02 Ağustos 2011 08:55

Dünyanın eski sakini bakteriler

Dünyanın eski sakini bakteriler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bakteriler en küçük canlı organizmalar arasında anılır. Mikrop dendiğinde ise akla bakteriler de gelir; yani hastalık yapıcılar. Kimi zaman da “yararlı bakteriler” ayrımı  ilgimizi çeker; yoğurt örneğinde olduğu gibi. Hatta eczanelerde reçete ile satılan bakteriden mamül ilaçların varlığı; sözgelimi ishal sonrası bozulmuş barsak florasını düzeltmek için kullanılması sizlere şaşırtıcı gelebilir.
Küçük olmasına küçüktür bakteriler ama tank, top, dozer ve bilumum ağır silah ile makineler ile üzerine gelinse de her zaman yok edilemezler. O küçücük boyutları ile meydan okur hem mekanik güç gösterisine hem de tarihe. Diyeceğim o ki tek hücreli canlıların dünya deneyimi insanlardan ve dahi dinozorlardan eskiye dayanır: Yaklaşık “üç milyar yıl”.
220 milyon yıllık bir kehribar içerisinde bakteri vb. tek hücreli canlılar tespit edilmişti yıllar öncesinde. Şaşırtıcı değil mi?
Burada kehribarın doğal mumya rolünü önemsemek gerekir. Genelde takı veya tespih ile anılsa da kehribar yani diğer adı ile amber dünya tarihinin aydınlatılmasında özel bir yeri vardır.
Kehribar aslında fosilleşmiş çam reçinesindir; ama kolay kırılabilmesi ve içine ufak maddeleri çekebilme özelliği geçmişi milyonlarca yıl öncesinden bu güne yarı saydam ortamında taşımasına olanak sağlamıştır. Böcek, çiçek ya da bir bakteri mumyalanarak gelir kehribarla geçmişten bugüne ve kulağımıza fısıldar: ‘Hiçbir şey gizli kalamaz; ne çocukların katledilişi, ne toplu mezarlar, ne işkence, ne zulüm. Gerçeklik özenle geleceğe taşınır kehribar misali’


Kehribar kokulu ölümler

Her faili meçhul ölüm kehribar kokar. İlkin en yakınları alır kokuyu; misal Cumartesi Anneleri. Derken koku yayılır kimsesizler mezarlığı ‘kehribar’ olur. Ya da bir katil vicdan histerisine girer “devlet içinde işledik cinayetleri” cümlesi kehribara duruverir.
Kokunun da geleceğe saklanabileceğini savunan bilim insanları var. Kim bilir ne zaman yüzleşebileceğiz geçmişin kokusu ile? Ama elimden gelse devlet elinde ölen çocukların kokusunu saklamak isterdim geleceğe. Dün gazetemizin manşetinde “Van’da bir çocuk daha öldü” diyordu haber. Son on günde üç çocuk daha öldürüldü devlet envanterinde kayıtlı silahlarla. Kentin orta yerinde, tarlada, yolda, kundağında, anasının koynunda habire öldürülüyor çocuklar; tankla, silahla, gaz bombası ile!
Zaman çocuk ölümleri daha bir kehribara duruyor. Kehribarın yarısaydam mumya halleri “yeter artık” cümlesi ile yer değiştiriyor.
“Çocuk da olsa, kadın da olsa”; öyle mi?
Kehribar oldum olası insanlığın odağında olmuştur. Salt içinde geçmişi çiçeğinden böceğine bugüne özenle saklaması ile yetinilmemiş, şifa sağlayıcı olarak da kullanıla gelmiştir. Antik Roma’da akıl hastalıklarından koruyucu olduğuna inanılmış; yetmemiş tozu bal ile karıştırılmış boğaz hastalıklarında, mide rahatsızlıklarında kullanılmıştır. Yüzyılları aşmış ünü ile hekim İbni Sina da kehribarı bir çok hastalığa ilaç olarak önermiştir.
Kehribar Asya ülkelerinde dumanı ile ruha güç, Çin’de ise şurubu ile ağrı kesici olagelmiştir. Orta Çağda, sarılığın iyileştirilmesi için kehribar taneleri taşınırken günümüzde dahi misal Litvanya’da guatrdan korunmak için taşınmaktadır.
Geçmişte kimi ülkelerde “ölen kişinin ardından kehribar tütsüsü yakılarak, kötünün bedenden uzaklaşmasına ve iyinin çağrılmasına yaradığına” inanılırdı. Aynı tütsü yeni doğan bebeklerde sağlıklı büyüme, yeni evlilerde mutluluk demekti o eski yıllarda.
Modern tıp artık kehribarı unuttu. Peki tüm bunları neden mi anlattım; devlet kontrolünde çocuk cinayetleri kehribar kokuyor da ondan. Bazen bir başka alan; sözgelimi tıp insanlığın geçmiş birikimlerini kendi tarihselliğinde kulağımıza fısıldayıverir. Ne dersiniz?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa