Bu sadece hükümetle cemaat arasında bir mesele değil
Prof. Dr. Mithat Sancar, Hükümetin Cemaate karşı yaptığı operasyonun siyasi nitelikte olduğunu kaydetti. Hükümetle Cemaat arasındaki kavganın gidişatını demokrasi güçlerinin tutumuna bağlayan Sancar, “Güçlü bir cephe ya da güçlü toplumsal hareketlik oluşturulabilirse, bunun önü alınabilir” dedi.

Çağrı SARI
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mithat Sancar, 14 Aralık’taki operasyonla ilgili gazetemize değerlendirmelerde bulundu. AKP’nin izlediği çizgiyle hukuku içselleştirmediğini ortaya koyduğunu ifade eden Sancar, geçmişte bunun birçok örneğinin yaşandığını söyledi.
Cemaatin devletin içinde örgütlendiğini, hukuk dışı işler yaptığını, bunun en bariz örneğinin KCK davası olduğunu hatırlatan Sancar, “Cemaatin devlet içindeki birimleri masum değil” dedi. Ergenekon, Balyoz davalarında da benzeri durumlar yaşandığını belirten Sancar, bugün Türkiye’nin yaşadığı sıkıntının nedeninin devlet içindeki gayrimeşru örgütlenmelerin hukuk ve demokrasi çerçevesinde ele alınmamasından kaynaklandığını ifade etti.
17 ARALIK ÖNCESİ HAD BİLDİRME
Sancar, cemaate yapılan operasyonun 17 Aralık yolsuzluk operasyonunun yıl dönümüne denk gelmesine ilişkin de “Hükümetin güç gösterisinde bulunma ve psikolojik yöntemidir. Haddi bildirme ve kendini gücünü gösterme hırsıdır” dedi. Cemaatle ile hükümet arasındaki kavganın nasıl bir seyirle devam edeceğine dair sorumuza ise şöyle yanıt verdi: “Bu sadece ne Hükümetin ne de Cemaatin tutumuna bağlı. Esasında demokrasi güçlerinin tutumuna bağlı. Demokrasi güçleri buna karşı çıkabilecek güçlü bir cephe ya da güçlü toplumsal hareketlilik oluşturabilirse, bunun önünü alabilir. Sadece Hükümetle Cemaat arasındaki mesele olarak görmemek gerekir. Tıpkı Ergenekon’da Balyoz’da olduğu gibi... Karışmamak hataydı; o zaman haklıyı, doğruyu ayıracak bir demokratik durum vardı, bugün de bunun yapılması gerekir.”
GEÇMİŞLERİ SESSİZLİĞİN GEREKÇESİ OLMAMALI
Cemaat basınına yönelik baskı ve gözaltıların basın özgürlüğü çerçevesinde ele alınması gerektiğini kaydeden Sancar, şu ifadeleri kullandı: “Bir kişinin özgürlüklerini kötüye kullanması o kişinin özgürlüklerinden mahrum bırakmaya gerekçe değil. Cemaat basınının günahları çok, sicili bozuktur. Onların sicili ve geçmişi, yönelen baskılara sessiz kalmak ya da onaylamanın gerekçesi olamaz. Demokrasi ve hukuk çevresinde sahip çıkmak gerekiyor.”
ÇÖZÜM SÜRECİ DE ETKİLENİR
Mithat Sancar, 14 Aralık operasyonunun çözüm sürecine etkisine dair de şu değerlendirmede bulundu: “Hükümetin bu şekilde sürekli devlet içinde yerleşerek büyüme çabası sadece belli kesimleri ilgilendiren bir durum değil. Herkesi kaygılandıran bir durum. Diğer durumları olduğu gibi çözüm sürecini de olumsuz etkiler. Hükümet süreci kendi kontrolünde yürütmeyi hesaplıyor; hükümet takındığı bu tutumu sürdürdüğü ölçüde süreçte olumsuz ve derin krizler yaşanır, demokratik bir anlayışa yaklaşmadığı sürece kriz büyüyecektir.”
