27 Temmuz 2011

İşçi sınıfı bu işlere ne diyecek?

Türkiye’de çok şey yaşanıyor: Sendikal talepler için eylem yapan işçilerin karşısına polis ve jandarma çıkarıldı. Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için işyerlerinde direniş yapmak bile suç sayılıyor. Sendikal örgütlenme özgürlüğü var, “Herkes istediği sendikaya üye olabilir” denilmesine, hatta “İki sendikaya bile üye olunabileceği” ileri sürülmesine karşın, sendikal örgütlenmeye adım atan işçiler ya işten atılıyor ya da “kara liste”ye alınıyor. İşçilerin bir dönemler uğruna bedeller ödeyerek kazanılmış bir hak durumuna getirdikleri kıdem tazminatının ortadan kaldırılması ya da göstermelik hale getirilmesi için hükümet manevraları devam ediyor. Parasız egitim istedikleri için gözaltına alınıp tutuklanan gençler zindan hücrelerinde yaşlanmaya bırakıldılar. Kanser hastaları, görme özürlüler hücrelerde ölüme terkedilmiş durumda.
Çok kısa bir süre öncesine kadar tümüyle ikiyüzlüce “kardeş”( !)diye sözüm ona kucaklaşılan Libya ve Suriye’ye karşı Amerikan emperyalistlerinin başını çektikleri NATO saldırganlığına “ev sahipliği” yapılıyor. Libya’nın bombalanmasına ve Suriye’nin dize getirilmesi için yürütülen sabotaj ve “içeriden yıkma” politikası doğrultusunda muhalif güçleri koordine toplantıları gerçekleştiriliyor.
Daha büyük ve tehdit edici olan ise, Türk-Kürt çatışmasını kışkırtan, kontra güçlerin aktivitesini artırmayı esas alan politikaların yeniden yoğunluk kazanmasıdır. Bunun kendiliğinden, öyle daha önceleri söylendiği türden “Duyarlı vatandaş tepkisi”(!) olarak maskelenebilecek olmaması, dolaysız olarak hükümet sözcüleri ve bizzat Başbakanın kendisi tarafından bir meydan okumayla kışkırtılmasıdır. Onlarca yıldır bir arada yaşayan, birbirlerini tanıyan, acılı-sevinçli günlerinde yanyana olan, aynı işyerlerinde çalışıp aynı semtlerde komşuluk yapan farklı milliyetlerden emekçilerin birbirlerine karşı öfkeyle hareket etmeleri için kontra güçler, “Bundan sonra farklı hareket edilecektir” açıklamasıyla harekete geçirilmiştir. Aydın’da, Trabzon’da ve en önemlisi de İstanbul Zeytinburnu’da yaşananları seyreden devlet ve hükümet “ricali”nin, yurttaşlara “Soğukkanlı olma ve provokasyonlara gelmeme”(!) çağrısı dahi yapmamış olmaları dikkat çekicidir. Sistem muhaliflerinin her açıklaması ve eylemine dava açmakta mahir savcılıklar, tekelci basının sayfalarından öfke kusan ve “Başlarım sizin şuyunuza” çığırtkanlığıyla-burada Kürt özgürlük istemlerinin hedef alındığı çok açıktır- “galeyana gelme”yi kışkırtanlara gösterilen “tolerans”, bir diger devlet tutumudur.
