22 Ağustos 2011 09:29

Şöhret

Şöhret

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Rilke’nin “Malte Laurıds Briggge’nin Notları” gençlik yıllarımızın başucu kitaplarından biriydi. Rainer Maria Rilke’nin şiirsel metnini bize böylesine benimseten, sevdiren de elbette Behçet Necatigil’in ustalıklı çevirisi olmalı diye düşündüm hep. Şairi en iyi duyumsayan ve kendi diline aktaran kişinin yine bir şair olmasından daha doğal ne olabilirdi. Sonraki yıllarda okumalarım arasında önemini korudu hep bu kitap. Sıklıkla yeniden gezindim sayfalarında. Tıpkı şu anda yazmaya oturduğumda olduğu gibi. Şöhret üzerine bir tümcesinin altını çizmişim kitapta. Alıntılıyorum: “Şöhret, arsasına baskın eden kalabalıklar yüzünden, taşlarının yeri bozulan bir yapının resmen yıkılışıdır.”
Şöhret üzerinde duruşum nedensiz değil. Gazeteleri açıyorsunuz şöhretli sanatçılardan, şöhretli mankenlerden, futbolculardan, kaleminden kan damlatan şöhretli yazarlardan, şöhretli eğlence mekânı ve lokantalardan, şöhretli zenginlerin yaşam hikayelerinden geçilmiyor. Televizyon kanalları içinde de şöhret avcılığı programları en büyük ilgiyi topluyor. Ünlü olabilmenin özlemiyle yanıp tutuşan insanlar, bin bir güçlükle katıldıkları bu tür programlarda kendilerini gösterebilmek için, artık unutulmaya yüz tutmuş ya da medyada kendilerinden eskisi kadar söz edilmemesinden ötürü hırçın jüri üyeleri karşısında tüm hünerlerini ortalığa saçmaya çalışıyorlar. Son dönemlerde şöhretler arasına siyasetçilerin, terör uzmanlarının, en iyi kavga eden panelistlerin katıldığını görmek doğrusu şaşırtıcı değil. Popüler kültürün alıp başını gittiği ülkede kısa yoldan şöhret olup köşeyi dönmenin yollarını neden aramasın ki vatandaşlar. Yapı taşları bozulurmuş. Öyle diyor Rilke. Aman canım onu da psikiyatristler, psikologlar düşünsün. Devletlilerse bu durumdan memnun. Kültür çıtası ne denli aşağı inerse, düşünen, düşüncesini konuşarak, yazarak, çizerek, eser yaratarak ifade edenlerin sayısı da o denli azalıyor çünkü. Israr edenlerin yontuları kırılıyor, resim galerileri basılıyor. Kitapları toplatılıyor. Yetmedi devletlülerin beğenmediği yazı yazan gazeteciler, yazarlar cezaevine tıkılıyor. Can Yücel’in mezarına yapılan saldırıya da şaşmadım. Heykele tahammülsüzlükte, heykel kırmakta idmanlı ve de eğitimlidir bizim yurtsever ve muhafazakar delikanlılar. İstanbul sokakları canlı tanığıdır. Somali’ye gelince. Şimdilik gelmeyelim de onu başka bir yazıya bırakalım. İçinde medyamızdaki çapsızlaşmayı da tartışacağımız bir başka yazıya…
Dün şair Turgut Uyar’ın 26. ölüm yıldönümüydü. Şiirlerini karıştırırken düşündüm ister istemez. Turgutlar, Can Yüceller, Nâzımlar, Edipler, Cemal Süreyyalar, Metin Eloğlular, Orhan Veliler, Melih Cevdetler yarattıkları eserleri ile, şiirleri ile hep kalacaklar yarınki kuşaklara. Saygıyla ve sevgiyle anılacaklar. Ama halkları düşünmeyen, emekçiyi hor gören, zenginleri daha zengin etmenin düşleri ile yaşayan siyasetçilerin anılmaya değer hiçbir şeyleri kalmayacak yarınlara.
Turgut Uyarın “Divan” şiirlerinden birini seçtim sizlere dostlar. Birlikte okuyalım:

içeri giren’e

kapılarda bıraktılar her şeyleri her şeyleri
ey üzünç yalnız bir seni mi aldılar içeri

saatler bir açık deniz gibi kimseden yana değil
her zaman süslü püslü her zaman oldukça geri

beni bir su başına götürün bir su başına
öyle yapın ki sileyim orada hendekleri

beni şarkılarla türkülerle aşkla donatın
pırıl pırıl yara almaz olsun bedenimin her yeri
eski kaleler eski bölümler ve eski çarşılar
bir coşkunluk diye bir odak diye bulsunlar beni

ey aklımın tarihi ey su geçirmez gücüm
unutmadın unutmadın silah tutan elleri

seni bu mazgalın nöbetine koyuyorum
sen bir akşamsefası olarak gözetle saatleri

bana hüzün ver beni kucakla beni hep tazele
ey üzünç artık nasılsa bir seni almışlar içeri

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa