30 Kasım 2014 04:15
/
Güncelleme: 11:50

Gezi Parkı, Topçu Kışlası ve ‘Katılımcılık’ oyunu

Topçu Kışlası için halkoylaması yapmak fikri ne kadar da demokratik, değil mi? Önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2015–2019 Stratejik Planı’nda Topçu Kışlası Restitüsyon Projesi’nin yer aldığı haberleriyle uyarıldık.

Gezi Parkı, Topçu Kışlası ve  ‘Katılımcılık’ oyunu

Yaşar ADANALI

Topçu Kışlası için halkoylaması yapmak fikri ne kadar da demokratik, değil mi?
Önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2015–2019 Stratejik Planı’nda Topçu Kışlası Restitüsyon Projesi’nin yer aldığı haberleriyle uyarıldık. Haliyle, bütün yaşananlardan, kaybedilen canlardan sonra bile Kışla ısrarının devam ettiğini teyit etmiş olduk. Tek adam siyasetinin, merkezden yönetilen ‘yerel’ yönetimin ve sürdürülmek istenen gerilim politikalarının doğal sonucu olan bu ısrar aslında kimseyi de şaşırtmadı...
Ancak bu bilginin hemen ertesinde, bir kere daha ‘dozerler Gezi Parkı’na girdi’ haberleriyle yüreğimiz ağzımıza geldi. 19 Kasım’da, Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan saatlerde, Gezi Parkı’nın Cumhuriyet Caddesi’ne bakan tarafında, dar kaldırımda yer alan ve dolayısıyla kaldırımı daha da darlaştıran otobüs durağının Park’ın içine alınması için yapılan koruma kurulundan izinsiz müdahale eylemci yurttaşların tepkisi sonucu durduruldu. Durak kaldırıldı.
Bu olayın hemen ardından, Taksim Tramvay Durağı’nın da sessiz sedasız kaldırıldığına tanık olduk. Muhtemelen, otobüs ve tramvay duraklarının arka arkaya takılıp sökülmeleri birbirlerinden bağımsız olaylar. Ancak, ulaşım planlaması ötesindeki anlamlarından ötürü bu iki vakayı birlikte ele almak gerekir. Hatırlarsınız, Gezi Parkı Direnişi’nin sıcak günlerinde, 2013’ün Haziran ayı içinde İBB Başkanı Kadir Topbaş, katılımcılık vurgulu şu açıklamayı yapmıştı:
“Bütün projeler halkla paylaşılacak, halka anlatılacak ve görüşleri alınacak. Bir otobüs durağının yeri bile değişse halka sorulacak. Yol ve güzergâh değişikliğiyle ilgili bilgi verilecek.”
Gezi Parkı’na 28 Mayıs 2013 tarihinde yapılan müdahale sonrası gelişen olayların sebebi olarak karar alma süreçlerine yurttaşların yeterince katılamadığını gören, halkın görüşlerinin yok sayıldığını itiraf eden bu açıklamada geçen ‘otobüs durağı’ vurgusu ister göz boyamak için, ister gerçek bir katılım ölçütü olarak söylenmiş olsun, yukarıdaki örneklerden bakınca bugün daha da ilginç bir hal almış durumda. Belki de kentin nabzının en hızlı attığı, kentin en hassas noktasında, tam da Topbaş’ın belirttiği gibi durakların yerleri değişiyor, ancak bu yapılmak istenen değişiklik hakkında ne yurttaşlara soruluyor, ne de onlarla bilgi paylaşılıyor. Türkiye’de yerel yönetimlerin sık sık sorumsuz ve hesapsız davrandıklarını biliyoruz. Ancak eşiklerini her zaman biraz daha aşmayı başarıyorlar. Otobüs durağı ironisi ve Topçu Kışlası ‘gerilimi’ sonrası İBB’nin yaptığı stratejik plan açıklaması ise şu şekildeydi:
“Taksim Topçu Kışlası Restitüsyon Projesi ile ilgili olarak, devam eden dava sonucunda mahkemeden ‘yapılamaz’ kararı çıkması halinde projenin iptal edileceği ‘yapılabilir’ kararı çıkması durumunda yeniden değerlendirmeye alınacağı, projenin devamı yönünde bir karar alınması halinde bile bunun halkoyuna (plebisit) sunulacağı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından ifade edilmişti.”
Açıklama ile ‘hukuka saygılı’ ve ‘plebisit öneren katılımcı bir yerel yönetim’ imajlarının altı çizilmiş olsa bile, gerçeklerin bambaşka olduğunu  yaşanmış birçok örnek sayesinde biliyoruz. İşine gelmediğinde hiçe sayılan yargı kararları, yok sayılan koruma kurulları, bir türlü yürütmeyi durduramayan yürütmeyi durdurma kararları, yaratılan de-fakto olağanüstü hal rejimi, hukuksuzluğun norm olduğunu bize hatırlatıyor. Katılımcı bir yerel yönetimin ne olduğunu ise, riskli alan kararları alınan mahalle sakinlerine mi sorarsınız, yoksa henüz yakında yaşanmış otobüs durağı örneğine mi bakarsınız bilemem. Hani, İBB’nin ‘otobüsün rengini seçme’, ‘birbirine benzeyen 8 tip vapur tasarımından birini seçme’ gibi, oldukça ‘derinlikli’ katılımcılık örnekleri de yok değil.

