03 Eylül 2011 09:39

Twitter’a düşüp ölmek

Twitter’a düşüp ölmek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İletişim teknolojisinin gelişmesi, teorik olarak hayatımızı kolaylaştırmalı. Örneğin, hepimizin tekrarlamayı pek sevdiği üzere, eskiden uzun olan süreleri kısaltmalı. Mektuplar vaktiyle bilmem kaç günde giderdi, artık tek tuşla o saniye istediğimiz kişiyle görüşebiliyoruz, gibi.
Ama bir yandan, teknolojiye ayırdığımız mesai uzadıkça uzuyor, onu ne yapacağız? Postalarımı bir kontrol edeyim, sonra bir daha bir daha kontrol edeyim, Facebook’u, Twitter’ı bir tarayayım, MSN’de selam verenlere laf yetiştireyim derken bütün bir günü bile bilgisayar başında ya da telefon elde yemek mümkün. O vakit, kolaylaştırma mefhumu, biraz uzak kalıyor.
Bunların en zoru da Twitter, çünkü burada biraz takılmak, bir arkadaşa bakıp çıkmak falan tamamen olanaksız. Orada olmak istiyorsanız, sizden verebileceğiniz bütün mesaiyi istiyor. En güzeli de, her insan cinsine göre bir meşguliyet yaratabilme yeteneği. İsteyene politik konuları tartışma olanağı, isteyene Hilal Cebeci muhabbetleri. Söz söylemek isteyen herkese kapısı açık, ne ala, hele de dinleyici bulabilene en güzel yer.
Bir de burada sürekli bir “Bilmem kim ölmüş” haberleri dolanıp duruyor ki, onun sırrı ne olmalı acaba?
Twitter bir girdin mi çıkamadığın bir dipsiz kuyu, onu anladık, ondan mı sürekli birileri o kuyuya düşüp ölüveriyor?
Münir Özkul’la ilgili böylesi haberler, belki yüzüncü kez Twitter’da dedikodu olarak dolaşıyor. Üstelik, öyle sıkı bir dedikodu mekanizması kurulmuş ki, “Öyle bir şey yok” lafının yerine ulaşması, epeyce zaman alıyor. Her haberin ömrünün birkaç dakikayla sınırlı olduğu aleme, birkaç saatten önce temizlenen bir ölüm haberi daha gelmedi, nedense.
Bu aptallığı bize özgü sanıyorsanız benim gibi, yanılıyorsunuz. Geçen hafta ABD’de de Castro aynı muameleyi görmüş ve onları ikna etmek daha zor olduğundan mıdır nedir, ölmediğinin anlaşılması epey sürmüş.
Tek haber kaynağı olarak dedikodu ortamlarını kabul etmek, teknolojik bir hastalık. Dikkat edin, bulaşıcı olabilir. Teknolojinin sağladığı kolaylık iyi de, kolaycılık değil.


ALTI ÜSTÜ İSTANBUL’UN ALTINLARI

İnsan bazen merak ediyor, bu kadar iyi bir kadroyla, daha kötüsü yapılabilir miydi diye. Şu sıralar başlayan diziler içinde, iyi kadrodan kötü dizi çıkarma şampiyonu, İstanbul’un Altınları olmalı. Salih Kalyon, Haluk Bilginer, Nadir Sarıbacak gibi her biri kuşağının en önemli oyuncuları, komedide de çok iyi olan adamlar bir araya geliyor ve sonuç… Sıkıcı bir züppelik gösterisi, galiba.

Dizinin başlıca komedi unsuru bu çünkü, burnundan kıl aldırmayan züppe İstanbullu baba Reşat Altın (Haluk Bilginer), köylü kiracıya (Salih Kalyon), geniş damada (Gürgen Öz), kendi kadar kibirli bir başka komşuya (Demet Akbağ) karşı.
İstanbul’un Altınları’nın temel ölçütü Demet Akbağ olabilir, çünkü bir dizi en abartılı oyuncusu kadar abartılıdır.
Haluk Bilginer’in bir zamanların ünlü dizisi Tatlı Hayat’taki İhsan Yıldırım’ı hatırlatıyor olması, kaderinin cilvesi midir acaba? Çünkü İhsan Yıldırım, İstanbul’a sonradan gelen zengin, sonradan görme bir karakter olarak, Reşat Altın’ın mücadele ettiği her şeyi temsil ediyor. Ve Haluk Bilginer’in bu iki karakteri, tuhaf bir şekilde birbirini andırıyor…
Dizinin hikayesinde de züppeliğin abartılmasından başka bir şey olmadığı için, gidecek fazla bir yer yok. Yine dönüp dolaşıp oyunculuğun başarısından söz etmek, keşke diziyi kurtarsaydı. Özellikle Salih Kalyon’u, Nadir Sarıbacak’ı izlemeye doyamıyor olsak bile, seçkinciliği yerden yere vuran her iş içimizin yağlarını eritse de…


EN KOMiK ‘NEDİMELER’

Bu hafta gösterime girenler içinde haftanın komedi filmi, içinden evlilik geçen bir kadın güldürüsü. En iyi arkadaşı evlenen kadın ve diğer nedimelerin, düğünden önceki maceraları, en çok da aşk hayatı pek iyi gitmeyen esas kızın, yani baş nedimenin hikayesini anlatıyor.

Filmdeki en başarılı kişi, Kristen Wiig, hem başrolü oynayan, hem de senaryoyu yazan iki kadından biri olduğu için. Bir Yapımcı-Yönetmen Judd Apatow ve ekibi işi; yönetmeni, oyunculuktan gelen ve yine Apatow’un daha kimi projelerini yöneten Paul Feig. Televizyona da çok çalışan bir ekip olmalarının getirdiği bir özellik, filmin televizyon komedisini andırması. Bu, komik bile olsa bazı sahnelerin süresini tutturamadıklarında iyice belli oluyor. Bir uçak yolculuğu, filmin yarısını aldığında ya da yemekten midesi bozulan kadınları dakikalarca izlemek durumunda kaldığımızda bunu en çok hissediyoruz. Aslında rahatsız edici olacak kadar abartmadan da güldürmeyi başarabilen, zeka işi bir komedi var karşımızda, ama ya acemilik ya da kendine güvensizlikten olmalı, uzatıp abarttıkça, kontrolden çıkma tehlikesi içinde.
Evliliğe giden abartılı törenlerle de güzelce dalga geçip sonra el ele nikaha koşmak gibi pek düşünceden yoksun bir finale doğru ilerlediği aşikar. Yine de, mutlu kadın modelinin, ancak şöyle bir işe, böyle bir eve, şu boyda bir kocaya sahip olmakla mümkün olacağı inanış kalıplarıyla ufak ufak ve sık sık dalga geçiyor olması, biraz ferahlık sağlıyor.
Özetle, bu yazın en komik filmlerinden biri Nedimeler.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa