18 Ağustos 2011 07:14

'Savaş kabinesi'ni durdurma zorunluluğu

'Savaş kabinesi'ni durdurma zorunluluğu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Başbakan R. T. Erdoğan ve İçişleri Bakanı başta olmak üzere hükümet yöneticilerinin "bayram sonrası"nı işaret ederek, "yeni bir dönemin milatı olacağı"nı ilan ettikleri gelişmenin, adı savaş konacak düzeyde yeni ve şiddetli bir saldırı olacağına dair, genel bir "kanı" oluştuğuna göre, acil-ivedi olan bu bu savaşçı-saldırgan politikaya karşı nasıl bir direnç gösterileceği; Kürt-Türk ve diğer ulusal topluluklardan emekçilerin yaşamında derin ve kapsamlı tahribatlar yaratacak olan böylesi bir "çılgınlık"ın Erdoğan komutasında başlatılmasına engel olabilmektir. Erdoğan ve “kurmayları"nın açıklamaları saldırının şiddetli olacağını, kapsamı geniş tutulacağını haber vermektedir. Başbakan koltuğunda bir tür firavun padişah ruhiaytıyla oturan Erdoğan," Bakınız, unutmayın artık yine açık söylüyorum, bıçak kemiğe dayanmıştır diyorum  ve bu ülkede bölücü terör örgütüyle arasına mesafe koymayanlar da bu suça iştirak ediyorlar, bunu da buradan açıklamak istiyorum ve onlar da bunun bedelini ödemeye  mahkum olacaklardır” diye açıklarken, hedefin sadece silahlı örgüt mensupları olmayıp Kürtlerin ulusal haklarının tanınmasını isteyen ve bunun için mücadele eden herkes olduğunu ilan etmektedir. Başbakanın açıklamaları, haki asker giysileri içindeki "komando Çiller"in 93'teki açıklamalarını ve ardısıra gelen kontra cinayetleriyle destekli kapsamlı saldırıları çağrıştırıyor.

Erdoğan ve "savaş kabinesi", Ramazan sonrasını yeni ve kapsamlı bir büyük saldırının başlangıcı ilan ederken, Kürt ulusuna karşı 87 yıllık imha ve asimilasyonu esas alan devlet politikasını tümüyle benimsediğini; bu politikayı sürdürmedeki ısrarını da ilan etmiştir. "Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunları açısından hiçbir ayrımcılığın olmadığını"; "Kürt sorunu diye bir sorunun artık söz konusu olmadığını" ileri sürebilecek kadar toplumsal gerçeklere göz kapamış "devlet aklı", hak mücadelesindeki herkesi saldırı hedefine koymaktadır. Gericiliğin iç iktidar kavgasında burjuva muhaliflerini de etkisiz kılarak "tek hakim" kimliğiyle öne çıkan Erdoğan, savaş başkomutanlığına soyunurken,  işçi ve emekçilerin sömürüden kurtuluşundan, Kürtlerin ulusal haklarından, gençlerin gelecek kaygısından, kadınların insan muamelesi görmelerine olan büyük ihtiyaçtan; ve tüm bunlar için gerekli olan mücadeleden söz etmekle kalmayıp bunun için mücadeleye de atılan herkesi düşman cephesinde gördüğünü de "açıkça ve yeniden" söylemektedir!
Eskilerin deyişiyle, savaş baltalarını çıkarmış ve bilemekte olan bu savaş kabinesinin Türkiye'yi içerde ve dışarda ateşe sürecek olan politikası etkisiz kılınamaz ise eğer, Kürt-Türk ya da diğer ulusal topluluklardan; Alevi-Sünni; müslüman ya da diğer inançlardan yalnızca uyanmış ve mücadele içindeki kesimler değil, "bir şeye karışmıyorum, bana ve yakınlarıma bir şey olmaz, ben işime gücüme bakayım" diye düşünenler de dahil herkes, yükselecek alevler içinde kalma tehlikesiyle yüzyüze gelecektir. Erdoğan ve AKP hükümetinin yönettiği ve yürüttüğü politikalar çünkü, sadece "PKK'yı ve onların siyasal uzantıları" olarak saldırı hedefine konan milyonlarca BDP'liyi değil, onların sahsında Kürtleri ve özgürlük, bağımsızlık, demokrasi isteyen herkesi hedefe koymakla kalmıyor, petrol, doğalgaz ve diğer hammadde kaynakları-rezervlerine hakim olmayı da içeren Amerikan yayılma politikalarıyla da birleşiyor ve komşu ülkeler halklarına karşı saldırganlığa genişliyor. Bu iki yan birbirine bağlanmışıtr ve birbirini beslemektedir. Bu saldırgan-savaşçı politika kapitalist krizin -savaşları da davet eden- yeni bir yayılmasıyla ortaya çıkacağı bugünden belirginlik kazanan derin ve kapsamlı sorunlarına "çözüm yöntemi" olarak da "elde tutulmakta"dır!

Erdoğan kabinesinin(sadece hükümette değil devletin tüm yönetim organlarında örgütlü yönetici komite) bu savaşçı politikasının durdurulması için mücadeleyi en geniş kitlesel katılımı sağlayarak tüm ülkede yükseltmek günün en önemli sorunu olarak öne çıkmıştır. Tüm milliyetlerden en geniş halk kitleleri içinde gerçeklerin en yaygın açıklanmasına ve kitlelerin seferber edilmesine ihtiyaç artmıştır. Türk, Kürt uluslarından ve diğer ulusal toplulklardan emekçiler karşı karşıya bırakılmakta oldukları tehlikenin büyüklüğünü görmeli ve devleti yöneten AKP kurmayını durdurmak üzere harekete geçmelidirler. Muhalif olduğunu söyleyen sendikalar ve yöneticileri, emekçi kitle örgütleri, ilerici-devrimci-sosyalist örgüt, parti ve çevreler, sorumluluğun öncelikle kendilerinin omuzlarında olduğunu görmek zorundadırlar.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa