Her Ramazan yayınlanan bir reklam var. Upuzun bir masaya, yaşlılardan çocuklara birkaç kuşaktan insanların doldurduğu bir sofra kuruluyor, neşe içinde yemek yeniyor. Masadan da karbondioksitli, meyan köklü, formülü meçhul, kendisi meşhur Amerikan içeceği eksik olmuyor.
Bu yıl, içeceğin yerli versiyonunu yapan marka, reklamının da aynısını yapmaya çalışmış. Reklamlar hakikaten çok benziyor, ama aralarında hayati bir fark var. Asıl reklam, Amerikan gazozu menşeili olan, sofrada ne kadar insan, ne kadar yiyecek, ne güzel manzara olursa olsun, şişeyi ya da bardağı ekranın tam ortasında tutmakta ısrarlı. Aynı diğer 11 ay yaptıkları reklamlarda olduğu gibi. Şişeler, bardaklar eğilip bükülmüyor, tam ortada duruyor. Oradan bir şey içmek için ille de eğilmek gerekiyorsa, insanlar, eller, masalar bile eğilebiliyor. Utangaç yerli marka her şeyi kopyalayıp bu asıl unsuru es geçmiş, kendisini ekranın bir o köşesine, bir bu köşesine konumlandırıp seyirciyi hipnotize etmeye cesaret edememiş.
Ramazan ekranına bakınca, bu 11 ay boyunca yayınlanan reklamın Ramazan versiyonu güzel bir özet oluşturuyor. Geçen ay seküler parti, bu ay iftar. Ama emperyalizmin simgesi olan gazlı içecek en baş köşede, her şey onun çevresinde dönüp duruyor.
Sadece dini, uhrevi göndermeler ya da programlar değil Ramazan’ın özelliği. Aile, dayanışma, kalabalık sofralar gibi motifler de mutlaka bir yerlerde var oluyor. Bu yılın yıldızı, Somali için yardım programları oldu örneğin. Ama her şey dönüp dolaşıp ortasında emperyalizmin dimdik durduğu yapay sofralara benziyor.
TRT’nin her Ramazan sektirmeden yayınladığı ‘The İmam’ filmi, bu yıl da yayın akışındaki yerini aldı. Filmin asıl meselesi önyargılar, daha doğrusu görüntüye bakarak insanları yargılamamak gerektiği, diyebiliriz. “Modern” görünüşlü bir imam var, hem köylünün onu yadırgamaması gerekiyor, çünkü aslında dini bilgisi yerinde bir kişi kendisi. Bir de imamın kendisinin aldığı bir ders var; kendinden utanacak, saklanacak bir şey yok, diyor film. Abartıdan kaçabilen hiçbir şey de kalmıyor bu arada, köylülerin dedikodu yeteneği en ibretlik diziyi bile aratır, köyün yobazı en laik film hangisiyse onda bile bulunmaz, motorcu imamın halleri de Harley Davidson ve Marlboro Man filmine fark atabilir. Filmde tutucu köylüye veriliyor gibi görünen mesaj, herkese yani. İmam hatiplileri hor görmeyin, çünkü yardım amacıyla banka soyan Amerikalı sıkı çocuklara benzeyenleri de olabilir.
Ramazan, ekranı başından sonuna etkileyen, belirleyen bir zaman dilimi. O ayın yaratıcılığı ile başlayan programlardan biri, ‘ilahi star’ da denen, Gönülden Sesler. Program, Popstar yarışması formatını ilahiye uyarlayarak yepyeni bir çığır açtı. Bu format uyarlama işi, dünyanın hiçbir yerinde bizde yapıldığı kadar abartılmıyor olmalı. Biz sonuçta Popstar Alaturka gibi örnekler gördük, ya da daha güzelini söyleyeyim, dans yarışmasının sahnesinin ortasında bir tahta yarışmacılardan çok jüriyle didişen Huysuz Virjin’i oturtmak diye bir format biliyoruz. Onun için aslında ilahi yarışması, bunlara göre daha da yerlileştirilmiş, uyarlama işinin daha da abartıldığı bir örnek değil.
Hatta, Amerikan versiyonuna daha sadık, bazı bakımlardan. Örneğin, ta Biri Bizi Gözetliyor günlerinde olduğu gibi yarışmacıları numaralarla anmak, pek kalmamıştı. Gönülden Sesler yapıyor. Yarışmacılara jüriyle tartışma hakkı, zaman içinde tanınmış, reytingi artırmanın bir yolu olarak görülmeye başlamıştı. Gönülden Sesler’de cevap hakkı da pek yok, araya korsan bir iki cümle sıkıştırılırsa, belki. Herkesin çok daha terbiyeli görünmesi, sıkça “kısmet”, “Allah razı olsun” denmesi, bu Amerikan geleneğine bağlılık halini değiştirmiyor.
Amerikan eyaletlerine selam gönderilen programları seçmesek bile Ramazan’la başlayan laf Amerika’ya geliveriyor, çare yok. Hepsinde, hipnotize eder gibi, ortada görünmez Amerikan şişesi.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et