AKP’nin askeri yapmak için
Cuma günü akşam saatlerinde Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve üç kuvvet komutanın birden istifa etmesi, kuşkusuz ki, “darbe” ve “muhtıra” dönemlerini saymazsak, hükümetle asker arasındaki en ciddi krizlerden birisi, hatta birincisidir.
İstifaların basına yansımasından beri, bu konuda sayısız değerlendirmeler yapıldı; daha da yapılacak elbette. Basında makaleler çıktı, TV kanallarında sayısız uzman ve yorumcu konuştu.
BALYOZ VE ‘İNTERNET ANDICI’ BARDAĞI TAŞIRDI
Bu değerlendirmelerin hemen tümünün ortak noktası; Genelkurmayın Hükümetten, “Balyoz davasından yargılanan generallerden 14’ünün ‘resen emekli edilmesi’nden vazgeçilmesini ve bir yıl süreyle terfi ve tayinlerini durdurulmasını” istediği, hükümetin bunu kabul etmemesi üzerine komutanlarını istifa ettiği biçimindedir.
Komutanların istifasına giden yolda “bardağı taşıran Damla”nın “Balyoz davasıyla” ve generaller hakkında yeni tutuklama kararlarının gündeme geldiği ‘İnternet Andıcı’ soruşturması olduğuna kuşku yok.
Zaten 2010 Ağustosunda toplana YAŞ’ta da yine “Balyoz davası”ndan tutuklu generaller ve muvazzaf subayların terfileriyle ilgili tartışmalar yapılmış; komutanların toplu istifa edeceklerine, hatta pek çok generalin görev kabul etmeyerek istifa edeceğine dair söylentiler çıkmıştı. Bu açıdan bakıldığında “Demek ki nasip bu yılaymış!” demek gerekiyor.
BİR DÖNEM GERİDE KALDI
Öte yandan “İnternet Andıcı” davasında savcının, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Nusret Taşdeler ve eski 1. Ordu Komutanı Emekli Orgeneral Hasan Iğsız olmak üzere altı general ve 15 muvazzaf subay hakkında yakalama emri çıkarılması istemi de zaten yüksek olan harareti daha da arttırmıştır.
Böylece öncesindeki çok sayıdaki hükümetle asker arasındaki çok sayıda itiş kakış bir yana bıraksak bile son bir yıldan beri gelen Genelkurmayla hükümet arasındaki güç ve iktidar mücadelesi, komutanların istifasıyla bir dönemi geride bırakmıştır.
ETKİLİ VE DERİN MÜDAHALEYE ETKİSİZ TEPKİ
Kapanan dönemin özelliği, en azında 1960 27 Mayısından beri askerin, hükümetlerden “özerk bir kuvvet” olarak, tayin ve terfi işlerini kendi gelenek ve “yasalarına” göre ve siyasi iktidarı pek karıştırmadan yapan bir kurum olarak varlığın sürdürdüğü dönem olmasıdır. Gerçi Özal döneminde de askerin tayin ve terfi işlerine müdahale edilmiştir (*) ancak o zaman müdahale kişilerle sınırlı kalmıştır. Bu müdahale; “Ergenekon, “Islak İmza”, “Amirallere Suikast”, Balyoz”, İnternet Andıcı” davaları gibi pek çok asker ve askeri eylemleri kapsayan, ordunun general kadrosunun yüzde 10’unun tutuklu olduğu bir dönemde yapılmıştır. Bu yüzden de bu istifalar, aslında, eski statükonun savunucusu askerlerin “havlu atması” anlamına gelmektedir. Ve bu yanıyla son istifalar, eğer başka istifa ve tepkilerle ilerlemezse (ki, bunun bir belirtisi yoktur) eski müdahalelerden daha derin ve etkili bir müdahaleye, etkisiz bir tepki olarak gelişmiştir.
BURADAN ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ ÇIKMAZ
Bu görünüşe bakarak, örneğin AB’den yapılan ilk açıklamalar, istifaların askerin siyasetteki etkisinin azaltacağı demokrasinin yararına bir gelişme olarak değerlendirmektedir. Ya da ABD yönetimi, “Bu Türkiye’nin iç sorunudur” diyerek AB’ye benzer bir tutum almıştır. demektedir.
