23 Kasım 2014 05:27

Nereye uçar turnalar?

Xu Linzi diye biri var. İsmi kim bilir o dilde nasıl telaffuz ediliyor. Sicili ziyadesiyle bozuk Foxconn isimli şirketin binlerce işçisinden biri. Artık müntehir. Tıpkı Koç Grubu’na ait Türk Traktör’de çalışan Yunus Emre Beyazıt gibi. Tıpkı karakolda gördüklerinin ardından hayata veda eden Onur Yaser Can gibi. Tıpkı “karşıdan karşıya geçerken eli bırakılan” şair Zafer Ekin Karabay gibi.

Nereye uçar turnalar?

Mehmet Said AYDIN*

Hüsnü Arkan’ın şarkılarını dinleyen nesil olarak, daima bir yazarlık vehmederdik kendisine. Şarkı sözleri çünkü, bir tuhaftı. Tuhaf ve güzel. Sonra yaptığı müziğe mesafe koyanımız oldu, dinleyince “Ama bu çok ilk gençliğimiz kapayalım” diyenimiz de. Zaman geçti, şaşırmadık, yazarlığıyla da karşımıza çıktı. Roman da yazdı, şimdilerde BirGün’de köşe de yazıyor. İyi ediyor; ben de onunkiler gibi kısa yazılar yazmak istiyorum her okuduğumda. Kısa ve etkili. Bana uzun konuşmak düşmüş. Olsun.

1991 tarihli “Bir Yalnızlık Ezgisi” isminde bir solo albümü var Arkan’ın. Metnin başlığı, o albümün yedinci şarkısı. O yedinci şarkının ilk iki dizesi: “Kim götürdü bakışından ışığı / Kim aldı gözlerinden onu?” Bunu ilk dinlediğim ânın, bu metin için çok önemi yok ama şu dizenin birçoğumuz için önemi var sanıyorum: “Hey! bak işçi tulumu giymiş umut!”

Umut çoğu zaman işçi tulumu giyerek gözümüze görünüyordu, bu kadar veciz ifade edilmesi çoğumuzu yeniden cümle kurmaktan kurtardı. Umudun saatini işçi tulumuna kurduk. Kimimiz fabrikalardan ses verdi, kimimiz tersanelerden, kimimiz ofis işçiliği yaptı, 212B ne demek öğretti patronlarımız, sözleşmelerin nasıl insafsızca olduğunu belletti sermayedarlar. Kurduğumuz saatin durduğuna asla inanmadık, inananların çokluğuna ve gürültülerine rağmen. Sayarak bitmez; maden katliamları, ihmal sonucu ölen işçiler, ciğeri solan kot kumlamacılar, inşaatlarda yok pahasına çalıştırılan mülteciler, şoförler, memurlar ilanihaye. Denebilir ki, bizi en çok çalışırken öldürdüler. Evine helalinden ekmek su götürmek için çalışanların kanını su ettiler. Şarabımıza da evet, kan karıştırdılar. Ah ettik, beddua ettik, ağıt yaktık, öfkelendik, sokağa çıktık. Elbet dedik, yıkılacak bu düzen. Elbet diyoruz, yıkılacak bu düzen. İşçi tulumu var çünkü umudun üzerinde.

Xu Linzi diye biri var. İsmi kim bilir o dilde nasıl telaffuz ediliyor. Sicili ziyadesiyle bozuk Foxconn isimli şirketin binlerce işçisinden biri. Artık müntehir. Tıpkı Koç Grubu’na ait Türk Traktör’de çalışan Yunus Emre Beyazıt gibi. Tıpkı karakolda gördüklerinin ardından hayata veda eden Onur Yaser Can gibi. Tıpkı “karşıdan karşıya geçerken eli bırakılan” şair Zafer Ekin Karabay gibi. Kendi isteğiyle, öz iradesiyle hayata bir mazruf bırakan, gidişiyle de konuşan insanlar. Linzi, Beyazıt, Can, Karabay ve daha nicesi. Linzi, insanlık dışı çalışma koşullarından söz ettiği şiirler de bıraktı dünyaya. Devrimci Proletarya dergisince tercüme edilen şu şiir mesela: Yalnızca şu gri ödeme çıktısını bekledim/ her ayın sonunda/ Bana gecikmiş bir teselli versin diye/ Bunun için eklemlerime,/ bunun için sözcüklerime eziyet edip durdum/ İşi asmayı reddettim,/ hastalık iznini reddettim,/ özel ihtiyaçlar iznini reddettim/ Geç kalmayı reddettim, erken çıkmayı reddettim/ Montaj hattının başında/ demirdenmiş gibi dikiliyorum,/ ellerim sanki uçuyor,/ Kaç gün boyunca, kaç gece boyunca,/ Ayaktayken -tıpkı böyle- uykuya dalıp gittim?”
Bu şiirden sonra “dünyanın bütün ayaktayken uykuya dalıp gidenleri birleşin” desek, kim bize ne diyebilir? Ağıt yakmayı zaten biliyoruz da, yumruk yapmayı da bildiğimizi unutmuyoruz.

“Nasıl bitiyordu o şarkı?
İsterse uçsun turnalar,
İsterse gitsin gökyüzü
Alıp kanatlarına bulutlarını rüzgârın.”

*Şair / Twitter
@bahcelikusur

Evrensel'i Takip Et