Peki, Gezi Parkı konusunda hassasiyetini çok net bir şekilde kitlesel olarak zaten ortaya koymuş yurttaşlar varken; Gezi Parkı’na sahip çıkan, henüz milyonları ayaklandıran direniş patlak vermeden mücadele etmeye başlayan, farklı toplumsal aktörlerin mevcudiyeti biliniyorken, sanki ‘kamuoyunun’ bu konuda bir fikri oluşmamış, ne istediğini ortaya koymamış, nötr bir ortam varmış gibi ‘halkoyu’ kartını ‘meşrulaştırma’ aracı olarak ortaya sürmek de ne oluyor? ‘Katılımcılık’ mı?
Prensip olarak halkoylamasına karşı olmak tabi ki mümkün değil. İdeal olan, bir mevzuda alınacak herhangi bir kararın o mevzuyu doğrudan ilgilendiren kişileri bilgilendirerek, onların fikirlerine danışarak ve onlarla birlikte alınmasıdır. Demokratik olan budur. Ancak halkoylamasının yerel veya merkezi iktidarların elinde, kendi projelerini meşrulaştırmak için bir manipülasyon aracı olarak kullanılmasına karşı gelmek gerekir.
Halkoylaması, kamusal alanda nitelikli bir tartışmasının devamında yapılıyorsa, konunun gerçekten muhataplarını dahil ediyorsa, anlamlıdır elbet. Benim evimin veya sokağımın geleceğiyle alakalı karara, benim semtimde dahi oturmayan birinin katılımı anlamlı mıdır peki? Veya Gezi Parkı’nı her gün kullanan insanların, orayı mesken tutan kentin yoksullarının, parkı korumak için kurulan bir derneğin Topçu Kışlası ile ilgili görüşü, Gezi Parkı’na belki de hayatında hiç gitmemiş ve çok da umursamayan insanların görüşüyle salt çoğunluk yarışında eşitlemek demokratik midir? ‘İlgilenmiyorsa zaten oy da kullanmaz’ değil mi? Peki, mevcut kutuplaşma siyaseti içinde sırf ‘oy kullanılacak çünkü…’ dendiği için plebisite katılacaklar olmaz mı? Olur.
Yani mevzu otobüs durağı, plebisit, veya katılımcılık mevzusu değil canım kardeşim. Manevra yapabilmek için eldeki bütün araçları kullanma, bütün kartları oynama telaşı. Yoksa İBB’nin, ‘biz Topçu Kışlası Projesi’nden çoktan vazgeçtik, yeşil yeşil kalacak’ demesi gerçek anlamda bir katılımcılık, hem de toplumsal barış mesajı olmaz mıydı?

İlk olarak Mutlu Kent'te yayımlanmıştır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et