Aklın ve mantığın gereği!
Fotoğraf: Envato
Kürt sorunu kamuoyunda en çok; “Şehitler ölmez vatan bölünmez”, “Vatan sağ olsun”, “terörü durdurun” gibi sadece çatışmalarda hayatını kaybeden askerlerin ardından yakılan ağıtlarla birlikte yükselen sloganlar kıskacında tartışıldı. Şovenizmin gözlerini ve vicdanlarını kör ettiği kimi kişiler dışında hiç kimse; “Bu savaş; asker yaralanacak da ölecek de. Bu gayet normal!” demiyor artık. Ama aynı zamanda bu çoğunluk, “Şehitler ölmez vatan bölünmez!” hamasetiyle “şehit istismarcılığı” yapan siyaset madrabazlarının tuzağına düşmekten de kurtulamadı.
Çeyrek yüzyıldır işleyen bir mekanizma bu. Herkes bu savaşa karşı; herkes genç askerlerin ölmesini istemiyor; ama sadece sonuca, askerlerin ölümüne, çatışmalara karşı çıkıyor. Bu çatışmaları, ölümleri kaçınılamaz kılan politikalara; bu politikaların savunucusu ve adım adım geliştiricisi olan hükümetlere bir şey denmiyor. Öyle olunca da her “baba ocaklarına düşen ateşten” sonra bu acıları adım adım örgütleyenler, halkın karşısına çıkıp acıları sömürmeye, acıdan rant sağlamaya devam ediyorlar.
Bugün de onca gelişmeye karşın, biraz gevşemiş gibi görünse de bu kıskaçtan kurtulunmuş değil. Daha doğrusu toplum çoğunluğu bu kıskaçtan kendini kurtarmaya her başladığında, tartışmalar daha özgür ve sorunun özüne yöneldiğinde ortaya çıkacak gerçeklerden korkan güçler harekete geçirilip, “Şehitler ölmez vatan bölünmez” noktasına geri dönülmektedir.
Ancak bütün bu “bir adım ileri iki adım geri” gelgitlerine karşın bu gün; Kürt sorununun varlığı, bu sorunun çözümü için hükümetin, devletin adım atması gerektiği, Kürtlerle oturup konuşmanın önemi konuşulmaya başlanmıştır.
Örneğin Abdullah Öcalan’la devletin kimi yetkililerinin görüşmeleri ve “Kürt sorununun çözümü” üstünde tartıştıklarının kamuoyunda kabul görmesi için ne çok çaba gerektiğini herkes görüyor. Şimdi artık; “Öcalan’la görüşmeli, eğer sorunu çözecekse bu görüşmeler sürdürülmeli” deniyor. Sadece genel olarak kamuoyu ve basın değil CHP, AKP, hükümet, asker ve sivil devlet odakları bu görüşte. Ama Öcalan; “Benim bu görüşmeleri yürütebilmem için daha özgür hareket edeceğim bir konum sağlanmalı” dediğinde Öcalan yeniden “terörist başı” ilan ediliyor. Dahası, “Öcalan’a özgürlük kampanyası” açmaya hazırlanan DTK, hedefe konuyor. “Bunlar sadece özerklik değil Öcalan’ın serbest bırakılmasını da istiyorlar” diye sanki büyük bir suç işliyormuş gibi DTK’yı milli duyguları iyice bilenmiş “Türk kamuoyuna” şikayet etmeye koyuluyorlar.
Bırakalım siyaseti ve onun gereklerini; bu kişiyle cumhuriyet tarihinin en önemli isyanına son vermek için konuşuyorsanız; onun 15-20 milyonluk bir halk kesimi tarafından önder kabul edildiğini biliyorsanız, bu kişiyi cezaevinde tutarak sorunun çözülebileceğine nasıl inanabilirsiniz?
Bu yüzden de DTK’nın kampanya açmasını eleştirmek yerine; hem Öcalan’la görüşüp, onu onca genç askerin ölümünü önleyecek ve ülkenin bölünmesine doğru giden süreci geri çevirecek bir güç olarak görüyorsanız (öyle görüldüğü artık kesin); yapılacak ilk şeyin o kişiyi özgürlüğüne kavuşturmak olduğunu anlamadığınız için kendinize bakmalısınız!
Bunun için şöyle bir yakın tarihe bakmak yetmez mi?
Burada sadece basın ve sivil kamuoyu oluşturma odakları mı böyle bir çelişki içindedir. Tersi daha doğrudur. Asıl çelişki içinde olan bir yandan Öcalan’la bu çeyrek yüzyıllık isyanı sona erdirmeyi görüşüp öte yandan kameralar karşısına geçip “Terörist başıyla biz değil devlet görüşüyor” diyen hükümettir. Dahası milliyetçilik kıskacındaki kamuoyunu yönlendiren de odur.
Elbette son birkaç gündür çok ilginç bir “tiyatro oyunu” da sergileniyor. 30 yıldır İsveç’te sürgünde yaşan Kürt siyasetçi Kemal Burkay’a gösteren izzet ikram! Bu zatı Vali yardımcısı hava alanında karşıladı; AB Bakanı Bağış basın önünde Burkay’a övgüler yağdırdı; Başbakan Yardımcısı Arınç, “twitter”den “Hoş geldin büyük şair” diye masaj yazdı. Yetmedi dün de Kültür Bakanı Günay onurlandırdı Burkay’ı! ... Daha da bu ağırlamalar sürecek görünüyor. Bütün bu ağırlamalar Burkay’ın Kürt sorununun çözümünde ağırlığını hükümetten yana koyması için! Ama, “Burkay’ın bu savaşı durduracak gücü var mı?” derseniz, herkes bilir ki bu kişi böyle bir güce sahip değildir. Tersine Burkay’a bir güç vehmedilirse hükümetin tersine sonuçlar alması daha kuvvetli görünmektedir. Burkay’a bu kadar önem veren hükümetin sorunu çözme gücüne sahip Öcaln’ın özgürce davranacağı koşulları sağlamak için çalışması daha akla uygundur.
Dahası bu tutum hükümetin ve yandaşlarının, barıştan yana olup olmadıklarının da kriteri haline gelmiştir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00