6 Ağustos 2011

’91 de neyse bugün de o!

Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın 5 Temmuz 1991’de kaçırılıp 7 Temmuzda infaz edildi. Bu cinayetten sonra sayısız faili meçhul, ‘90’lı yıllar boyunca sürdü. İtirafçı Abdülkadir Aygan, “Aydın, JİTEM kurucusu olan Binbaşı Cem Ersever tarafından bizzat ortadan kaldırıldı” dedi, ama bu da pek çok itiraf gibi sadece itiraf olarak kaldı.
Devlet hâlâ resmen kabul etmese de artık herkes biliyor ki, JİTEM başta olmak üzere devletin çeşitli özel birimleri sayısız faili meçhul cinayet işlemiştir.
Bu “faili meçhul cinayetler” davalarından birisi (0 faili meçhul), Kayseri Eski Alay Komutanı ve JİTEM Grup Komutanı Albay Cemal Temizöz ile Korucubaşı Kamil Atak’ın da aralarında bulunduğu 7 sanıklı dava. Önceki gün bu davada, Eskişehir Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, tanık olarak dinlendi.
Avcı, JİTEM bünyesinde çalışan itirafçıların 1991 yılında HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ı öldürdüğünü ve aynı günlerde bir kişinin daha katledildiğini ayrıca bir gazetenin de bombaladığını (Özgür Gündem gazetesini bombalanması) söyledi.
Görünüşe bakılırsa devlet faili meçhul cinayetin sanığı görevlileri ve suç ortaklarını yargılıyor. Kimi eski ya da halen “memur” olan devlet görevlileri de bu mahkemelerde tanıklık yapıyor!
Ülkeyi yönetenler ve onların hınk deyicisi gazeteciler, liberal çevrelere bakarsanız, aradan geçen sürede devlet demokratlaştı; zihniyeti değişti; hatta çeteleri, darbecileri yargılayacak kadar yasaya hukuka, demokratik normlar sahip hale geldi!
“Balyoz” davası, “Ergenekon” davası, “İnternet Andıcı” davası, “Amirallere suikast” davası gibi davalar da bunun göstergesi değil mi?
Tam bu söylenenlere inanacak oluyorsunuz ki; azıcık kazıyınca altından o eski devletin, bütün haşmetiyle durduğunu, gerçekte sadece kendisini konsepte uydurduğunu görüyorsunuz.
Bu sefer öyle kazımaya bile ihtiyaç olamadı; o zihniyet kendisini Avcı’nın “Vedat Aydın’ı JİTEM öldürdü!” dediği saatlerde, bir başka mahkeme salonunda maskesini atarak, ‘90’lardaki acımasızlığı ve korkunçluğu ile ortaya çıktı. Anımsayalım: Hrant Dink’in katlinden sonra AİHM’den “devletin Hrant Dink’i korumadığı, bu yüzden de katillerin cinayeti gerçekleştirdiği” kararı çıkmıştı. Hükümet de bu davayı temyiz etmeyerek, güya sorumluluğunu kabul etmişti! Ama önceki gün, Dink cinayeti ile ilgili İçişleri Bakanlığı’nın ihmali olduğu gerekçesiyle Dink’in kardeşlerine 100 bin TL tazminat ödemesine karar veren Danıştay’ın kararına İçişleri Bakanlığı itiraz etti. Bakanlık sorumluluğunu kabul etmediği gibi, Dink’in öldürülmesinde İçişleri Bakanlığının herhangi bir kusur ve sorumluğunun olmadığı, gerekli güvenlik önlemlerinin alındığını iddia etti. Bakanlığın temyiz dilekçesinde, 100 bin TL’lik tazminatın Hrant Dink’in kardeşlerinin “sebepsiz zenginleşmesine” neden olacağı da savunuldu. Bunun ötesinde bakanlık; “Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntü duymuş olması gerekir” diyerek, “Dink kardeşlerin Hrant Dink’in katlinden “elem ve üzüntü duymuş” olmadıklarını, bu yüzden tazminat ödenmemesi gerektiğini  tutanaklara geçirmiş oldu.
Böyle bir bakanlık varken ve bu bakanlıktan yansıyan devlet zihniyeti ayaktayken; faili meçhullerin, siyasi cinayetlerin failleri bulunur mu, devlet içinde ve dışında organize olmuş çeteler çökertilebilir mi?
Bu zihniyeti sadece İçişleri Bakanlığının zihniyeti de değildir elbette. Bir devlet tutumudur. Bu yüzden de, ‘90’larda JİTEM kurup, faili meçhul cinayetler işleyen, vatandaşlarını kaybeden, köyleri yakan devlet zihniyetiyle bugün Hrant Dink’in katlinden “üzüntü duydukların ispatını” bekleyen zihniyetin esasta bir farkından söz edilebilir mi?

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et