İsrailli Mısırlı gibi yürürse!
Fotoğraf: Envato
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Suriye’ye gitmesi öncesinde ABD’nin, bir yandan ABD Dışişleri Bakanı Clinton ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Suriye Masası Şefi Hof, öte yandan Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin, Davutoğlu’nun Esad’a götüreceği mesaja son halini verilmesinde etkin rol oynadığı anlaşılıyor. Dahası Hükümetin bu gezi öncesi “Dış Güvenlik Zirvesi” toplayarak, Suriye’ye karşı alınabilecek askeri önlemleri de konuştuğu, bunun içinde “Suriye topraklarında bir tampon bölge oluşturulması” seçeneğinin de olduğu belirtiliyor. Ancak ABD ve Türkiye’nin işin esasında tam görüş birliğinde olsalar da Suriye’ye uygulanacak yaptırmalar konusunda aralarda fark bulunduğu da anlaşılıyor. Bu fark da; ABD’nin artık Esad rejiminden bir şey beklemediği ve Suriye’ye karşı derhal sert önlemlere başvurulması gerektiği düşüncesine karşın, Türkiye’nin bu önlemlerin Davutoğlu’nun ziyareti sonrasında değerlendirilmesinden yana olduğu biçiminde.
Bundan sonra, şu anda gündemin en üst sırasına yükselen Türkiye-ABD-Suriye ilişkilerindeki sıcak gelişmeleri çok konuşacağız. Ancak bugün bu sıcak gelişmelerin bir başka boyutuna dikkat çekmek istiyoruz. Ki sorunun bu boyutu görülmeden sıcak gelişmeleri yerli yerine oturtmak da zordur.
Şöyle ki; kimi “sosyalist” ve “solcu” çevreler, daha Tunus’ta ayaklanmanın başlamasından itibaren bu isyanları “emperyalistlerin bir oyunu” olarak gördüler ve halkların başkaldırısını karalamak için bahaneler aradılar. Bin Ali, Hüsnü Mübarek gibi emperyalizmin işbirlikçi diktatörleri, açıkça söylemeseler de emperyalizme karşı direnen Arap liderler kategorisine soktular.
Olup biteni, “Arap dünyasına has” olarak gören batı emperyalizminin ideologlarıyla da birleşen bu yaklaşım, bu ayaklanmaları “olmuş bitmiş” gibi değerlendirdiler. Böylece de onlar, Arap halklarının çağın dışına itilmişliklerine ve diktatörlüklerle yönetilmeye başkaldırdıklarını, hareketin devrimci yanının da bu halkların kendi kaderlerine sahip çıkmaları olduğunu anlamadılar. Bunun da ötesinde bu “solcu” çevreler, isyanların emperyalist sistemin derindeki çelişmeleriyle bağlarını görmezden geldiler. Bu yüzden de bu çevreler, Yunanistan, İspanya, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerdeki işçi ve öğrenci eylemleriyle Arap-İslam ülkelerindeki çelişmelerin benzerliğini, bunların biriyle kan bağını anlamadılar.
Son günlerde Londra’nın kuzeyindeki yoksulların kapitalizmin ana vatanındaki, yakıp-yıkma ve yağmayı da içeren polis zorbalığını protesto eylemleri ile Somali’de yıllardır açlığın yoksulluğun pençesinde ayaklanmaya bile mecali kalmamış halkın yürek yakan görüntüleri aynı çelişkilerin dışa vurumudur. Ya da İsrail’de bir aya yakın bir zamandır yüz binlerce kişinin katıldığı, gıda maddelerine yapılan zamları protesto eden, kiraların düşürülmesini ve daha insanca koşullarda çalışma talepleriyle yürüyen İsrail halkının istekleriyle Arap dünyasındaki iş, ekmek, özgürlük talepleri ya da Yunanistan, İspanya emekçilerinin taleplerinin farklı bir yönü nedir ki?
Ancak, söz konusu İsrail olunca burada ayrıca önemli bir yan var.
İsrail’deki yüz binlerin eylemlerinde öne çıkan pankartlardan birisi de “Mısırlı gibi yürü!”dür.
Yani bütün bir üç bin 500 yıllık geçmiş boyunca, bütün tarihin merkezine kendisini koyan “Musa’nın çocukları”, “İsrail oğulları”nın üç bin 500 yıllık en büyük düşmanları Mısırlıyı örnek almak istemeleri herhalde unutulmayacak ve üstünde tartışmaya değer bir gelişmedir. Hele de bu Ortadoğu’da İsrail’in de tarafı olduğu yeni bir alt üst oluşun elinin kulağında olduğu bir zamanda!
İsrailli, Tahrir Meydanı’na, Mısırlının zulme ve diktatörlüğe başkaldırısına gönderme yaparak, “Eğer kazanmak istiyorsak Mısırlı gibi yapmalıyız” diyor. Ve bu sloganla elbette, üç bin 500 yıllık geleneğe sırt çevirerek, Mısır halkıyla kardeşleşmenin gereğine vurgu yapılıyor. Ve demek ki, halklar, eğer ortak düşmanlarını fark ederlerse; ki bunu ancak mücadeleye girdiklerinde fark ediyorlar, birbirleriyle boğazlaşmaktan vazgeçip ortak yanlarını keşfedebiliyorlar. Bunun için bazen büyük felaketler, bazen de büyük altüst oluşlar gerekiyor ne yazık ki! Çünkü sokağa çıkan İsrailli en yakın olarak kendisiyle benzer taleplerle hareket eden Mısırlıyı kardeş görmeye başlıyor.
Sistemin derinleşen krizinin, işçi sınıfına, emekçilere, halklara saldırıları artıracağı gibi aynı zamanda bütün bu ayrı ayrı ülkelerdeki gelişmelerin ortak yönlerinin görülmesini de kolaylaştıracaktır.
İsrailli Mısırlı, Türkler Yunanlı, Araplar Kürtler, İspanyol Faslı, Alman Fransız, ... gibi yürümeye başlarsa insanlık tarihinin seyri bir başka hıza ulaşacaktır.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00