28 Kasım 2014 11:56

Şehirler ve üniversiteler

Uludağ Üniversitesi 50 bin civarında öğrencinin bulunduğu, şehrin dışında bir üniversite, kendine yeni bir semt yaratmış. Bu semti yaratmakla da kalmamış kapitalist dünyanın bütün politikalarını cazip halde semte almış durumda

Paylaş

Eren ÖNER
Uludağ Üniversitesi

Şehirleri ve üniversiteleri irdelemek istedim Uludağ Üniversitesi’nin kapısından girdiğim anda hatta Bursa şehrine girdiğim anda. İki tür üniversite ele alarak başlayalım.

İlk olarak ihtiyaç olan ve olması gereken üniversite nasıl olmalı?
Tabi buna dair sayfalarca yazı yazmak mümkün ancak yazı başlığında da belirttiğim gibi şehirler ve üniversiteler ile alakalı bir şeylerden bahsedeceğim. Üniversiteler bulundukları şehirlerde insanların hayatını etkileyen, insanları sosyal, kültürel, ekonomik ve politik açıdan değiştiren ve dönüştüren güç, hayata etki eden bir faktör olmalıdırlar. Yani demek istediğim; bilim üretmesi, insanlığı ve insanları birçok noktada ilerletmesi gerekmektedir üniversitelerin.
Ne yani üniversiteler bulundukları şehirlerde şehri ve insanı etkilemiyor mu?
Elbette ki etkiliyor. Nasıl?

MEKANSAL AYRIŞMA

Üniversiteler şehri etkilemekle kalmayıp değiştiriyor da. Ancak bu değişim kapitalist sistemin istediği boyutlarda kalmıştır. Kapitalist sistem var olmaya başladığından beri ayrışma kimlikler üzerinden değil, sınıfsal farklılıklar üzerinden ortaya çıkmıştır. Kapitalizm insanları mekanlara ayırırken kimliğine göre değil sınıfına göre ayırmıştır. Elbette ülkemiz için kimlik ile ilgili olan mekan ayrışmaları devam etmektedir. Fakat çevrenize baktığınızda göreceğiniz üzere işçi-yoksul-emekçi semtleri olarak bölünen semtler kimlikler üzerinden caddelere ve sokaklara bölünmüştür. Şimdi gelelim bu ayrışmaların üniversite öğrencileri üzerindeki etkilerine. Bursa’ya Uludağ  Üniversitesi’ne dönüyorum.

“Kapitalizm bir yüzyıldan bu yana kendi iç çelişkilerini (çözmese bile) yumuşatmayı becerebilmiş ve ‘büyümenin’ sağlanmasında başarılı olmuştur. Bunun, ne pahasına olduğunu kestirebilmekten uzağız ancak araçlarını biliyoruz: Mekana yerleşerek ve bir mekan üreterek.”*

Uludağ Üniversitesi 50 bin civarında öğrencinin bulunduğu, şehrin dışında bir üniversite, kendine yeni bir semt yaratmış. Bu semti yaratmakla da kalmamış kapitalist dünyanın bütün politikalarını cazip halde semte almış durumda.

Görükle diye bir semt. Bursa şehrinden, şehrin
yaşantısından kopuk, şehirle olan sosyal Bağlarını kesmiş durumda. Biliyorum Türkiye’deki birkaç üniversiteyi dışında tutarsak birçoğunuza tanıdık geldi bu durum. Tabi bu üniversite öğrencilerinin değil kapitalist sistemin planladığı ve zamanla öğrencilere cazip tekliflerle çekici hale getirdiği hatta koruttuğu bir durum haline geldi.

“Yaratılan mekan, modern kentte de benzer bir ideolojik amaca sahiptir. Kısmen toplumdaki egemen grup ve kurumların yürürlükteki ideolojisini yansıtır, kısmen de piyasa güçlerinin, hiç kimsenin özellikle arzu etmediği sonuçlar doğuruveren dinamikleri tarafından şekillendirilir. Bu anlamda kentsellik hala sanayi kapitalizminin ihtiyaçları tarafından sürüklenmektedir.

Artığın üretimi, mülk edinilmesi ve dolaşımı, kentselliğin iç dinamiklerine bağlı olmamış, sanayi toplumunun getirdiği koşullar tarafından düzenlenmeye devam etmiştir. Mekanı yaratma, kentsel farklılaşma getiren güçlere yaratıcı bir yön verme fırsatımız var ama bu fırsatları yakalayabilmek için kentleri yabancı çevreler olarak yaratan, kentselleşmeyi bireysel ve ortaklaşa amaçlarımıza yabancı yönlere süren güçlere karşı koymamız gerekiyor.”**

İKİ SEÇENEK VAR

Anladık, kapitalizme daha net bağlasan şu işi. Bağlayalım. Kapitalizm kendi çıkarlarını korumak için her türlü yolu düşünüyor. Gençlik geleceğin ne olacağını, neyin nasıl gelişeceğine somut olarak karar veren kesim. Üniversite gençliği kafası en açık; değişmeye, değiştirmeye en kolay adapte olan insanlar. Sistem kendisine muhalif ve sisteme karşı hareket eden bir gençlikten korkmuştur. Bu doğrultuda gençliği sorunlarına, işçilere, emekçilere, kente yabancılaştırmıştır.

Aslında burada bir tercih ile karşı karşıya. Öğrenci semtinde oturacak, sistemin ona öngördüğü, olmasını istediği yani; politikadan uzak, kentin insanlarından ve sorunlarından kopuk, bilimle, felsefeyle olan bağı sistemin istediği kadar ve sistemi geliştirecek kadar olan tarafı seçecek. Ya da üniversitesinin gerçekten hakimi olarak politikayla, insanların sorunlarıyla, kendi sorunlarıyla, insanlıktan yana olan bilimi felsefeyi seçecek. Ya ona dayatılan zorla verilenlerle istemediği ancak öyle mutlu olabileceğini düşündüğü bir hayatı seçecek. Ya da bütün insanlarla birlikte özgürleşecek.

İki seçeneğimiz var. Kendi hayatımızın akışına müdahale etmek ya da sistemin bir parçası haline gelip kendimizi kaybetmektir.

*Kesinlikle incelenmeli
 **David Harvey
Sosyal Adalet ve Şehir

ÖNCEKİ HABER

'Bonzaiye savaş açıyoruz'

SONRAKİ HABER

Yayın yasağına itirazlar reddedildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa