ABD’nin derin krizi
Fotoğraf: Envato
Ekonomik krizi “Atlattık, atlatacağız” diye propaganda yapan kapitalist dünya şimdi daha büyük bir kriz anlamına gelen “kamu borçlanması”yla karşı karşıya. İki yılı aşkın bir süredir Atlantik’in Avrupa yakasını adeta sarsan “borç krizi” son altı aydır ABD’de de yoğun tartışmalara, kamplaşmalara ve gerilimlere neden oldu.
Devletin giderlerinin gelirlerinden fazla olduğu uzunca bir süredir bilinen ABD’de, buna çare olarak borçlanma sınırını yükseltmek, adeta değişmeyen bir devlet politikası haline gelmişti. Ve gelinen aşamada dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ABD’nin kamu borcu 14 trilyon 300 milyar dolara ulaşmış.
Yani bir bakıma, ABD de, pek çok AB ülkesi gibi borçları ödeyememe, iflas etme sorunu ile de karşı karşıya.
Ancak, Avrupa ile ABD’deki kamu borçlanmasının sonuçları arasında kimi farklılıklar da bulunmuyor değil... ABD, hükümet ve muhalefetin uzlaşmasıyla borç sınırını yükseltme yoluyla soruna “çözüm”, daha doğrusu öteleme yöntemine başvururken, aynı durumla karşı karşıya olan avro ülkeleri Yunanistan, Portekiz, İrlanda için böyle bir “çözüm” söz konusu değil. Onlar ancak, AB ve IMF tarafından ağır şartlara bağlanarak oluşturulan “yardım fonları” ile idare edebilecekler. Karşılığında emekçilere dayatılan açı reçeteler ve özelleştirmeler söz konusu.
Devletin gelirleri ile giderleri arasındaki büyük uçurum nedeniyle yaşanan “borç krizi”ni, son ekonomik kriz nedeniyle izlenen politikalar hızla derinleştirdi ve borçlar kabardıkça kabardı. “Krizden kurutulma” adına sermayeye getirilen vergi muafiyetleriyle birlikte, başta bankalar olmak üzere pek çok tekele devlet kasasından verilen hibeler, kamu borcunu devasa boyutlara ulaştırdı. ABD’deki borcun büyümesinde, Irak ve Afganistan işgalleri için yapılan harcamalar da büyük bir rol oynuyor.
Nobel Ekonomi Ödülü Sahibi Joseph Stiglitz, kriz nedeniyle ABD tarafından izlenen politikanın krizi derinleştirdiğine dikkat çekerek, “Yaptığımız tek şey bankaları kurtarmak oldu. Maddi kayıpları/zararlar toplumsallaştırılırken, karlar/kazançlar özelleştirildi. Bununla birlikte haftada milyarlarca doları Afganistan savaşına harcarken, eğitimde kısıtlamalara gittik. Bu büyük bir devletin açık bir şekilde çöküşü anlamına geliyor” diyor. (Wirtschaftswoche, 30/2011)
BU KAÇINCI BORÇ KRİZİ?
AB ülkeleriyle bir diğer önemli fark ise ABD, deyim yerindeyse bu “borç krizi”ne karşı adeta bağışıklık kazanmış durumda. Dünya kamuoyu sanki yeni bir durummuş gibi, ABD burjuvazisinin Demokrat ve Cumhuriyetçi fraksiyonları arasındaki tartışma ve uzlaşmazlık mesajları karşısında hop oturdu hop kalktı. Halbuki, ABD ilk kez borçlanma sınırını yükseltmiyor. Basında yer alan haber ve yorumlara göre, ABD 1962 yılından bu yana toplam 74 kez borçlanma sınırını yukarı çekti. Sadece, işgallerin ve savaşların hız kazandığı 2000’den bu yana 14 kez borç limiti yükseltildi. Özellikle Cumhuriyetçilerin iktidarda olduğu bu yıllarda Demokratlar genellikle getirilen önerilere itiraz etmedikleri için sorun sessiz sedasız hallediliyordu.
