Dön baba dönelim meselesi (1)
Kirvem,
Malum olduğu üzere sadece bayramlarda seyranlarda değil, aklımıza hemen her estiğinde, halkımızın yüzde doksan dokuzunun “elhamdülillah” Müslüman oluşuyla övünüp şükrederiz.
Bu tür davranışlara özümün aklı ermese de, yine de “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” fetvasınca davranıp, dolayısıyla bu gibi mevzulara balıklama dalmaktansa, günümüzün moda deyimiyle “teğet” geçmek, hatta hiç bulaşmamak belki de işin en doğrusu!
Öyle ya da böyle! Din, iman, inanç, falan feşmekan derken olmayan aklıma her defasında gelip takılan soru şu: Hemen hepsi olmasa da, büyük bir çoğunluğu hem Müslüman, hem de bu “vatan”ın “has” evlatları olan gençlerimizin kimileri “terörist” damgasıyla “öte taraf”ı kefensiz, namazsız, niyazsız, mezarsız, en önemlisi de “hain, bölücü” damgasıyla boylarken, kimileri de nizam, intizam, disiplinden yana nasibini bolca almış cenaze törenlerinde “kahraman”lık payesiyle ve “şehit”lerin mekânı olan “cennet”e doğru omuzlarda taşınırken, bütün bunların yanı sıra, ayrıca ülkenin “milli gelir”inin azımsanmayacak büyük bir bölümü, “kefere” milletinin bulup icat ettikleri son sistem silahlara, teknolojinin dayattığı bilumum savaş malzemelerine aktarılıp, bir bakıma pisi pisine harcanırken, üstelik tam da içinde bulunduğumuz bu “mübarek” ramazan münasebetiyle “birlik, dirlik” sloganlarının gölgesinde kurulan iftar çadırlarında milletçe “can ciğer kuzu sarması” yarenliğiyle, “kardeşlik” ten yana söylenmedik söz, edilmeyen yemin bırakmazken, diğer yandan içine düştüğümüz bu “çetrefil” durum, acaba neyin nesi, kimin fesi ka yavrum?..
İçi kof cevizi andıran, içeriği de sadece ve sadece boş ve hamasi söylemlerle doldurulmaya çalışılan “din” kardeşliğine dayalı bu “tutkal”ın, bu “çiriş”in, sorunlarımızın çözümüne olumlu anlamda herhangi bir katkı sunmadığı gibi, tam aksine şimdilerde, daha da doğrusu “mübarek cuma” günlerinde meydanlarda kılınan “alternatif” namazlara bakılırsa, bu bapta halimiz hepten harap zo!
Yaklaşık otuz yıldan beri adı, sanı önceleri nedense bir türlü telaffuz edilmeyen, daha sonraları da giderek artan “şehit” cenazeleri televizyon ekranlarından ardı ardına yayımlanıp, dolayısıyla “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganları eşliğinde “al bayrak”lara sarılı gencecik çocukların, henüz ömürlerinin baharındaki “fidan”ların fotoğraflarıyla bezenmiş tabutları, “tören” merasimine katılmış asker, sivil üst düzey “bürokrat”ların hüzün dolu bakışları arasında “son yolculuk”larına uğurlanmasıyla süregelen “memleket manzaraları”nın sonu gelmeyince, keza hepsi de Anadolulu olan anaların feryat figanlarına karışan gözyaşları ülke genelinde sulu sepken gibi yağınca, neden sonra bu “gidişat”ın hiç de sanıldığı gibi basit bir “terör belası” olmayıp, tam aksine “düşük yoğunluklu savaş”, hatta bu minvalde devam ederse, eninde sonunda içinden çıkılmaz bir “iç savaş”a kapı aralayacağı hafif yollu da olsa nihayet, “şapka düşüp kel görününce” maalesef ister istemez terennüm edilmeye başlandı…
Aslında hani nasıl derler, kör kör parmağım gözünde misali gerçekler kabak gibi ortadayken, buna rağmen yıllar yılı dolambaçlı ifadelerle ha babam kekeleyip, “mesele”nin adını, dolayısıyla da “çözüm” babında da “yol haritası”nı doğru dürüst koymaktansa, tam aksine mümkün mertebede etrafından dolanıp, böylece yerine göre “Kürt realitesi”ni laf ola beri gele kabilinden “lütfen” kabul buyurarak, keza yine zeminine, zamanına göre Avrupa Birliğinin yolunun Diyarbakır’dan geçtiğine dair “kehanet”lerle bir bakıma hesapça zevahiri kurtarmaya çalışırken, hani mil pardon ama, kazın ayağının hiç de sanıldığı gibi olmadığını, her geçen günün ardından meselenin daha da büyüyüp dal budak sardığını, bu sorun çözülmedikçe ülkede huzur ve refahın tesis edilemeyeceğini, kısacası “böyle gelmiş, böyle gider” yaklaşımının “iflas” ettiğini, dolayısıyla sil baştan yeni, yepyeni “açılım”larla meselenin üstüne gidilmesine karar veren “yeni ağızlar”, yaradan sığınıp bismillah deyip güya kendi meşreplerince “işbaşı” yaptılar ama, yine nafile, yine fiyasko!
Evet yine nafile; maalesef yine fiyasko! çünkü “meşrebi”, “tekçi” kafa yapısına, onun “izdüşüm”üne odaklı zihniyetin eninde sonunda gelip geleceği yer; tıpkı bugünlerde olduğu gibi, “bıçak kemiğe dayandı”, veya yarın “sabır taşı çatladı” babalanmalarıyla belki bir müddet daha sürüp gidecektir ama, aynı fasit daire etrafında ha babam de babam turlamanın ağır faturasını, ne yazık ki bu ülkenin öncelikle “gariban” çocukları ödeyecektir…
Evrensel'i Takip Et