24 Ağustos 2011 11:53

Sahip kölesi kadar özgürdür!

Sahip kölesi kadar özgürdür!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yönetenlerle yönetilenler arasında çatışmanın bulunduğu her toplumda ve her ülkede, dışa karşı savaş aynı zamanda içeriye karşı da bir savaştır. Bu tarihin gerçekçi (materyalist de denebilir) bir gözle okunmasından çıkan ve bugüne kadar hiç tersi kanıtlanmamış bir derstir. Ama öte yandan bu ders, en son öğrenilen, sanki önceden büyük yıkımlar, büyük acılar yaşanmadan da benimsenmeyen derslerden birisidir.
Yani eğer Türkiye’yi yönetenler silahlı kuvvetlerini bir başka ülkenin topraklarına gönderip, “Herkes bu ulusal davamızı desteklemelidir. Desteklemeyenler de dış düşmanın uzantısıdır, iş birlikçisidir” diyorsa; bu, dışarıya karşı savaşın içeriye dönmesi, içeride yansımalarının olması kaçınılmazdır.
Dünkü Evrensel’in manşetinde vardı bu yansımanın bir örneği: polis karakoluna şikayette bulunmak için giden Kemal Tunç’un, karakolda ellerine ters kelepçe takılıp 10 polis tarafından dövülmesi, üstüne iki tüp biber gazı sıkılması bir rastlantı olabilir mi? Ya da İzmir Fuarı’nda çalışan Sosyal İş üyesi işçilerin grevinin ertelenmesi sadece “turizm mevsimi ve ülke itibarı”yla açıklanabilir mi?
Yine dört gün önce Evrensel’de verilen, zorla sendika değiştirilmesine karşı çıkan İstanbul Büyükşehir Belediyesi işçilerine polisin müdahale etmesi, coplar ve biber gazıyla işçileri dağıtması normal midir, bir rastlantı mıdır?
Yine aynı gün, Adana’da Balcalı Üniversite Hastanesinin sendikalaşmak için mücadele eden işçilerine polisin coplarla, biber gazıyla saldırması, işçileri yaralaması, pek çoğunu gözaltına alıp mahkemelere çıkarması bir rastlantı olabilir mi?
İstanbul’da Blok vekillerinin basın açıklamasının polis zoruyla engellenmesi, başlarına “Şehitler ölmez vatan bölünmez” yazılı bantlar bağlamış güruhun, Taksim gibi bir meydana salınması ve polis denetiminde terör estirmeleri bir tesadüf sayılabilir mi?
Bu bir birbiriyle ilgisi olmayan kentlerde ve birbiriyle bağlantısı olmayan nedenler üstünden gelişen eylemlere karşı polis şiddetinin, Kuzey Irak’a yönelik bombalama ve topçu saldırılarıyla bir ilişkisi yok mudur? Ve bu polis terörünün mekan ve konu tanımadan yayılmasının, bombardımanların gündeme gelmesi ve Türkiye’nin Kürt sorununu şiddetle çözmeye yönelmesi, bu amaçla bir strateji geliştirilmesi ve polise geniş yetkiler tanınması için yapılın girişimlerle bir ilgisi yok mudur?
Görüldüğü gibi burada Cizre’de, Hakkari’de Şırnak’ta artan polis şiddetinden, sokak çatışmalarına varan müdahalelerden hiç söz bile etmiyoruz.  
Yukarıda söz edilen ve dün yapıldığı zaman polisin müdahalesinin olmadığı olaylara bugün polisin neden müdahale ettiğini sorsanız, ya; “Yasalara uymamıştır da ondan müdahale olmuştur” denir ya da “Oradaki polislerin işgüzarlığı olmalı” yanıtını alırsınız. Oysa bugün; düne göre “henüz” yasalar değişmemiştir; hatta mevcut amirler bile değişmemiştir ama uygulama hızla değişmiş, bir merkez, adeta içinde polisin baskı ve şiddetinin saklı olduğu “Pandora Kutusunu” sokağa boşaltmıştır!
Ancak bugün, bu yanıtlara inananlar ya çok saflar ya da hükümetin ve yandaş basının gözlerinin önüne sis perdesi çekmeyi başardığı kimselerdir.
“Köle sahibinin özgürlüğü kölesi tarafından sınırlanmıştır!” diyen tarihsel saptama bu yazının başında ifade edilen “tarihsel ders”in devamıdır. Çünkü köle sahibi kölesinin hasta olup çalışamayacağından, isyan edeceğinden, kaçacağından, ya da sahibini öldüreceğinden dolayı korku içindedir. Bu yüzden de sahibin bir gözü daima kölenin üstünde olmak zorundadır. Hatta geceleri bile bir gözü açık uyumak zorundadır sahip.
Bu, toplumsal çatışmalar için de böyledir. Ülkenin doğusunda savaş ve savaş hali sürerken, ülkenin batısı hiçbir biçimde daha demokratik, daha güllük gülistanlık olamaz. Asker bir başka ülkeye ya da ülke içinde bir güce  karşı savaşıyorsa, savaşa gitmemiş olanların mutlu ve müreffeh olması beklenmez. Kürtlere şiddet uygulanırsa, Türk kökenli işçi, emekçi de, (emek mücadelesi de) “Teröristle arasına mesafe koysa bile” bundan nasibini alır. Bu yüzdendir ki; eğer batıdaki demokrat, emekçi halk kesimleri, özgürlük, demokrasi, barış, refah bekliyorsa bu, ülkenin doğusunun da barışa, özgürlüğe refaha kavuşmasıyla olanaklı olacaktır. Ya da Türkler daha iyi yaşama daha özgür ve bağımsız, barış içinde bir Türkiye istiyorsa bu, Kürtlerin de özgür, bağımsız, demokratik, barış içinde bir Türkiye’yi birlikte kurma talebini karşılamakla olabilecektir. Kürtler ezilen bir halk olmaya devam ederken Türkiye’nin emekçi halkı özgür olmaz, demokrasinin hiçbir nimetinden de yararlanamaz.
Başka türlü olur diyenler yalancılarla ve bu olmazdan rant sağlamak isteyenlerdir.
İnanmayanlar dün (bugün de) basında yer alan Eski Genelkurmay Başkanı Koşaner’in itiraflarına baksınlar!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa