25 Ağustos 2011

Libya’ya ‘demokrasi’ mi geldi?

NATO bombardımanı desteğinde Trablus’a giren “isyancılar”ın zafer gösterileri sırasında ve makineli tüfek atışlarıyla destekli “Şimdi özgürüz!” bağırtılarının, devrimci bir kalkışmanın coşku ve kazanımlarına işaret edip etmediğini, kapitalizmin liberal, muhafazakar ve sosyal “demokrat” savunucuları da çok geçmez, görürler. Sadece onlar da değil, ABD ve Avrupalı emperyalist ordularının saldırdığı ülkelerin yöneticileriyle, önce “kardeş” deyip “al takke-ver külah” ilişkisine girip ardından, işgalci ve saldırganların petrol ve hegemonya savaşlarına öncü kol olanların da maskeleri, önümüzdeki yakın dönemde yırtılıp, şeytani ve yayılmacı emelleri daha net olarak görülecek. ABD ve ‘şürekası’nın ulaklığıyla değil sadece, şimdilerde “diktatör” diye, sözüm ona aşağılamaya çalıştıkları yönetimlere karşı komplo, sabotaj ve iş birlikçi muhalifleri örgütleyip savaştırarak “ganimet”ten pay almaya soyunanların; kendi ülkelerinin devrimci-demokrat muhaliflerine karşı yürüttükleri militarist saldırıları “huzur ve güven için” ve “bölücü teröre karşı, ülke ve millet bütünlüğünü koruma”ya dönük devlet politikası olarak göstermelerinin ne denli ikiyüzlü olduğu da daha net sorgulanacaktır. Libyalı ‘isyancılar’ın NATO orduları desteğinde sürdürdükleri “diktatör karşıtı”(!) savaşta salladıkları üç renkli, ay-yıldızlı bayrak bile Avrupalı ve Türk gericisi saldırgan kuvvetlerin üç renkli ve ay yıldızlı bayraklarını andırıyor. Bağımsızlığa ve özgürlüğe düşkün halkların yerli ve yabancı kapitalist ve emperyalist güçlere karşı devrimci eylemi ve şiar ve flamalarından ne kadar da farklı!
Dışarıdan; Avrupa’dan, ABD’den ve Türkiye’den savaş uçakları, gemileri ve tanklarıyla gelen “kurtarıcılar” ise; daha düne kadar “meşru” muhatap saydıkları ve uluslararası platformlarda bir araya geldikleri kişilerle onların etrafında şekillenmiş yönetimler, bir an önce yıkılmaları-çekilmeleri gereken diktatör(lük)ler olarak suçlayacak kadar ikiyüzlü ve iğrenç suretlidirler.
Diktatör! Sahi diktatör olmayan Bush, Obama, Sarkozy, Erdoğan, Kral Hasan ve Fahd ailesi, Emirler ve Sultanlar mıdır? Ululadığınız Hüsnü Mübarek, halkın nefreti ve öfkesiyle yıkıldıktan sonra mı diktatör olmayı hak etti. Zeynel Abidin bin Ali Tunus halkının darbeleriyle alaşağı edilmeden önce sizin “muadil” başkan yönetici arkadaşınız değil miydi? Saddam İran’a karşı savaşırken baş korsan ABD’nin müttefik başkomutan yöneticisiydi. Sizlere kafa tuttuğunda ise, hepiniz onu halkına ve dünyaya karşı suç işleyen “cani” olarak suçlayıp hükmü verdiniz; idam! Ve kafasını ilmiğe takıp sandalyeyi tekmelerken Irak halklarının ahını soruyor değildiniz. Petrol ve diğer zenginlik kaynaklarına el koymayı başarmanın töreniydi yaptığınız. Şimdi sizin gazeteleriniz ve televizyonlarınız, Beşar Esad’ın kafasını ilmik arasında gösterecek kadar kan içiciliğinizi dünya aleme ilan ediyor. “Diktatör Kaddafi gitti, sıra Esad’da!” diye sevinç naraları atıyor yandaşlarınız.
