3 Ağustos 2011

Burjuva kapışması ve devrimci politika

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın neredeyse her tarafında, birbirleriyle şu ya da bu türden ilişki de kurulabilecek çok çeşitli ve fakat sarsıcı, hızlı, şiddet düzeyi de küçümsenemeyecek olaylar-gelişmeler yaşanıyor. Her bir ülkenin kendi koşullarında daha kapsamlı etkilerde bulunmak üzere, bu gelişmeler halkların yaşamında dolaysız ya da dolaylı, ancak önemli izler bırakmaktadır. Ne Yunanistan’ın ekonomik “iflası” sadece bu ülkeye ait, ne Suriye ve Libya’da yaşananlar bu ülkelerin kendi sınırları içindeki “lokal çatışmalar”la malul ne de Türkiye’de devlet ve toplum bünyesinde yaşanan çatışmalı süreç “etraftaki olaylar”dan ve “okyanus ötesi” bir başka kıtada belirlenen strateji ve politikalardan bağımsızdır.

BURJUVAZİNİN YARATTIĞI ALDATICI GÖRÜNTÜ

Burjuvazi ve siyasal- ideolojik –askeri güçleri, bu ülkelerin bir kısmında yaşananları “akılsız yöneticilerin yanlış politikaları”yla; diğer bazılarını “Düzeni ve toplumun refahını bozmayı aklına koymuş sorumsuz ya da terörist gruplar”ın yol açtığı kargaşayla ilişkilendirmekte; bu gelişmelere karşı olanları da içinde olmak üzere kendi askeri-siyasal ve sosyal politikalarını “Dünyayı yeni bir barış, özgürlük ve demokratik düzene kavuşturma” çabası olarak göstermektedirler. Egemen toplumsal algı ya da topluma egemen olan algı da burjuvazi tarafından şekillendirilen bu söyleme uygundur. Burjuva propagandası uzun on yıllardır, mücadelesizliği, sermayeye teslimiyeti ve ezilenlerin mücadele deneyimlerinin unutulmasını salık vermektedir. Halkların mücadelesinden yana “bellek yitimi”ni dayatan ve burjuva “meşruluğu”nun sınırlarını aşan her şeyi olumsuzlayarak toplumsal “algı”yı sermayenin kabul zemininde şekillendirmeyi esas alan bu ideolojik-politik ve kültürel kuşatma, burjuva bürokratik aygıtın kumanda merkezlerinde yaşanan iktidar çatışmalarını ve sermaye partilerinin rekabetini de aynı şekilde “demokrasinin ve meşruluğun temsili ve karşıtlığı”yla ilişkilendirmektedirler. Burjuvazi bu alanda küçümsenemez başarı göstermiştir ve devrimci, özgürleştirici, ilerici düşünceye karşı düşmanlıktaki bu başarı, AKP’nin yürüttüğü türden “Özgürlük ve demokrasi getirici politika” olarak pazarlanmış ve kitlesel-toplumsal bir kabul görecek düzeyde güç kazanmıştır.

GÜNCEL OLAYLAR NEYİ GÖSTERİYOR?

AKP hükümetiyle Ordu üst bürokrasisi/generaller yönetimi arasındaki çatışmalı-uzlaşmalı süreç-ki AKP’nin işbaşına gelmesinden bu yana neredeyse on yıla yakın süredir devam ediyor- hükümet partisinin yöneticileri ve büyük sermayenin “İslami” holdingleriyle bu “merkezi kamp”ın etrafında devlet “arpalığı”nı paylaşan liberal-muhafazakar-Türk İslamcısı kesim tarafından “demokratikleşme süreci” olarak propaganda ediliyor. Bu propagandanın “toplumsal algı”da küçümsenemez derecede etkin bir yer edindiği ve bu “inandırıcı”(!) etki sonucu olarak da AKP’nin yasaların, meşruluğun, demokrasinin, darbe karşıtlığının, hukuku savunmanın “temsilcisi olarak”(!) “sivil toplum desteği”ni “hak ettiği” algısının güç kazandığı, olgusal bir gerçektir.