Birazda önümüzdeki yıl yapılacak başkanlık seçimlerini düşünerek gürültü koparan Cumhuriyetçiler sonunda uzlaşmayı kabul etti.
‘UZLAŞMA’ ÇÖZÜM DEĞİL
Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında günlerdir süren tartışmalar nihayet, “kıyamet günü” olarak ilan edilen 2 Ağustostan bir gün önce uzlaşmayla sonuçlandı. Buna göre borçlanma sınırı aşamalı olarak 2.1 trilyon dolara yükseltildi. İlk aşama olan bu yılın sonuna kadar 1 trilyon dolar, gerisi de 2012’nin sonuna kadar yükseltilecek. Gerek görülmesi halinde 2013’te de yükseltmeye gidilebilecek. Ancak buna karşılık olarak önümüzdeki on yıl içinde toplam kamu giderlerine 2.4 milyar dolar kesinti yapılacak.
Uzlaşmadan çıkan en önemli sonuç, ABD burjuvazisinin iki büyük fraksiyonunun emekçilerin haklarını kesme, yani saldırılar hazırlama konusunda tam bir görüş birliği içinde “büyük koalisyon” kurmasıdır.
Bütün Amerikan hayranları, mali sermaye kurumları ve temsilcileri uzlaşmadan sonra derin bir “oh” çekerken asıl olarak faturanın Amerikan halkına kesildiğini gizliyorlar.
Çünkü; şimdiden kesintilerin yapılacağı alanların başında sosyal sigortalar, işsizlik parası, emeklilik fonları, sosyal alanlar olacağı belirtiliyor. Keza askeri harcamalar alanında da bazı kesintilerin yapılacağından söz ediliyor.
Böylece, başkan Obama önümüzdeki yıl yapılacak seçimler öncesinde bugünküne benzer bir gerilim ve tartışmadan “kurtulmuş” oldu. Hem de emekçilere yönelik geniş saldırı programlarına onay vererek. Bu Junge Welt gazetesinin değimiyle “sosyal intihar”dan başka bir şey değildir.
FATURA EMEKÇİ HALKA KESİLECEK
Her iki burjuva fraksiyonu arasında varılan uzlaşma ile birlikte, ABD’deki emekçi sınıfları zor bir dönemin beklediği açıktır. “Neues Deutschland” gazetesine konuşan Amerikalı Ekonomist Michale Hudson, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında “rutin bir bürokratik işlem” olan borçlanma limitinin yükseltilmesi konusunda yükseltilen ve gerginleştirilen sürecin, asıl amacının emekçilerin sosyal haklarının budanmasına zemin hazırlamaya yönelik bir politika olduğuna işaret ediyor.
Hudson, son krizin de tıpkı Irak’ın işgal edilmesi için hazırlanan ve çekmecede bekletilen plan gibi, Wall-Street mali sermayesi tarafından kamu işletmelerinin ve mallarının özelleştirilmesi için devreye konulduğunu ifade ederek, “Cumhuriyetçiler zaten bunu istiyordu. Bu krizle birlikte maalesef artık Obama da onlarla birlikte” diyor.
Son bir kaç yıldır izlenen politikalar zaten ABD’de yaşayan emekçiler arasında işsizlik ve yoksulluğu hızla artırmıştı. Çeşitli verilere göre ülkede 50 milyon insan yoksulluk içerisinde yaşıyor. İşsizler, (Özellikle de uzun süreli olanlar) ise yıldan yıla artıyor. Ülkede son bir yıl içinde 659 bin kamu çalışanı işten atıldı. Resmi rakamlara göre her beş çocuktan birisi yoksulluk içinde yaşıyor.
