İğneli dost
Haftalık yazımı kotarma derdindeyim. Kafam karışık. Bilgisayarın klavyesine güçlükle uzanıyor parmaklarım. Öyle kişisel sorun falan değil beni bunaltan.Yaz sıcaklarını da umursamıyorum pek. Derdim içinde soluk almaya çabaladığım yaşamsal çevreye uyumsuzluğum. Bin bir güçlükle bitirdiğim hukuk öğrenimi uğruna feda ettiğim gazetecilikten başlayabilirim. Elbette Cumhuriyet tarihi boyunca gazetecilerin çoğunluğunun devletin, sermayenin kısaca güçlünün yanında yer aldığını bilmez değilim. Ama günümüz kadar gazeteciliğin böylesine dibe vurduğu, ölçüsüz bir iktidar yanaşmalığı yaptığına tanık olmadım hiç. Televizyon yayınları daha da ürkütücü. Çünkü halkı etkileme aracı olarak etkinlikleri çok fazla. Bu bağlamda TV program ve habercilerinin Ramazan ayını bile tüketim rantına çevirme becerilerine, Yüksek Askeri Şura kararlarından bir demokrasi zaferi çıkarma hünerlerine şapka çıkarmamak elde değil. Demokrasiye atlayıvermek bu denli kolaydı da neden ülkemde hala düşünceyi ifade özgürlüğü yoktur. Neden yazdıklarından, çizdiklerinden ötürü gazeteciler cezaevindedir. Neden yasalar yurttaşlara eşit biçimde uygulanmaz? Neden nefret söylemi, nefret suçları ülkeyi bir baştan bir başa sarmıştır? Neden içinde çabaladığımız bu yönetim biçiminde insana, insan haklarına saygı yoktur? Neden bu sistemde emekçinin de kadının da adı yoktur? Bu soruların yanıtını vermeli demokrasi hayranı neoliberal meslektaşlarım! Bu arada uzun bir sürgün döneminin ardından Kemal Burkay İsveç’ten yurda döndü. Ülkeye gelişi tantanalı oldu. Yazılısı ve görseli ile iletişim araçları iktidar partisinin bakanları ve gazeteciler peşini bırakmadı. Sol siyasetçi kimliğinden çok şair yanına övgü düzüldü. Anlaşılan iktidarın yeni Kürt açılımında! önemli bir yeri olacak sayın Burkay’ın. 7 Ağustos günlü Radikalin ‘iki’ ekinde Yıldırım Türker’in “Şairin dönüşü” yazısını okumanızı öneririm. Her satırına katıldığım bu yazıdan yalnızca bir paragrafı sizlerle paylaşacağım: “...Şairin bayrağı olmaz. Bir bayrağın önüne oturtulan şair rehine demektir. Kürt sorununu şiirin çözeceğine inanır gibi yapan heykeller allahüekberlerle yıkılır, kitaplar müstehcen diye yasaklanır, filmler sansüre takılırken hep hülyalı bir nikbinlikte hep ferahfeza makamında görmeye alışkın olduğumuz Günay ile Türk bayrağı önüne oturup barış konusunda ahkam kesmek de kendisini Nazım’ın artçısı olarak gören bir şaire yakışmaz.”
İşte durum budur değerli okur. Kafam karışıktır böyle durumlarda. Sıklıkla yaptığım gibi şiire sığınacağım yine. Gülten Akın’ın çok sevdiğim bir şiirine:
İğneli Dost
İster ki herkes ölsün
Neler besleyip büyütmüş
Gömmüştür neleri gizli gizli
Belleği sıra
İster ki herkes ölsün
Şarap olacakken sirkeye dönmüş
Üzüm suyu şaşkınlığında
Gidişi kelebek, gelişi beygir
Kişnemesi çöplük sanrılarıyla
Yollarda ipekler halılar, çağırır evine
Eli dili soylu kırmanç güzelliğinde
Tarih düşersiniz artık İsa doğmuştur
Dostluktan önce, dostluktan sonra
Arınmıştır kirlerinden insan ve dünya
Belli belirsiz bir sızıyla
Dönüşte eliniz varırsa sırtınıza
Kocaman paslı bir iğne
Onların
Çimen bitmez bastıkları yerde
Sevgi buruşur
Evrensel'i Takip Et