23 Kasım 2014 05:33

Geçim zorlukları ve öz canına kıyma

Yaşar Nezihe bugünkü dille yazmaya çalıştığım “Rah-ı Maişet/Geçim Yolu” şiirinin başında nakış-dikişle geçinmenin zorluklarını böyle anlatır. Şiirin devamında bu geçim yolunu “vahşet” olarak tanımlar. Birinci Dünya Savaşı İstanbul’unda kocası bir başka kadının peşine takılıp gidince tek başına üç çocuğuna bakmak zorunda kalmış bir kadının çığlıklarıdır şiirde yankılanan.

Geçim zorlukları ve  öz canına kıyma

Sennur SEZER

Bir aciz iğne elimde, önümde bir gergef,
Belaya, sıkıntıya, üzüntülere gönlüm oldu hedef
Kuru bir ekmek için durmadan  uğraşır çalışırım
Geçim belası, sıkıntısıyla kahrolur giderim
İter durur beni demirden bir el simsiyah
Dikenli, taşlı, inişli, yokuşlu bir yola ah!
İlerledikçe bu taşlıklı yolda ağlayıp inleyerek
Görünmeyen birinin sesi bu sözleri  eder tekrar:
“Hayatın işte bu yol, yazgın karanlıklar
Çamur, diken, uçurum, sonu gelmez taşlıklar,
İlerle! Geri dönüşün hayal artık, zavallı kadın,
Kırılsa da yürü bedbaht, elin, kolun, kanadın!”
    
Yaşar Nezihe bugünkü dille yazmaya çalıştığım “Rah-ı Maişet/Geçim Yolu” şiirinin başında nakış-dikişle geçinmenin zorluklarını böyle anlatır. Şiirin devamında bu geçim yolunu “vahşet” olarak tanımlar. Birinci Dünya Savaşı İstanbul’unda kocası bir başka kadının peşine takılıp gidince tek başına üç çocuğuna bakmak zorunda kalmış bir kadının çığlıklarıdır şiirde yankılanan. Bir süre sonra iki oğlu açlıktan ölecek, Yaşar Nezihe kalan tek çocuğu Vedad’ın  ölümünü yaşamamak için canına kıymayı  düşünecektir. Yaklaşık 1922  yılıdır.  Oğlunu yalnız bırakmamak için ona birlikte ölmeyi önerir:

“Bu şanlı ölümümüzü dalgalar selamlayacak
Düşünme ölümümüze var mı kimse ağlayacak?”

Yaşar Nezihe vahşi yaşam ve çalışma koşulları karşısında pes etmez. Bir süre sonra Aydınlık Dergisinde yazmaya başlayacak, 1 Mayıs, Mürettipler Grevi, Dünyanın Gerçek Baharı konularını dile getirecek, 1925 yılındaki tevkifatta da gözaltına alınacaktır. Tevkifattan sonra dergilerde görünmez. Yaşar Nezihe Hanım 1934’te Bükülmez soyadını alacaktır.

Türk edebiyatının bu ilk sosyalist işçi kadın şairini iş koşulları yüzünden özcanına kıyan Çinli işçi yüzünden anımsadım: Xu Linzi(1990-2014), kırsaldan yoksulluk içinde kente, fabrikalara çalışmaya gelen milyonlarca göçmen işçiden biriydi. 3 yıl montaj hattında ölümüne çalıştığı Shenzen’deki Foxconn fabrikasında, şiir ve gazetecilik çalışmalarına daha fazla zaman ayırabilmek için büro işine geçmeyi umuyordu. Bu umudu gerçekleşmeyince başka şehirlere giderek, farklı işler aradı. ‘Uygun’ bir iş bulamayınca umutsuzluğa kapılarak, Ekim 2014’te intihar etti:
Raylar boyunca koşuyor, şehir denen yere varıyoruz
şehre; gençliğimizi ve etimizi sattığımız yere
ama sonunda satacak bir şey kalmıyor,
öksürüğümüzden ve kemiklerimizden başka.
Xu Linzi, iyi bir şairmiş:
Demirden yapılmış bir mehtabı çiğneyip yuttum
Onlar buna bir çivi diyorlar
Bu endüstriel lağım pisliğini, işsizlik istatistiklerini çiğneyip yuttum
Makinelerde kamburu çıkmış gençlik vaktinden önce ölüyor
İtişip kakışmayı ve mahrumiyeti çiğneyip yuttum
Yaya köprülerini, pasla kaplanmış hayatı çiğneyip yuttum
Daha fazlasını çiğneyip yutamaz hale geldim
Tüm çiğneyip yuttuklarım şimdi gırtlağımdan geri fışkırıyor
Atalarımın toprağında saçılıyor
Utanç verici bir şiire karışıyor*

Aynı günlerde yurdumuzdaki bir intihar bu genç şairin intiharının altını çizdi. Türk Traktör Fabrikası işçilerinden Yunus Emre Beyazıt altı ay önce işsiz kaldı. Ailesinin ifadesine göre haksızlığa sessiz kalmadığı için işyerinde yöneticilerle tartışmış, işten çıkarılmıştı. Yine ailenin ifadesine göre işsiz kaldıktan sonra ruh sağlığı bozulmuş, evde eşiyle de sorunlar yaşamaya başlamıştı. Türk Traktör firmasına dava açmıştı ama yargılamanın sonucunu beklemedi Yunus Emre Beyazıt, geçtiğimiz günlerde canına kıydı.
Kapitalizmin yalnız bırakarak  ezdiği, canına kıymaya zorladığı işçilerin ne ilki ne de sonu Yunus Emre Beyazıt ile Xu Linzi.

Kapitalizmin sömürüsüne ve acımasızlığına karşı koymanın tek yolu yalnız kalmamak, örgütlenmektir. Demiryollarında makinist-ateşçi olarak günde 10-12 saat çalışan  Nikola Vaptsarov’un (7/12/1909-23/7/1942) “Karşılıklı Kavga ”(Çev:Erdal Alova) şiirini hatırlayalım:
Ellerimizi kenetledik seninle,
ve amansız bir kavgaya tutuştuk.
Bu kandır damlayan yüreğimde,
sende hal kalmamış, Öyleyse?
Biri düşecek,
birimiz yenilecek
ve sensin yenilecek olan.

Kuşkun mu var? Korkmuyorsun öyle mi?!
Ama her hareketimi hesapladım ben,
topladım bütün cesaretimi
ve yenilip gideceksin sen
ey yozlaşmış, berbat hayat.
(...)
Ben oradayım
buradayım.-
Ben her yerdeyim.
Teksas’ta bir işçi,
Cezayir’de bir hamal,
şairim.
Her yerdeyim ben!
Her yerde!
(...)
Yanıyorum,
yanıyorsun
sen,
ikimiz de
kan ter içinde.
Ama, sen bitiyorsun
zayıflıyorsun,
düşünüyorsun güçten.

Bu yüzden acımadan ısırman,
belki de
ecelin geldiğinden...
O zaman,
hep birlikte,
senin yerine,
ter ve emekle
bir hayat kuracağız
istenen
ve gereksinen
ama
ne hayat olacak!

Evrensel'i Takip Et