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE SALDIRI
Hükümeti alaşağı etmek üzere planlanan komploya dahil olmakla suçlanan ve odatv davasından yargılanan Ahmet Şık, gazetemize yaptığı açıklamada, kimin yazdığının önemi olmadan, mesleki prensipler söz konusuysa, bir gazetecinin yazdığı yazıdan dolayı yargılanmasının ‘Basın özgürlüğüne saldırı’ olduğunu söyledi. Ahmet Şık şöyle dedi: “Her şeyden önce savaşan taraflarla ittifak halindeydiler. Şu anda devletin paylaşımından çıkan sorun nedeniyle savaşıyorlar. Evet, bu bir intikam operasyonu ama intikam operasyonu olması dile gelen iddiaların yalan olduğu anlamına gelmiyor. Ancak AKP hep farkındaydı. Siyasal bir destek verdi. Yani bugün yeni fark etmiş gibi davranmak kamuoyunu aldatmaktır.
Her ne olursa olsun bir gazetenin genel yayın yönetmeninin, muhabirinin, yazarının yazdığı yazıdan dolayı yargılanması, basın özgürlüğüne saldırıdır. Kimin yazdığının önemi yok. Genel prensipler söz konusuysa, doğru sözü yanlış kişiler için de kurabiliriz. Bu durum basın özgürlüğüne müdahaledir. Bunu bilelim. İnsanların Cemaat medyasına öfkeli olması da anlaşılır. Çünkü bilerek ya da bilmeyerek ki bana göre bile isteye, kötü yayıncılık yaptılar. Biz meslek etiğine sahip çıkıyoruz. İlkemiz gereği yaptıklarının yanlış olduğunu söylemeye devam edeceğiz.”
‘ADALET AÇISINDAN ZEDELEYİCİ’
Yardımcı Doçent Doktor Nil Mutluer, operasyonu “basın özgürlüğü karşısında bir hamle” olarak değerelendirdi ve operasyonun yetersiz delillerle yapıldığını söyledi. Mutluer, “İddia edildiği gibi bir örgüt bağlantısı var ise elbette yargı süreci başlamalı ancak, o noktada daha somut delillerle gerçekleştirilmeli bu hukuki süreç. Zira bugün ve yıllardır Türkiye’de birçok siyasi davaya başka suçlar ilişkilendirilerek davalar karartılmaya çalışılmıştır. Bu da adalet açısından oldukça zedeleyicidir. Devletin üst düzey yöneticilerinden gelen bazı açıklamaların ardından , ister istemez operasyonun basın özgürlüğü ile alakalı olduğunu düşündürüyor.”
AKP’nin giderek otoriteleşmesinin yeni bir durum olmadığını söyleyen Mutluer “Gezi ile başlayan bir süreçten bahsedebiliriz. Veya Ergenekon, Balyoz, KCK gibi davalara yetersiz delillerle ilişkilendirilenleri düşündüğümüzde daha da geriye gidiyor bu durum. Ve hatta Türkiye’nin adalet sistemindeki birçok siyasi davada sonradan delil yaratıldığını ve yok edildiğini de biliyoruz. Ancak Gezi’den sonra bu gibi siyasi baskılar yasa haline geldi. Bu başka ciddi bir tehlike barındırıyor içerisinde. Demokratikleşme ve şeffaflaşma yerine otoriterleşme ve baskı. Üstelik bugün bunu sadece düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında değil, yaşam hakları bağlamında gündelik hayatta da yaşıyoruz. İşçi, kadın, LGBTİ birey veya ağaç öldürmek oldukça meşru fikirlerle birlikte.”
YİNE Mİ OPERASYON?
Turgay OLCAYTO*
Haftanın tatil gününe yoğun bir mesai ile başladı gazeteciler. 14 Aralık Pazar günü için iktidarın ısrarla “paralel yapı” yakıştırmasını kullandığı yazılı ve görsel basından gazetecilere “olağan şüpheliler” kapsamında gözaltılar için düğmeye basıldı.
Aslında yeni oluşturulan bir suç türü olağan şüphe. Çağdaş hukuk devletlerinde demokrasilerde görülmeyen ancak totaliter ülkelere has bir uygulama. Türkiye’de medya nicedir fevkalade güç koşullar altında hayatiyetini sürdürmeye çabalıyor. Devlet erkinin, iktidarın, bürokratların baskıları, ağır para cezaları istemiyle açılan davalar yetmezmiş gibi şimdi de nur topu gibi bir paralel yapı operasyonu bırakıldı kucağımıza. Düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması şöyle dursun yasaklamaların, sansürün ardı arkası kesilmiyor.
