18 Ağustos 2011 10:13

Barışçıl çözümde ısrar tek yol!

Barışçıl çözümde ısrar tek yol!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Önceki gün Çukurca’da asker ve korucuların yaşamını yitirmesi, elbette yaşamını yitiren askerlerin ailelerini, arkadaşlarını ve yakınlarını tarifsiz acılara boğarken, Türkiye’nin duyarlı kamuoyunu derin bir üzüntünün içine çekmiştir. Ama bu vesileyle, başta TV kanalları ve “yaygın basın”, bunları kullanan, acı ve şiddeti ranta dönüştürmek isteyen kimi siyasi çevreler, sanki kendileri herkesten çok üzülüyormuş gibi, bilinen, “kalıplaşmış ölüm ve acı edebiyatını” zaten gerilen sinirleri daha da germek, acıyı öfkeye, öfkeyle alınmış kararlara dönüştürme amaçlı bir propagandayı yeniden devreye soktular. Hele işin içine F-16’lar ve bombardıman gibi, savaş niteliği yüksek biçimler girince, bu propagandaya uçakların ve bombaların teknolojik özelliklerini de katmayı, “propagandayı zenginleştirmeyi” ihmal etmediler. Bu vesileyle, “Kürt sorununun barışçıl çözümünden”, “sorunun demokrasinin geliştirilmesi temelinde çözümü”nden söz edenleri de “karşı safta” gösterme amaçlı öğeleri de ustaca öne çıkardılar.
İşte oluşturulan bu ortamda, önceki geceden başlayarak, Türkiye’nin savaş uçakları ve topçu bataryaları Kuzey Irak’ın PKK kamplarının bulunduğu (Kandil, Hakurk, Zap, Arşavin ...) bölgelerini ateş altına aldı.
Genelkurmay’dan yapılan açıklamaya göre F-16’lar ve topçular “hedeflerini” vurdular!
Hükümet cenahına gelince; son birkaç aydan, özellikle de Silvan çatışmasından beri, Kürt sorununun çözümünde şiddetin kullanılmasını öne çıkarmaya özel önem veren, strateji değişikliğinden söz eden Başbakan Erdoğan, son gelişmeyle ilgili, “Artık Ramazan sabrı da kalmadı”, “Söz bitti!” değerlendirmesini yaptı.
Ve bu cenahtan yapılan açıklamalarda; “profesyonel ordu” kurulması; “Özel Tim”in bölgeye gönderilmesi gibi önlemlere şimdi; emniyetin “terörle mücadele bölümünün” yeniden örgütlenmesinden “özel yetkili valilikler” ihdas edilmesi ya da “valilerin süper yetkilerle donatılması”nın eklenmesi için çalışmaların hızlandırıldığı belirtilmektedir. Ve bu yeni düzenlemeler, “terör örgütüyle arasına mesafe koyup koymamak” gibi hiçbir objektif kriteri bulunmayan, “barışçıl çözüm” isteyen aydınları, gazetecileri, insan hakçılarını da “suçlu” kategorisine sokan yeni “suç tanımları”yla da beslenmek istenmektedir.
Son birkaç haftaya sığdırılan bu tartışmalar, bu birkaç hafta içindeki çatışmalarda yaşamanı yitiren askerlerin toplumda yarattığı, yönlendirilmiş tepkilerin oluşturduğu ortamda yapılmaktadır.
Olup bitene biraz nesnel bir gözle bakıldığında yetkililer; sanki ortada bir sorun yokken, son birkaç haftada çatışmalar ortaya çıkmış ve bir çok asker yaşamın yitirmiş; bu çatışmaların yarattığı bir infiale yanıt vermek için “acil önlemler alınıyor” gibi davranmaktadır. Oysa ortada çeyrek yüzyılı aşkın bir zamandan beri süren bir savaş vardır ve bu savaşta bizzat devletin açıklamalarına göre iki taraftan 40-50 bin dolayında vatandaş yaşamını yitirmiştir. On binlerce insan cezaevlerinden geçmiş. Bir o kadarı da köylerinden kentlerinden edilmiştir. Ve ortada, siz şöyle başkası böyle dese de, ortada 15-20 milyon Kürdü doğrudan ilgilendiren, çok derin ve öyle, göze batanları bir halede asıp kesseniz bile içinden çıkılamayacak bir sorun vardır.  Nitekim en azından 2009 Mart’ında başlatılan “Kürt açılımı” girişiminden beri hükümet de bu sorunu böyle ele alıyordu. Dahası birkaç hafta öncesine kadar İmralı’da Öcalan’la da bu sorunun çözümü için görüşmeler yapıldığını herkes bilmektedir.
Ancak şimdi hükümet, bütün bu dönemi yok sayarcasına 1990’ların “Özel Timler”ini”, “özel yetkili süper valiler”ini ve yeniden örgütlenmiş terörle mücadele birimlerini devreye sokmak için harekete geçmiş ve konuya ilişkin “özel suçlar” tarif etmeye koyulmuştur.
Hükümetin bu girişimi, sorunun çözümünde şiddeti birinci araç olarak kullanmak isteyen çevreler tarafından alkışlanmakta; “Ramazan neden bekleniyor”, “Kandil’i toz duman edelim” gibi sloganların ağır bastığı açıklamalarla hükümete “destek” verilmektedir.
Kısacası AKP Hükümeti, geliştirdiğini iddia ettiği yeni stratejisiyle, 10 yılı aşkın bir zamandan beri süren, Kürt sorununun barışçıl biçimde, Türkiye’nin demokratikleşmesinin de bir dayanağı olarak çözümü için atılan adımları ve ülkenin oluşmuş birikimini yok sayan, onu berhava eden bir hatta yönelmiştir.
Daha önceden de yaşanıp görüldüğü gibi, bu yol her adımda daha çok şiddeti, her adımda daha çok kan ve gözyaşını davet eden bir yoldur.
Bunca deneyden sonra, barışçıl çözüm imkanlarının bu ölçüde geliştiği bir dönemde bu yola girilmesinin, akıl ve vicdan çerçevesinde kalındığı sürece, anlaşılır bir tarafı da yoktur.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa