Avrupa’da Putin düşmanlığı artıyor
Bir kaç haftadır sosyal medyada Putin ile ilgili İngilizce bir espri dolaşıyor. “Eğer ördek gibi yürüyorsa, ördeğe benziyorsa ve ördek olmadığını iddia ediyorsa büyük ihtimal Vladimir Putin’in ördeğidir”.
Bir kaç haftadır sosyal medyada Putin ile ilgili İngilizce bir espri dolaşıyor. “Eğer ördek gibi yürüyorsa, ördeğe benziyorsa ve ördek olmadığını iddia ediyorsa büyük ihtimal Vladimir Putin’in ördeğidir”.
Bu ‘espri’yi Batı ülkeleri için de uyarlamak oldukça uygun. Batı ülkelerinde Ukrayna ve Ortadoğu’da yaşananların tek kaynağı Putin diye göstermek için büyük bir çaba var. İngilterenin sağcı basını, Daily Telegraph, Suriye’deki katliamın tek sorumlusunu Esad ve Putin olarak yorumluyor ve Batı ülkelerinin bölgedeki rolünü göz ardı ediyor.
Ukrayna konusunda Almanya saldırgan tavrını sürdürüyor. Bir yandan Merkel’in Putin’e yönelik açıklamaları devam ederken diğer yandan önceki gün Mecliste yapılan bütçe görüşmelerinde bile Ukrayna neredeyse başrol oynadı. Ana akım medya ezici çoğunlukla Ukrayna’yı bahane ederek Rusya düşmanlığını kışkırtıyor.
Diğer yandan Libya’da Kaddafi rejimin yıkılmasından sonra ülke parçalanmanın eşiğinde. İki ayrı “hükümet” ve “Meclis” var ama doğru dürüst bir yetkileri yok. Kendi aralarında ciddi çelişkileri var. Bu ortamda ülkenin güneyinde, cihatçı güçler güçlenmeye devam ediyor. Bu durum hem komşu Mısır için hem de Batılı güçler, özellikle de bölgede önemli çıkarları olan Fransa’yı rahatsız ediyor. Bu hafta sizlere Fransa basınından ise Mısır ve Fransa’nın göruşmesini değerlendiren yazı sunuyoruz.
Suriye’deki barışın kilit ismi: Putin
Daily Telegraph
Başyazı
Rusya'nın Esad’la olan kuvvetli ittifakı IŞİD’in büyümesini sağlıyor. Hükümet için IŞİD, ülkenin güvenliğini ciddi biçimde tehdit ediyor ve yeni çıkartılan terrörle mücadele önergesi de böyle gerekçelendiriliyor. Bazı açılardan özgürlüğümüzü kısıtlayacak bu yeni yasa önergesini değerlendirirken, tehlikeyi doğuran koşulları dikkate almamızda yarar var. Suriye’deki iç savaş, IŞİD’in Irak’ta etkisini gösteren marjinal bir grup olmaktan çıkıp, el Kaide’den sonra en tehlikeli terörist hareketi olmasını sağladı.
Suriye, kanlar içinde ülkeyi talan eden yolu izledi ve ülke şu an yeni nesil cihatçılar için sığınak ve eğitim alanı haline geldi. Bu trajedinin asıl sorumlusu Cumhurbaşkanı Beşar Esad. Kendisine zamanında, 2011 Suriye devrimi sürecinde, sunulan barış önerilerini kabul etseydi ve makamını haysiyetli bir şekilde bıraksaydı üç yıldır süren bu felaket önlenebilirdi.
Buna karşı Esad siyasi konumunu korumak için ülkesini feda etmeyi seçti. Suriye’nin Sünni halkını radikalleştirmek ve İŞİD’e fırsat yaratmak için daha etkili bir yöntem hayal bile edilemezdi. Esad’ı bu güzergahında destekleyenler yani Rusya, İran ve Hizbullah, ortaklaşa sorumluluk almalı. Dün, Sochi de Suriye Dışişleri Bakanı, Walid al-Muallem, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin ile buluştu. Şu ana kadar Esad Moskova ile sıkı bir ilişkiye sahip oldu. Fakat, tuhaf olan, Rus dışişleri siyaseti her şeyden önce istikrarı önemsediğini söylüyor. İnanılması güç bir zihinsel körlükle, Putin Esad’ın Ortadoğu’daki bölgesel istikrarın en büyük düşmanı olduğunu görmüyor. Putin eğer fikrini değiştirebilse ve iç savaşın son bulması için yapılan yeni diplomasi çalışmalarına Esad’ın riayet etmesini sağlayabilirse, IŞİD çok büyük bir darbe alır.