Oysa onlar da, siz ve sizinkiler gibi sömürü düzenin temsilcileri; burjuva, burjuva feodal vs. Yönetimlerini sürdürmek için kullandıkları araçlar da sizinkilere benziyor; ya da hemen hemen aynısı. “Halkının kanını döküyor” diye suçladıklarınız; “yarın-öbür gün” benzer kalkışmalar ortaya çıktığında, yapmaktan çekinmeyeceğiniz eylemleri yapıyorlar. Tarihin gerçeğidir: Burjuvazi iktidarını korumak için kan dökmekten kaçınmaz. Onun sömürüye dayalı çıkarlarını korumak ve sürdürmek için yapmayacağı kötülük, başvurmayacağı vahşet yoktur. Ülkelerinizde, hakları için başkaldırı bir yana demokratik-meşru, yasal haklarını kullanmak üzere eyleme geçen gençlere sıktırdığınız kurşunlar, polis copu, zehirli gaz bile, daha kitlesel ve Libya’da, Suriye’de olduğu türden silahlı savaşa giriştiklerinde, kitlelere karşı bombardımanlardan kaçınmayacağınızın bugünden yaşanan göstergeleridir. Boşuna kendinizi demokrat, başkalarını diktatör göstermeye çalışmayın. Onlara saldırmanızın nedeni, sizinle istediğiniz koşullarda iş birliğine yanaşmamaları, teslim bayrağı çekmemeleriydi. Yoksa, diktatör olmuşlar, olmamışlar; halklarına zulmetmişler, etmemişler, sizin neyinize! Ne Ruanda, Endonezya, Şili, İspanya ve Arjantin unutuldu ne de Afganistan ve Irak’taki katliamlarınız tarihin “tozlu rafları”na kaldırılmış durumda. Taliban’da, El Kaide de sizin eserinizdi ne çabuk “unuttunuz?!”
Diktatör olarak suçlanmamak için, Beyaz Saray-Pentagon şefleriyle onların Avrupalı ve Asyalı suç ortaklarının çizdikleri sınırlar içinde hareket etmek; teslim olun dediklerinde teslim olmak mı gereklidir? Ya da bugün diktatör olarak suçlanan ve “elbirliği”yle yıkılmaları için savaşılanlar düne kadar da halklarının demokratik ve en insani taleplerini bastıran yöneticiler değiller miydi? Peki siz, onları diktatör olarak suçlayanlar; sizler, kendi ülkelerinizde işçi sınıfı ve emekçilerin; azınlık uluslardan kitlelerin bırakalım toplu başkaldırılarını, şu ya da bu kısmi talep için sokaklara ve alanlara çıkmaları karşısında ordu ve polis birliklerinizi karşılarına çıkarıp zehirli gazlarla, gerçek mermilerle; tank ve panzerlerle saldırmıyor musunuz? Sizi diktatör olmaktan kurtaran-çıkaran ne ola ki?
“Seçimlerle gelmek” der gibisiniz. Ya da ranttan beslediğiniz kara propaganda çakalları öyle diyorlar! Ama unutmayın Hitler, Mussolini seçimlerle gelmişlerdi: Dünyayı kana buladıklarını sizler de inkar edemeyecek kadar “akıllı”sınız! Sorun, uygulanan yönetim politikalarının demokratik olup olmadıklarıdır. Bu politikalar hangi sınıfın çıkarlarını esas almakta; kimin için kime karşı uygulanmaktadır, sorun esasta budur.
Her hangi birinin, dünyanın başta gelen emperyalist kapitalist güçlerinin bombardımanıyla her hangi bir ülkeye demokrasi geleceğini ya da o ülkede “devrim” yapıldığını söylemesi için, ya bu yabancı güçler hesabına çalışan misyoner ve komisyoncu ya da tarihten hiçbir ders almamış bir cahil olması gerekir. İkinci türden olanlara bir ölçüde tolerans gösterilebilir, cehaletin kurbanı sayılarak gerçekleri görmesi için çaba gösterilebilir. Birinci gruptan olanlar ise, birer kapitalist ‘bezirgan’ olarak tanımlanmayı hak eden, ruhlarını “şeytan”a satmışlardandırlar. (Bu konu üzerinde durmaya devam edeceğiz.)

evrensel.net

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et