O genç bir yiğitti O, bir komünistti
Mahpuslar her koşulda haberleşmenin bir yolunu bulur ve bilir çünkü. “Nasılsın” diyorum ona aslında. “Seni seviyoruz” diyorum. O da benzer şeyler söylüyor bana çakmağının sesi ve öksürüğü ile... Hatta gülüyor öksürüğü; kucaklaşıyoruz sanki sımsıcak bir hasretle.

“Erdal’ım
darağaçlarında Denizleri yaşatan
körpecik fidanım benim”
Meral BEKAR
Yıl 1980, Şubat ayı. Erdal, bir hafta yoğun işkence gördükten sonra Mamak Askeri Cezaevi A Blok Tecrit hücrelerinden birine konuldu. 12 Eylül’e daha 7 ay var ama sıkıyönetim olduğu için, boykot, okul işgali, afişleme, yazılama, korsan miting vb. suç(!)lardan her gün onlarca liseli genç kız geliyor koğuşumuza. Koğuş penceremizden erkek arkadaşlarla konuşabiliyoruz o zamanlar. Erdal her havalandırmaya çıktığında bizim penceremiz önüne gelir, biz havalandırmaya çıktığımızda da bizim kızlar bir köşede öbekleşip türküler söylerdi Erdal için. Kimi zaman kaptırıp ağıtlar söyledikleri de oluyordu. Ağıta geçtiklerinde, hadi, tamam artık diye kasvetli havayı dağıtmaya çalışıyorduk biz büyükler ama aynı seremoni her gün tekrarlanırdı yine de... Tecritlerde o sıralar hücre kapıları gündüzleri açık olduğundan hücresinden koridora çıkıp, koridor penceresinden bizimle konuşabiliyordu Erdal. Bir gün Fatma’nın Erdal için yazdığı şiiri vermek istediler. Seslendiler, Erdal çıktı pencereye, kağıdı alıp, okumak için hücresine gitti ama gelmek bilmiyor bir türlü. Yine seslendiler, Erdal göründü pencerede. Duygulanmış; ben bu kadar övgüye layık mıyım diye utanmış biraz da... Yine görüşebilmek için ertesi günkü havalandırma saatini beklemek zorundaydık artık. Ne mi konuşurduk her gün? Her şeeey... Koğuşa yeni gelenleri tanıştırma, gazete haberleri, ülkedeki gelişmeler, koğuştan haberler, şakalaşmalar, espriler...
12 Eylül’e daha varmadan, bir erkek arkadaşın öldürülmesiyle sonuçlanan 28 Ağustos 1980 cezaevi operasyonundan sonra artık konuşmak şurda dursun, pencerelerden bakmak bile yasaktı. Ancak gizlenerek gözetledimizde gördüğümüz ise yasaklar, işkenceler, dayak, hakaret, küfür, aşağılama, baskı ve zulüm idi...
YIL 1980 13 ARALIK...
Günlerdir tetikteyiz artık. Ne zaman...? Bekliyoruz. Kulağımız, kalabalık ayak seslerinde geceleri... Ve her günkü gazete okumalarımızdan sonra, bir gün daha nefes almak ve yine beklemek kapkaranlık geceyi... O gün akşama doğru verilen gazetelerden öğrendik haberi... Koğuşumuzun mutfak bölümü tıka basa doldu 80 kadınla. Saygı duruşu, yavaş sesle söylenen türküler, ağıtlar, marşlar. Yüreklerimiz dopdolu, gözlerimiz çakmak çakmak yanıyor gözyaşlarımızla...
1980 Aralık ayının ilk günleri. Erdal özel bir hücreye alınmış; tekbaşına. Belli... İdam günü yakın. Görüş yerine giderken kepenkleri kapalı olan bu hücrenin önünde bekletiliyoruz. Kaçamak bir bakış, görüvermek gölgesinin bir ucunu ya da yüreğimizi aydınlatmak için yaktığı çakmağının cılız pırıltısının yansımasını; ya da duymak bizim için öksürdüğünü. Konuşmak yasak. “Eşyam gelmiş mi” diye ilerideki askere sesleniyorum. Askerle de konuşmak yasak ama Erdal anlar aslında ona seslendiğimi, onunla konuştuğumu. Mahpuslar her koşulda haberleşmenin bir yolunu bulur ve bilir çünkü. “Nasılsın” diyorum ona aslında. “Seni seviyoruz” diyorum. O da benzer şeyler söylüyor bana çakmağının sesi ve öksürüğü ile... Hatta gülüyor öksürüğü; kucaklaşıyoruz sanki sımsıcak bir hasretle.
Yıl 1981 13 Aralık. Mamak cezaevi kadın koğuşunun yarısı tabutluklarda. Kurallara uymayı reddettiğimiz için cezalıyız. Diğer 30 kadın da, biz koğuşa döndüğümüzde getirilecek. Tabutluk adını vermiştik, çünkü dikine konulmuş bir tabut gibiydi her bir hücre. Tabanı 90 santime 90 santimlik penceresiz hücrelere ikişer üçer doldurulmuştuk. Buz gibi soğuk bir rutubet ve karanlık. Birden bir ses çınladı sessiz taş duvarlarda... “O genç bir yiğitti o.” Her hücreden her bir kadın hep bir ağızdan büyük bir coşkuyla “O genç komünistti o.” diye devam ettirip sonuna kadar söyledik Erdal için bestelediğimiz ezgiyi. Yumruklarımız havada. Nöbetçi erlerden çıt çıkmıyor. Oysa hücre demirlerine coplarıyla vurup, bizi susturmaya çalışmaları beklenir. Kadınların bu güçlü cesur sesi nasıl da yakışmıştı Erdal’ın o körpecik yiğitliğine...
ERDAL’IM, 34 YIL GEÇTİ ARADAN
O körpecik bedenin ama kocamaaan aklın ve yüreğinle, seni kendi oğulları gibi bağrına basan halklarımızın belleğinde ve yüreğinde, çocuklarımızın isimlerindesin artık. Direnen gençlerimizin bugünkü mücadelelerinde; cana kıyıcıların bu günlerde katlettiği gençlerimize yaktığımız ağıtlardasın. Asalak, sömürücü bir sınıfın ve onların bugünkü iktidarının çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, barbarlığı karşısında, ezilen ve sömürülenlerin tertemiz alın terinde, emeğinde; yaşam tarzları, inançları, kimlikleri yok sayılan, inkar edilen gençlerimizin, bugünkü öfkesinde... Bugünkü öfkemizdesin.
O genç bir yiğitti o*
O genç komünistti O
küçücük gözleri
incecik elleri
kocaman kocaman yüreğiyle
Deniz’im, Yusuf’um, İnan’ım
tohum saçtınız çorak topraklara
ulaşmak istediğiniz hedefe varmak için
bu toprak elif elif işlendi
ve çelik su vere vere sertleşti
Suların çağıltısı
dağların uğultusu
halkının halkının onuruydu o
halkının halkının coşkusuydu o
Erdal’ım
darağaçlarında Denizleri yaşatan
körpecik fidanım benim
Andın andımız,
Sevdan sevdamız.
* Mamaklı Kadınların 6 Mayıs 1981 yılında Denizlerin idamının yıl dönümünde Erdal için yazdıkları ve besteledikleri şiir.
Evrensel'i Takip Et