AKP ve hükümeti, “millet iradesini temsil”, ve “ülkeyi demokratikleştirme” iddialarıyla bu politikaları uygulamaktadır.  O, “ Gerici statükoyu yıkıyorum, ülkeyi demokratikleştireceğim” diyerek ve halk kitlelerinin sermaye ve partilerinin onlarca yıldır uyguladıkları antidemokratik yönetime; cuntacı, darbeci generallerin zorbalığına duydukları tepkiyi ve tüm çaresizliklerinin çaresini dine sarılarak bulacaklarını hayal eden on milyonlarca yoksulun duygularını istismar ederek ‘kendi devleti’ni oluşturma olanağı yarattı. Sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemlerinde ve sözde sivil iktidarların yönetiminde Kontrgerilla, JİTEM, Özel Harekat Dairesi, MİT gibi devlet kurumlarının doğrudan ya da Hizbullahçıları, Korucu çetelerini, kendilerine “ülkücü” adını veren faşist grupları kullanarak işledikleri cinayet, işkence, suikast ve Maraş-Çorum-Sivas olaylarında görülen büyük kitlesel katliam ve sabotajlara; gözaltı kayıplarına, işkencelere ve “faili mechül”e getirilmiş yok etme eylemlerine duyulan büyük öfkeyi, “demokratikleşme”- “demokratik açılım” söylem ve vaatleriyle yedeklemeye girişti ve Amerikancı-Avrupacı liberal “aydın” çevreleri başta olmak üzere genişçe bir kesimi yanına çekmeyi başardı. Başından beri ve kesintiye getirmeksizin büyük sermayenin çıkarlarını esas almasına; uluslararası tekellere ve ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist devletlere hizmet eden politikalar izlemesine rağmen, yaptığı anlaşmalar, vergi indirimleri, sermaye hareketlerine sınırsız serbestlik ve düşük ücret politikası bu güçlerin çıkarlarını esas almasına rağmen, güçlü ve yaygın propaganda seferberliğiyle tüm yapılanları “halk için” göstermeyi de önemli oranda başararak bugünkü konumuna oturdu. Bugün izlemekte olduğu politikalar, “Kesin hakimiyet benim elimde” anlayışına uygun düşen diktatöryal politikalardır. Hak ve özgürlük karşıtı, demokratik hak kullanımını ret eden politikalardır.
AKP ve hükümetinin bu politikaları, onun sınıf karakteriyle, temsil ettiği sermaye kesimlerinin antidemokratik karakteriyle doğrudan bağlıdır; ona uygundur. İşçi sınıfı ve emekçilerin tüm kesimleri bu politikaların ülkeyi daha fazla çıkmaza sürükleyen, farklı uluslardan ve ulusal topluluklardan ve farklı inanç kesimlerinden kitleleri birbirleriyle düşmanlaştırmaya hizmet eden niteliğini görmez ve buna karşı Kürt-Türk; Sünni-Alevi; tüm milliyletlerden, mezheplerden ve dinlerden emekçiler olarak birlikte mücadeleyi genişletmezler ise eğer, ülkede bugün yaşananlardan daha vahim durumların ortaya çıkması büyük olasılıktır. AKP, sermayenin günümüzdeki en kararlı ve inançlı “müfrezesi”dir. Ondan demokratik hak ve özgürlüklerin önündeki englleri kaldırması beklenemez. Hak ve özgürlükler ancak mücadeleyle kazanılabilmiştir ve bu kuralın değişmesi için bugün herhangi bir neden bulunmamaktadır. Kim daha iyi koşullarda ve baskı altında tutulmaksızın yaşamak istiyorsa, yaşamın her alanında AKP’ye oy veren-destekleyen emekçi kesimlerini de kapsayacak bir mücadele politikasını geliştirmek ve ilerletmek zorundadır. Belli bir yaşam deneyimine sahip her işçi ve emekçi Türkiye’de Kürtlerin Türklerle eşit haklara sahip olarak yaşamalarının olanakları yaartılmadığı sürece, “bölücülük” propagandası etrafında şekillendirilen devlet politikalarının hak ve özgürlüklerin gasbedilmesinin maskesi olarak kullanıldığını bilir, bilmesi gerekir. Bu kanıtlanmış gerçek bile, hükümetin izlediği antidemokratik ve şöven politikanın reddedilmesini; halkı birbirine karşı kışkırtmayı esas alan ve kontra güçlere eylem olanağı yaratan politikalarına direnmeyi gerekli kılıyor.
Bu sorumluluk herkesten önce ileri işçi ve emekçilerin omuzlarındadır. Türk ulusundan ileri işçi ve emekçiler başta olmak üzere emekçilerin azçok uyanış içindeki kesimleri giderek büyüyen tehlikeyi görerek buna karşı harekete geçmelidirler. Sermaye ve hükümetinin provokatif girişimlerle halkı birbirine düşürme politikalarının önü de ancak bu yolla kesilebilir.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et