dersleri bugün bir kültür dersi değil ki, bütün inançların felsefesini anlatan bir din dersinden bahsediyoruz da ben atlamıyorumdur herhalde. Budizm’den, tek tanrılı dinlere, Deizm’e, Ateizm’e kadar dinler tarihini anlatan bir ders değil ki! Konu o değil, konu belli bir inanç yaklaşımının empoze edilmesi. O zaman bunun IŞİD ile ilgisi yok. Eğitimin seküleritesinden bahsedemeyiz. Sünni kişi de bunu istemeyebiliri de hatırlatmak gerekir.”
GEZİ’DE ALEVİ GENÇLER NEDEN EN ÖNDEYDİ?
Son zamanlarda gerek CHP’nin açıkladığı Alevi Paketi ve ardından Hükümetin Alevi açılımını da yorumlayan Mutluer, samimiyet sorununun önemine dikkat çekti: “Samimiyet. Sadece Alevi meselesinde değil, bütün meselelerde samimiyete ihtiyacımız yok mu? Alevi meselesi bu meselelerin en önemlilerinden. Aleviler bir sınıfa sıkıştırılmış durumda. Bu bir haksızlık değil mi? Bizim bu sınıf ilişkisini değiştirmemiz lazım. İsmi lazım değil, üst düzey bir devlet yetkilisine Alevilerin bürokraside neden ilerleyemediğini sorduğumda ‘Bürokraside ilerlemenin başka maharetli yolları var, öyle herkes ilerleyemez’ cevabını vermişti. Yani, Sünniler maharetli de Aleviler değil mi? Maharetten kastın bir inanç grubunu becerisinde olduğunu söylemek elbette doğru olmaz. Devlet aklı ayrımcılıklarla insanları belli alanlara gasbediyor. Hemen aklıma Gezi geliyor. Devlet Gezi’de Alevileri bilerek öldürmedi denebilir. Peki Alevi gençleri neden öndeydi? Umutsuzluğu yaşadıkları için öndeydi. Alevi mahallelerini polisin kuşatma biçiminin şiddetsiz olduğunu düşünebilir miyiz? Öyle olmadığını biliyoruz. Bir takım klişelerden çıkmamamız gerekiyor. Okmeydanı, Gülsuyu’daki silahlanmayı konuşuyoruz, peki yerel yönetimlerin rant projelerini neden bunun yanında konuşmuyoruz? Bütün bunlar birlikte okunması, anlaşılması gereken olaylar. Esas meseleden kaçıyoruz… O yüzden samimiyet gerekiyor.”
SEYİT RIZA’NIN İDAM EDİLMESİ
Seyit Rıza ve arkadaşları barış görüşmeleri için görüşmeye giderken 5 Eylül 1937’de Erzincan yolu üzerinde tutuklandılar. Göstermelik yargılamada Seyit Rıza’nın da içinde olduğu 18 kişiye idam cezası verildi. Seyit Rıza ve 6 kişi 15 Kasım’da 11 kişi de 18 Kasım’da infaz edildi. Seyit Rıza’nın idamını İhsan Sabri Çağlayangil, anılarında şöyle anlatmıştı: “Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. ‘Asacaksınız’ dedi ve bana döndü: ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ Bakıştık... Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi... Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. ‘Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi... Rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi.”