Çeviren: Çağdaş Canbolat
Avrupa düşman yaratmaktan kurtulmalı
Holger SCHMALE
Berliner Zeitung
Batı, Ukrayna krizinin sadece Rusya’dan kaynaklanmadığı ve kışkırtılmadığını yavaş yavaş kavramaya başlıyor. Bu konuda Willy Brandt’ın sürdürdüğü politikanın hatırlanılması yardımcı olabilir.
Savaş sonrası SPD’nin ilk başkanlığını yapan Kurt Schumacher, politikanın gerçekliğin görülmesiyle başladığını söylemişti. Çok basit bir söylem ama gerçeğe yakın politika yapılması için vazgeçilmez olan bir tanımlama bu.
Bu anlayışı Schumacher’den sonra SPD başkanı olan Willy Brandt, Egon Bahr ile birlikte Doğu politikasının çıkış noktası yapmıştı. Almanya’nın iki tarafında da yaşam koşullarının iyileşmesine, ‘Soğuk Savaş’ içindeki Avrupa’da gerilimin azalmasına yol açan bu politika Brandt’a Nobel Barış Ödülü verile-rek taçlandırıldı.
Helmut Schmidt, Gerhard Schröder ve Egon Bahr gibi eski sosyal demokratların şimdiki çatışmada bir yandan Putin’i anlamaya çalışırken diğer yandan sorunun diyalogla çözümü için çaba harcamasını anlayamayanlar işte bu politika ile kafalarındaki tüm sorulara cevap bulmuş olurlar. CDU ve CSU’nun Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in Rusya politikasına güvensizlik duymasının nedeni de onların Brandt’ın doğu politikasına geleneksel karşıtlıklarından kaynaklanmaktadır.
Balkanlar’daki gelişmeleri bir yana bırakırsak uzun süreden beri Avrupa’da barış içinde yaşamakta olmamız kıtamızda çok tehlikeli günler geçirdiğimizi unutmamıza yol açmış olmalı. Bu tehlikelerin doruğu 1961 yılında duvarın bir tarafına Sovyet, diğer tarafına ABD tanklarının dizildiği dönemdi. Batıda yaşayan Almanların çoğu ABD’nin saldırarak özgürlüklerini savunmasını istiyorlardı muhtemelen. ABD Başkanı Kennedy sakin davranarak Berlin Belediye Başkanı Willy Brandt’a, duvarın ancak savaşla yıkılabileceğini bildirdi. Savaş kimsenin yararına olmayacaktı.
Bu, daha sonra ‘Yakınlaşarak Değişim’ adını alan küçük adımlar politikasının çıkış noktasıydı. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik agresif politikasının çıkış noktası da bu olmalı. Nasıl o zaman duvarın örülmesi gerçeklik idiyse şimdi de Kırım’ın, Ruslar tarafından işgal edilmiş olması gerçeklik.
Bu durum problem olarak bir parantez içine konulmalı ama geriye dönüş mümkün olmadığı kabul edilerek Ukrayna ile Rusya arasında çıkar dengesi sağlamak için adım atılmalı. Matthias Platzeck’in işgalin tanınması şeklindeki talihsiz formülasyonunun ardındaki gerçek de bu zaten.
O ve onun gibi düşünen sosyal demokratların Willy Brandt’ın yolunu izledikleri açık. O zaman olduğu gibi şimdi de Hristiyan Birlik partilerine mensup politikacıların onları Putinseverler ve politikayı da ‘Boyun Eğerek Değişim Politikası’ olarak niteleyip alay etmesi dünyadaki gelişmeleri dost-düşman mekanik ayrımıyla görmeleri ve çözüm yerine çatışmayı körüklemelerinden başka birşey değil. Çözüm arayanların karşı tarafın düşünce dünyasına girmesi, perspektiflerini irdelemesi zorunludur. Bunun için karşı tarafın düşüncelerini kabul etmek gerekmez ve yapılan da boyun eğmek değildir.
Tabii ki Avrupa ve dünya çapında jeopolitik koşullar duvarın örüldüğü döneme göre çok değişti. Ancak Rusya ile Batı arasındaki ilişki maalesef alıştığımız şekilde devam ediyor ve Soğuk Savaş’ dönemine geri dönülebileceğinden söz ediliyor. Uluslararası politikada özellikle de dünya politikasında etkili bölgelerde jeopolitik olarak çok şeyin değişmediği ortada. Bu konuda en son örneği Irak savaşı sırasındaki tavırlarıyla önce ABD, sonra Rusya, daha sonra da Çin gösterdiler.
