Akıl tutulmasının karanlığında
Fotoğraf: Envato
Ağustos öncesi Ordu üst kademesinin istifası ile bir çeşit hara-kiri olayı yaşandı. Samuraylar yoldaşlarına yönelik muameleyi onurlarına yedirememişlerdi.
Peki, acaba bu olay Soğuk Savaş artığı Milli Güvenlik Devleti modelinin sona ermesi anlamına gelir mi? Militer erk odağının yerini polis erk odağının alması “demokratik” bir gelişim sayılabilir mi?
Yıllar once, daha Ergenekon operasyonu başlamadan once, Türkiye’de yükselen milliyetçi dalga ve bunu tutuşturan militarist odağa dikkat çekmiştik. Bu odak siyasal islam ile giriştiği savaşı kaybetmiş görünüyor geldiğimiz noktada. Ama Solu ve Kürtleri “iç tehdit” olarak gören mantık acaba değişti mi? Bu mantık değişmediği sürece, ülkenin “demokratikleştiği” söylenebilir mi?
Hele güvenlik, geçmişte askerlerle kol kola Solun ve Kürtlerin üstüne yürüyen, Soğuk Savaşın anti-komünizminden gıda almış ellerde ise. Demireller, nasıl 1945’te TAN gazetesi baskınlarından gıdalarını aldı ise, bugün de yönetimde bulunan bir çok kişi gıdasını MTTB gençliğnden, 60’lı yılların Komünizmle Mücadele Derneklerinden aldı.
“Milli Güvenlik Devleti”, siyaset bilimcilerin, Soğuk Savaş döneminde yükselen ABD destekli askeri diktatörlükleri tanımlamak için kullandıkları bir deyim. Kısacası, ABD yanlısı ülkelerin orduları, artık sadece “dış” düşmana değil, artık “iç” düşmana gore de konumlandırılıyordu. Ve 1960’lı ve 70’li yıllarda Latin Amerika’dan Yunanistan’a, Türkiye’den Endonezya’ya ve Güney Kore’ye uzanan yeni tür bir askeri darbeler dalgasıyla yüzyüze kalındı. Endonezya, Arjantin, Şili ve Türkiye’de farklı boyutlarda bir çeşit “sol-kırım” da yaşandı.
Militarizm bu yeni tür askeri darbe modelinde sadece iktidarı geçici bir sure devralmakla kalmıyor, bütün bir siyasal sistemin yeniden inşasına girişerek, bir çeşit toplum mühendisliğine soyunuyordu. Brezilya, Şili ve Türkiye örneklerinde görüldüğü gibi, bütün siyasal partiler, sendikalar, dernekler kapatılıyor, yenileri “milli güvenlik ilkeleri” çerçevesinde yeniden oluşturuluyorlardı.
Aslında bu model, Salarizmin, Francoculuğun, Kemalizmin 1920’lerden itibaren ordu desteği ile dikta rejimi oluşturduğu, bu listeye Polonya’da General Pilsudsky, Yunanistan’da General Metaxas, Macaristan’da Amiral Horty’nin diktatörlükleri de eklenebilir. Akdeniz ülkelerine çok yabancı değildi, ordu totaliter siyasal yapının koruyuculuğunu üstleniyordu. İç Savaş’tan çıkmış Yunanistan da bu tip yapılanmalara zaten sahipti. ABD ve Pentagon ile işbirliği ile bu model en üst düzeyine ulaşacaktı. ABD modeline uygun olarak, üst düzeyde Milli Güvenlik Konseyleri de oluşturuldu.
Bizde bu model, en aşırı biçimine ulaştı. Adeta özerk militer aygıt ile, seçimle gelmiş hükümetin Cumhurbaşkanı altında eşit düzeyde katıldığı MGK, en üst siyasal karar merciine dönüştü. Elbette bu kurumun kurallarını belirleyen, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, kısaca MGSB adlı, “Kırmızı Kitap” denen, “gizli” bir anayasası da vardı. MGSB, Erdoğan Hükümeti tarafından 2006 yazında yeni biçimi ile onaylandı.
İHD ve TİHV’nin iptal başvurusu üzerine davaya bakan Danıştay 10. Dairesi, başbakanlıktan belgeyi göndermesini istedi. Ancak Erdoğan Hükümeti, ‘Devlet için çok gizli ve önemli’ olduğu belirtilip, “Kırmızı Kitap”ı göndermedi. Milliyetçi Ecevit-Bahçeli koalisyon hükümeti bile, “aşırı milliyetçilik” ile “ırkçılığı” MGSB’nin iç tehditler listesinden çıkarmaya casaret edemezken, Erdoğan Hükümeti bu maddenin, listeden çıkmasını onayladı. Bu siyasal olarak, zaten başlamış olan, saldırgan milliyetçiliği hoşgörmek anlamına gelmiyor muydu? Dolayisiyla, “milliyetçi” eylemlere örtülü bir sözde meşruluk zemini sağlanmış oldu. Buzdağının altında yatan ise asıl, Kürt sorununun çözümsüzlüğüydü.
Militarizm Kürt sorununda barışçıl, siyasal bir çözümü asla istemedi. Hatta 90’lı yıllarda, “insan hakları belası olmasa, biz bu sorunu bir günde hallederdik” diyen generaller bile çıktı. Bunun tercümesi ise, tehcir, tedip ve tenkilden yani imhadan başka bir şey değildi. Militarizmin siyasete müdahil olabilmesi için, Kürt savaşına ihtiyacı vardı. Bu militarizmin baskısı altındaki Erdoğan’ın da işine geldi. Böylece bir çeşit “kutsal ittifak” kurulmuş oldu aralarında. Militarist-milliyetçiliğin boy hedefi yaptığı kişi ve kurumların 2004 sonrası pepeşe saldırıya uğramasının ardında kimse bir tesadüf aramasın.
Bunun ardında 28 Şubat darbesinden sonra harekete geçen, hedef iç düşman olarak, sadece İslami hareketi değil, solu, Kürtleri ve azınlıkları da tasfiyeyi amaçlayan derin bir militarist-akıl yatmaktaydı. Sol ve Kürt düşmanı tavırlar değişmediği sürece, bu mantığın aşıldığı söylenemez. Bu oyunu ancak emekçi kitlelerin, enternasyonalist ve halkların kardeşliğine inanan örgütlü mücadelesi bozabilir.
- Vatansızlığı vatan eylemek 05 Aralık 2023 04:29
- Uzun mesafe koşucusuydu Osman 04 Kasım 2023 03:50
- Kitap yakmanın dayanılmaz ayıbı 02 Temmuz 2023 03:14
- İsveç’in de ATY’si var artık! 05 Mayıs 2023 04:14
- İhsan Doğan (Sinan Oza) ve Niyazi Dalyancı için 11 Nisan 2023 04:00
- Dünya Anadil Günü vesilesiyle 09 Mart 2023 04:15
- Soykırımı tartışmak 19 Ocak 2023 03:19
- Mahmut Baksi anısına 14 Aralık 2022 04:32
- Kendi kutsalına bomba koyan 06 Aralık 2022 04:10
- Yorum yetmez! 28 Kasım 2022 04:00
- Kesişen yollar 15 Kasım 2022 04:16
- Seyfo ya da kılıçtan geçirilmek 08 Kasım 2022 04:10