AKP yandaşı basın da istifalar yol açan gelişmeleri, “demokrasinin ilerlemesi” olarak değerlendirmekle kalmamakta, olup biteni “Reste rest” gibi hamasi manşetlerle sevinç çığlığına dönüştürüp, hükümet propagandasına eklemlenmektedir. Liberal kesimlerden gelen yorumlar da biraz ihtiyat kaydıyla bu doğrultudadır.
Görünüşe biraz daha yakından bakarsak, aslında olanın demokrasi ve özgürlüklerin genişlemesiyle bir bağlantısını bulmak çok zor, hatta imkansızdır.
Bir yanıyla olup biten, hükümetin “yargı reformu” adı altında yargıyı AKP Hükümetinin denetimine alan girişimine benzetilebilir. O zaman da AB, AKP propagandası, liberaller ve “Yetmez ama evet”çiler takımı, Hükümetin yargıyı demokratikleştirdiğini iddia etmişlerdi. Ancak nasıl ki orada süreç “Yargının AKP Hükümetinin denetimine girmesi” süreci olarak işlemişse, burada da askerin zaptı rap altına alınması askeri siyasetin dışına çıkarılması değil AKP Hükümetinin siyasetinin destekçisi (polis ve yargıyı kullandığı gibi) durumuna getirilmesi süreci olarak işleyecektir.
AKP’NİN GELENEĞİNDE OLMAYANLAR
Bu yüzden de bugün kadar askerin siyasi bir erk gibi zaman zaman siyasete müdahale etmesi, askerin siyasetin içinde olması eleştirilmiştir. Ancak, bundan sonra belki askerin siyasete müdahalesi olmayacak (Uzunca bir zamandan beri bu eğilim hayli güç kaybetmişti zaten) ancak bundan böyle askerin siyasal iktidarın bir gücü olarak siyasete çekileceğini söylemek ne bir karamsarlık ne de abartı olacaktır. AKP’nin geleneği, demokrasi ve özgürlükler anlayışının siyasete yansımasının biçimi böyledir. Bu yüzden de AKP’nin asker alanına müdahalesine kendiliğinden askeri, siyasetin dışına itme girişimi olarak görmek Türkiye’nin gerçekleri karşısında doğru olmaz. “Tersi”, AKP’nin “kendine Müslüman bir parti” olarak bu durumdan yararlanıp askeri AKP’nin siyasetinin aleti olarak kullanma ihtimali çok daha yüksektir.
ARTÇI SARSINTILARI OLACAK
Elbette yargı ve emniyette olduğu gibi, askerin içinde AKP’nin her generalin yerine koyacağı kendi generalini bulması kolay olmayacaktır. Bu yüzden de bu istifaların “artçı sarsıntıları” daha uzun süre devam etmesi kaçınılmaz olduğu gibi ordunun AKP’lileşmesi de uzun polis ve yargıya göre daha uzun bir zaman alacaktır.
AKP böylece, eski statükonun kalıntılarının önemli dayanaklarından birini daha ortadan kaldırırken kendi statükosunu tamamlamada belirleyici bir adım atmış olmaktadır. Bu yüzden de AKP daha demokrat, daha özgürlükçü değil; daha statükocu, daha çok düzen savunucusu olacaktır. Askerleri de önemli ölçüde sindirmiş olması, onu bu konularda daha pervasızlaştıracaktır.
(*) Genelkurmay Başkanı olarak 1987 yılında göreve başlayan Org. Necip Torumtay görev süresi dolmadan 3 Aralık 1990’da, Özal’ın Körfez Savaşı’ndaki politikasını benimsemediği için istifa etmişti. Yine Özal’ın 1987 30 Ağustosunda Genelkurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanını görevden alması da bu askeri alana bir müdahalesiydi. Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ ile Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Necdet 30 Ağustos 1987’de, Torumtay’ın yolun kesmek için aralarında anlaşınca, Özal her iki komutanı da Evren’le iş birliği yaparak görevden almıştı.
Evrensel'i Takip Et