Şimdilerde de eskiden denenmiş yöntemlerle politika yapılması olasılığı bazılarının düşündüğü gibi pek de kolay olacak birşey değil. Batı, Ukrayna krizinin sadece Rusya’dan kaynaklanmadığı ve kışkırtılmadığını yavaş yavaş kavramaya başlıyor. Bu hafta Der Spiegel dergisinin kapağında Putin ve Merkel’in tehlikeli güç denemesi yapan soğuk savaşçılar olarak gösterilmesi dikkat çeken bir perspektif değişiminin işareti. Bu durumda uzun vadeli düşünen Willy Brandt’ın Avrupa’yı tehlikeli Doğu-Batı arasındaki gerilimden çıkarıp çatışmasızlık dönemine geçiren metotlarını hatırlamak akıllıca olacaktır.
Çeviren: Semra Çelik
Sisi ve Hollande görüşmesinin merkezinde Libya krizi vardı
Georges MALBRUNOT
Le Figaro
Geçmişteki karşılıklı suçlamaları bir tarafa bırakıp Fransa çarşamba günü Mareşal-Başkan Abdel Fattah el-Sisi’yi karşılamak için kırmızı halıyı serdi. 2013 yazında başkan olmasından bu yana Mısırlı lider ilk defa Fransa’ya geldi ve Elysee Sarayı’nda François Hollande ile kahvaltı yaptı. Ardından Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’le buluştu ve akşam Savunma bakanı Jean-Yves Le Drian ile bir araya geldi. Fransa’nın daha önce dillendirdiği İslamcı ve liberal muhalifin Mısırlı güvenlik güçleri tarafından bastırılmasına yönelik suçlamaları, bu sefer unutuldu ve cihatçı tehlikeye karşı ortak mücadele öne çıkartıldı. Paris açısından olduğu gibi Kahire için de bu tehditin yaşandığı yerlerden birisi Libya.
Mısır, kendisine sadece 300 kilometre olan ve cihatçıların güçlü olduğu, geçenlerde de 3 bin radikal dincinin İŞID’e bağlanma yemini ettiği Libya’nın Derna şehrinden kendisine sıçramasından korkuyor. Kahire kendi topraklarında aktif olan gruplar için, özelikle de Sinai’yi de, Libyalı cihatçıların militan ve silah geçirmesinden korkuyor. Hollande ile görüşmesinden sonra basın toplantısında Sissi, “takfirizmin (kafir anlamında) tüm bölgeye yaygınlaşmasında Libya önemli bir yer olabilir” diyerek tedirginliğini dile getirdi.
Ama Paris ve Kahire aynı tedirginliği paylaşmalarına karşın, krizin çözülmesi için farklı yaklaşımları var. Paris için öncülük güney Libya’ya, yani Kaddafi rejiminin yıkılmasının ardından merkezi devletin dağılmasının bir sonucu olarak cihatçı güçlerin Sahel’de toplanmasına, burada onlara karşı mücadeleye öncülük tanınması gerekiyor. Aynı basın açıklamasında François Hollande “Libya’lı yetkililerin tüm ülkede otoritelerinin artması için ortak çalışmamız gerekiyor” dedi ve basının önünde Mısır rejiminin insan hakları ihlallerine hiç değinmedi. [...]
Bu Libya kaosu içinde Mısır, Libya ordusuna yardım etmeye karar verdi, özelliklede cihatçı güçlerle savaşan general Aftar’ın askerlerine askeri olarak yardım edecek. Ve diğer müttefiklerinin, başta Birleşik Arap Emirlikleri’nin havadan bombalamalarını kolaylaştıracak.
Yalnız müdahaleyi reddetmemekle birlikte, Paris Libya ve Irak’da yaşananların olmaması, yani yapısal bölünmelerin yaşanmasını engellemek için, Libyalı güçler arasında bir diyaloğun oluşmasının önemine dikkat çekiyor. Dosyayı yakından takip eden bölgedeki bir Fransız diplomat “Libya’nın parçalanmasını engellemek için çok az zaman kaldı, önümüzde en fazla 6 ay vardır, daha fazla yok” diye ifade ediyor.
İki ayrı hükümete bölünmüş bir ülkede durumu düzeltmek için, Kahire “En kısa zaman içinde” Batı’nın Güney Libya’da cihatçıların kontrol ettikleri nok-taları bombalaması gerektiğini düşünüyor. Bugün Paris ve Kahire arasında hava yatışmadan yana esiyor olmasına rağmen, Sissi ve generalleri her fırsatta Libya devletinin dağılmasında, Fransa’nın Kolonel Kaddafi’yi yıkmak için başını çektiği askeri operasyondaki sorumluluğunu hatırlatmaktan hiç geri kalmıyorlar.
Çeviren: Deniz Uztopal