Bu durumun çok çeşitli iç ve dış etkenlerinin olduğu doğrudur: AKP “görenek” diye benimsetilmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılan ön yargıları, baskı, yoksulluk, işsizlik ve diğer sosyal yoksunlukların yükü altında ezilmiş kitlelerin tüm bunların acısıyla ve “bir ümit”(!)le sarıldıkları dini kullanarak emekçilerin ve diğer toplumsal kesimlerin desteğini almada öteki sermaye güçlerini-partilerini geride bırakmayı başarmıştır. Sermaye düzenine kendi ‘dünya görüşü’nce şekil vererek onu sürdürürken, iktidar kavgasında sermayenin diğer bazı kurum ve güçlerine meydan okumadaki‚ özgüvenin dayanaklarından biri budur. O, herhangi bir sermaye partisinin yürüttüğünden “daha fazla bir şey”in kavgasını yürütüyor. Arınç “Biz gitmek için yönetime gelmedik” derken, Erdoğan, “Kefenimizi giymiş yola koyulmuşuz, kimse bizi yolumuzdan alıkoyamaz!” söylemini sürdürürken, “2023 hedefi” diye bir uyduruk hedef ilan edilirken, “Milli Birlik Projesi”, işçi sınıfı ve emekçilerle birlikte Kürtlerin, Alevilerinden ve diğer “azınlık” milliyetlerden topluluklarla dinsel inanç gruplarının hakları yok sayılarak şekillendirilirken, yürütülen bu “dava”nın kavgasıdır! O din istismarcılığında da Türk şovenizmini temsilde de en iddialı odakların başında geliyor.

İktidar paylaşımı kavgasının şimdiki koşullardaki kazananı olmasının bir diğer etkeni, uluslararası sermaye ve başlıca emperyalist ülkelerin desteğidir. Bu desteğin karşılığı, tekellerin çıkarlarının savunusu ve emperyalist pazar kavgasında Türkiye’nin etkili taşeron olarak kullanılmasıdır. AKP ve hükümeti on yıla yaklaşan pratiğiyle bu çıkarların ve politikaların Türkiye’deki en sadık takipçisi olduğunu kanıtlamıştır. Amerikan yönetimi Türkiye’nin başbakanı ve cumhurbaşkanını ad vererek “en güvenilir adamlar” ilan etmiş , Siyonist lobi, T. Erdoğan’a “üstün cesaret madalyası” takmıştır. Sadece Irak ve Afganistan’ın vurulmasında değil, Libya, Suriye ve İran’a karşı politikalarda da AKP ve yönetimindeki Türk devleti önemli rol oynamıştır.  

Kuşkusuz uygulanan bir devlet politikasıdır ve AKP’ye verilen destek, generallerin emperyalist çıkarlara ve politikalara mesafeli durdukları anlamına gelmemektedir. Askeri ya da sözde siviliyle Türk devletinin yöneticileri Amerikan çıkarlarına bağlılıkta, NATO üyesi ülke maskesi altında o çıkarların silahşorluğunu yapmakta birbirlerinden geri kalmamaya özen gösteregelmişlerdir. Daha düne kadar “Türk Genelkurmayı ile ilişkilerin pratik stratejik müttefiklik ilişkisi içinde sınanmış ve güvenle sürdürülmüş” olduğuna vurgu yaparak, generallerin ikide bir politik yönetime el koymalarını desteklemekten bir an bile geri durmayan ABD yönetiminin, bugünkü iç iktidar kavgasında sözde tarafsızlığı ve “karışmazlığı”nın arka yüzünde, AKP’nin bu daha aktif kullanılma olanağı durmaktadır. AKP’nin, Amerikan politikalarının daha pervasızca uygulanmasına Türkiye’nin taşeronluğu/piyonluğu konusundaki daha atak-daha pervasızca kabulleri, O’nun, devleti kendi “dünyasal ve manevi” düşünceleri ve ihtiyaçları temelinde yeniden oluşturmasına ve bu sahada generaller ile onları merkez alan politik cepheye vurduğu darbede, ‘dış destek’ olarak rol oynamıştır, o kadar.  

Ama burjuvazinin iç iktidar kavgası bir anlık, bir dönemlik değildir. Burjuvazi ve kurumları bir yandan işçi sınıfı ve emekçilere karşı sermaye düzenini ayakta tutmak savaşı vermede birleşirler diğer yanda ise, devlet çarkına kimin kumanda edeceği konusunda birbirleriyle gırtlaklaşırlar. Sömürü düzeninin “kaymağını yeme” ye dair bu savaş, güçler ilişkisine göre yol alır. Bu da, bugün yenilmiş ya da yenilgiye uğratılmış görünenlerin yarın en güçlü kuvvet olarak öne çıkabilme olasılığının ortadan kalkmaması demektir. Türkiye’yi yönetenler, iktidar için çocuklarını, kardeşlerini, babalarını katletmekten çekinmeyen bir “devlet geleneği”ni miras edindiklerini dile getirmekten kaçınmamakla tanınırlar. Bugün de çok farklı bir durum yaşanmıyor.  

ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ  ve DEVRİMCİ POLİTİKA

İktidar “ipi”nin kimin elinde olacağına dair güncel kavga önünde sonunda, sermayenin hangi tür temsilcileri eliyle halkın sırtında “boza pişireceği”yle ilişkili, egemenler arası bir güç dalaşından ibarettir. Bu kavga, halk kitlelerinin hakları ve daha özgür, daha demokratik bir ortamda yaşam çabasına karşıt olan güçlerin kavgasıdır ve her biçimiyle siyasal özgürlüklerin reddi politikasıyla bütünlük gösterir. AKP devleti, “kendi partisinin kurumları” halinde yeniden şekillendirmeyi sürdürürken, halka karşı politikalarını da sertleştiriyor. Başbakan “Yeni bir strateji uygulanacağını ve kimseye iyi niyet gösterilmeyeceğini” ilan etti.Ülkedeki ve bölgedeki gelişmeler, halk kitlelerine karşı daha saldırgan politikalara yönelindiğini gösteriyor. Tersi bir gelişmenin tek koşulu halkın tüm kesimlerinin daha kararlı ve yaygın mücadelesidir. Burada bir ayraç içinde şu söylenebilir. Eğer halk kitleleri siyasal özgürlükler ve iktisadi-sosyal haklar için güçlü bir mücadeleyle bu parti ve devlet kurumları üzerinde baskı yaratacak durumda iseler, düzenin sürdürülmesi için burjuvazi ve onun hükümet başta olmak üzere kurumları, taviz politikası izlemek, hak ve özgürlüklerde iyileştirmeleri kabullenmek zorunda kalabilirler. (Bunun tarihte çeşitli örneği vardır. En önemli örneklerden biri, sosyalizmin Sovyetler Birliğindeki başarısından güç alan Avrupa işçi sınıfının mücadelesinin yeni devrimleri gündeme getirmesinden ürken emperyalist Batı burjuvazinin, “sosyal devlet uygulamaları” adı altında sosyal-iktisadi ve politik iyileştirmeleri kabul etmek zorunda kalmasıdır.)

Türkiye’de de demokratik siyasal özgürlükler yönünde bir gelişme ancak bugünkü düzeyini aşan bir yaygınlıkta ve güçte işçi-emekçi mücadelesiyle mümkündür. Burjuva “cephe”yi iç kavgalara sürükleyen etkenlerden biri de, Kürt sorunu başta olmak üzere derinleşen ve büyüyen çözümsüzlükleridir. AKP ve hükümetini “demokratikleşme” söylemine zorlayan ‘olgusal’ bir gerçektir bu.  Toplumsal sorunlar giderek ağırlaşmakta ve egemen güçleri “çözüm arayışları”na sürüklemekte, bu da rant paylaşımı kavgalarını şiddetlendirmektedir. AKP ve liberal destekçileri, cuntaların, açık ya da gizli kontra devlet örgütlerinin halk kitlelerine karşı izledikleri işkence, yıldırma, katliam, sabotaj ve kitlesel yer değiştirmelerin yarattığı tepkiyi ve yine bu temelde yaşanan ve iktisadi politikalarla kesin bir bağlılık gösteren sosyal yoksunlukların yarattığı travmaları, burjuva entrikacılığının maharetiyle kullanarak bu çatışmada önemli bir destek ve avantaj sağlamışlardır. Cinayet ve katliamlarla, “faili meçhul” cinayetlerle ve aşırı Kürt düşmanlıklarıyla ‘Ayağa düşmüş’ çete mensuplarını “Yargıya havale ederek” çetelerin ana damarını korumayı ve kendi politikalarını uygulayacak şekilde yenilemeyi “ileri demokrasi” girişimi göstermekte mahir bir avantajdır  onun ki! Aldanmalara yol açan “toplumsal algı”nın kolaylaştırdığı, bir “maharet”!

Bütün bu gelişmeler, devrimci politikada, işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin aleyhine olan bu durumun ve halihazırdaki egemen toplumsal algının değişmesi için, olguların irdelenmesinde, olayların ve gelişmelerin birbirleriyle ilişkileri ve ardındaki etkenlerin açıklıkla ve net şekilde sergilenmesinde aktivite artırmayı zorunlu kılıyor. Bu açıklık, emekçilerin bilinç ve ihtiyaç halinin kendi lehlerine değişmesine yardımcı olacak; egemen gücün bugünkü iktidar temsilcisinin polis, jandarma, korucu ve özel timler eliyle halkı bastırmasının yaratacağı öfkeyle birlikte, onun toplumsal yanılgıdan kaynaklı desteğini sarsacak ve halk karşıtı politikasıyla birlikte yenilgiye uğratılmasının yolunu açacaktır. Bunun için, gerçeklerin açık, net ve “dobra dobra” sergilenmesine, cesaret ve azimli çalışmaya ihtiyaç vardır.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et