Keza resmi işsizlik haziran sonu itibarıyla krizden önceki dönemin iki katına (yüzde 9.2) çıktı. Düşük ücretli ve yarım günlük işler konusunda da adeta patlama yaşanıyor. Sadece sağlık ve gastronomi alanında 2009-2011 yılları arasında 200 bin düşük ücretli iş yaratıldı. İnşaat, liman, otomobil, telekomünikasyon alanlarında ise on binlerce emekçi işten çıkarıldı. Bütün bunlar krizin faturasının ABD’de de emekçilere çıkarıldığının kanıtı. Bütün bunlar ABD’de sınıflar arası uçurum ve çelişkilerin alabildiğine büyüdüğü anlatmaya yeter de artar.
Neredeyse 100 yıldır ekonomisini aşırı borçlanmayla götüren ABD, giderek duvara dayanıyor. Bunu engellemek adına ABD burjuvazisi içeride emekçilerin sosyal haklarına, dışarıda hedef olarak gösterdiği ülkeleri işgal ederek, yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koyarak aşacağını sanıyor. Ne var ki, özellikle dış seferlerin bütçe açığını azaltma yerine büyüttüğü Afganistan’da bir kez daha görüldü. Der Spiegel’in (26/2011) yazdığına göre Afganistan işgali ABD’ye haftada 2 milyar dolara mal oluyor.
Öyle görünüyor ki, ABD ekonomisi er ya da geç bir gün “çöküş” anlamında ağır hasar görecek ve dolar görülmedik derecede değer kaybına uğrayacak. O zaman etkilenen sadece ABD değil, bütün dünya olacak. İkinci büyük ekonomi durumundaki Çin şimdiden, ABD’nin devlet tahvillerinin kendi elinde kalacağını düşünüyor.
Buna ABD’den ikinci büyük alacaklı durumundaki Japonya’yı ve avro bölgesindeki krizi de eklediğimizde aslında kapitalizmin her yönüyle çürüme ve çöküş sürecine girdiği daha net görülüyor. Ancak bu süreçte önemli olansa işçi sınıfının değiştirici bir güç olarak sahneye çıkıp çıkamayacağıdır.
Bu olmadığı sürece kapitalist devletler içine düştükleri bataklıktan zamanla çıkmanın bir yolunu bir şekliyle bulacaktır.
Ama, gelişmeler ve olgular ABD burjuvazisinin bugün ötelediği soruna öyle kolay çare bulamayacağı, bu nedenle “Çökmekte olan bir imparatorluğun” son aşamasında olduğu gibi, içeride ve dışarıda daha antidemokratik, barbar, militarist politikalara başvuracağına işaret ediyor. Çünkü hedefe koyduğu ABD’li emekçiler ve dünya halkları eskiye oranla daha fazla itiraz etmeye, direniş göstermeye başladığı bir süreçten geçiyoruz.
- Almanya seçimlerine doğru: Muhafazakarlar aşırı sağcılaşıyor 31 Ocak 2025 04:47
- Avrupa Trump’a karşı durabilecek mi? 24 Ocak 2025 04:15
- 2. Trump döneminde Avrupa'yı neler bekliyor? 17 Ocak 2025 04:58
- Avusturya'dan Güney Kore'ye siyasi krizler ne anlama geliyor? 10 Ocak 2025 04:08
- Almanya ABD’nin arka bahçesi mi? 03 Ocak 2025 04:54
- Avrupa 2024-25: Krizler, çelişkiler ve mücadele 27 Aralık 2024 04:19
- Romanya seçimleri, TikTok ve AB'nin demokrasi anlayışı 20 Aralık 2024 05:25
- ‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine 13 Aralık 2024 04:24
- Avrupa'da 'siyasi kriz' hayaleti dolaşıyor 06 Aralık 2024 06:40
- Almanya'yı savaşa hazırlıyorlar 29 Kasım 2024 06:45
- Kiev'deki hesap Moskova'ya uyacak mı? 22 Kasım 2024 04:30
- Bir Almanya gerçeği: İşçilere yoksulluk, CEO’lara zenginlik 15 Kasım 2024 04:12