Bir de sosyal medyada boy gösteren twitter fenomenleri var. İstihbaratları tam isabet. Zaman gazetesine baskın diyor. Adalet Bakanı yalanlasa da iki gün sonra polis baskını gerçek oluyor. Ne var ki bu kez yapılan baskın daha medeni bir üslupta. Aralarında bir emniyet amirinin de olduğu 32 kişi alınıyor gözaltına. Zaman’ın, Samanyolu’nun üst düzey yöneticileri de. Somut suçlama, delil yok. Ama olağan şüpheli bunlar.
Şimdi burada duralım. Sahi biz nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Demokrasi bizim neremize düşüyor usta. Bir demokratik rejim söyleyin ki halkın gerçekleri öğrenme, bilgiye ulaşma kanalları tıkalı olsun. Gazeteler, gazeteciler arasında ayrımcılık son kerteye çıkmış olsun. Bir demokrasi düşünün ki olağan şüpheyle caddede yürüyen insanlar, bürosunda görev yapan iş adamları, gazetesini yayına hazırlayan genel yayın müdürü apar topar gözaltına alınsın. Temel insan hak ve özgürlükleri ayaklar altında çiğneniyor. Yargı her geçen gün biraz daha erozyona uğruyor. Söyler misiniz nerede var böyle yasaklar cenneti demokrasi?
14 Aralık operasyonunun tarihi de manidar! Şimdi biz basın meslek örgütlerine düşen görev basın mağdurlarının yanında olmaktır. Biz de TGC ve TGS olarak bunu yapıyoruz. Gazetecilere Özgürlük Platformu olarak tepkimizi gösteriyoruz. İktidarı bir kez daha çok sesliliğe ve demokrasinin kurum ve kurallarına saygı göstermeye çağırıyoruz.
Kanımca basında çok seslilik kadar bağımsız, bağlantısız habercilik yapmak önemli. Umuyorum ki meslek ilkelerini bir yana bırakan iktidarın sözcülüğüne soyunan, emek basınını, kendileri gibi düşünmeyen gazetecilerin tümünü iktidara, savcılara hedef gösteren gruplar da bu son operasyondan dersler çıkarabilsin. Hukuk bir gün herkese lazım olacaktır. Şimdi kendilerini güçlü ve dokunulmaz görenlere bile…
* Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı
‘ZAMANLAMA MANİDAR AMA KÖTÜ BİR TERCİH’
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Yüksel Taşkın, son operasyonla ilgili sorularımızı yanıtladı.
AKP iktidarıyla ortaklıkları sona eren Cemaatin yayın organlarına yapılan operasyonun 17 Aralık’ın yıldönümüne denk gelmesi, neyi gösteriyor?
Söz konusu hamle ülkemizde “hukukun üstünlüğünün” değil,” üstünler hukukunun” hakim olduğunu bir kez daha gösterdi. Bahsettiğiniz zamanlama manidar ama bana göre kötü bir tercih. Çünkü 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonlarını tekrar gündeme getirecek. AKP’li toplum mühendislerine çok fazla stratejik akıl atfetmemek lazım. Yolsuzlukların gündeme gelmesi onların hanesine zarar olarak yazılır.
Gözaltıların, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın operasyondan iki gün öncesinde “İnlerine girdik, giriyoruz” açıklamasının ardından gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada devletin, tehdit olarak algıladığı gruplara karşı hukuku bir araç olarak kullanma anlamındaki “zengin” tecrübesinden istifade edildiği açık. Hukuk yetmediği zamanlarda da “istisna” haller yaratılarak yola devam ediliyor. Ama sonuçta toplum çok fazla hırpalanıyor ve iktidar da meşruiyetini yitirmiş oluyor.
AKP’nin giderek otoriterleşmeye gittiğine dair eleştiriler söz konusu buna dair neler diyeceksiniz?
AKP’nin kuvvetler ayrılığını fiilen ortadan kaldırma girişimleri, 2015 seçimlerinden sonra başkanlık sistemine geçilerek taçlandırılmak isteniyor. Medya, eğitim, siyaset ve ekonomi denilen dört büyük alanın tamamı baskı altına alınmak isteniliyor. 2015 seçimleri çok kritik. Bana göre bu toplum mühendisliğini, onun hedefi olan toplum püskürtecektir. Toplumumuzun demokrasi mücadelelerinden süzdüğü deneyimleri, acı bedeller sonucu elde edilen birikimi hafife alan, yanılır.
Evrensel'i Takip Et