05 Eylül 2011 02:33

İflas eden dış politikanın faturası

İflas eden dış politikanın faturası

Fotoğraf: Envato

Paylaş

BM’nin Mavi Marmara baskını ile ilgili BM Palmer Komisyonu’nun hazırladığı raporun basına sızdırılmasından sonraki gelişmeler, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki gerilimi iyice tırmandırdı.
Türkiye’nin, “Doğu Akdeniz’deki seyri seferi denetleme” ve “Gazze’ye yönelik İsrail ambargosunu tanımadığını” açıklaması ise, bölgedeki gelişmeleri her tür provokasyona açık hale getirmiş görünüyor.
İlk bakışta BM’nin raporunun, Gazze’deki insanlık dışı ambargoyu meşru görmesi ve İsrail’in uluslararası sulardaki gemilere yönelik saldırısına sadece şiddetin aşırı kullanımı ve ölen insanlarla duyulan “üzüntü” düzeyine indirgemesi kabul edilmezdir. Ancak Türkiye’nin buraya gelinmesinde rolü görülmeden de bu gelişmelerin ve Türkiye’nin tepkisini anlamlandırmak da olanaklı değildir.

HÜKÜMET KENDİ BAŞARISIZLIĞININ FATURASINI TÜRKİYE’YE ÇIKARIYOR

Her şeyden önce AKP Hükümeti, Mavi Marmara’nın o “Gazze’ye yardım” seferinin provokatif niteliğini görmemiş, görse bile müdahale edememiş, ve dahası bir İsrail saldırısına karşı da hiç bir inisiyatif almayarak, bugüne gelen süreci tetiklemiştir.
İkincisi AKP Hükümeti, saldırıdan sonra da İsrail-Türkiye ve bölge ülkeleri çerçevesinde bir çözüm aramak yerine, hamaset ve tribünlere oynayarak, BM’nin araya girmesine fırsat vererek, bu rapora giden yolu açmıştır. Böylece İsrail, hem Gazze ablukasının uluslararası hukuka göre meşru olduğu hem de bu ablukayı kırmak isteyen açık denizlerdeki gemilere müdahale etmesinin hakkı olduğuna dair eline BM kararı geçirmiştir. Bu, İsrail’in istediği bir rapordur. Nitekim İsrail Hükümeti’nin Palmer Raporu’nu kabul edeceği belirtilmektedir.
Türkiye ise BM kararına karşın Gazze’deki ambargoyu tanımadığı gibi “Doğu Akdeniz’de seyrü seferi denetleyeceğini” açıklayarak sadece İsrail değil tüm ülkelerin tepkisini çekecek bir tutum ilan etmiştir. Doğrusu İsrail, Türkiye’nin böyle bir karar almasından büyük bir memnuniyet duymuştur. Çünkü böylece Türkiye İsrail’den çok, bu kararın çıkaracağı “problemler” üstünden BM, ABD, AB gibi güçlerle uğraşacaktır.
Çünkü Türkiye’nin bu tutumu; Güney Kıbrıs, Yunanistan ve AB tarafından doğrudan bölgedeki egemenliklerine müdahale olarak görüleceği gibi Mısır, Lübnan, Suriye ve öteki Akdeniz ülkeleri, sonra bu bölgeden gemileri geçecek her ülke için gemi trafiğine ve uluslararası ticarete tehdit olarak görülecektir. Daha şimdiden bu kararın Kıbrıs, Yunanistan (Bu AB demek), Mısır ve İsrail’in (Bu ABD demek) Kıbrıs’ın doğusundaki denizde doğal gaz aramalarını büyük bir sorun çıkaracağı tartışılmaktadır.
BM’nin Palmer Raporu’nun yol açacağı sorunları tartışmayı bir yana bırakıyoruz. Bunları daha genişçe bundan sonra da tartışacağız. Ancak basından da destek gören ve yandaş basın tarafından büyük bir coşkuyla karşılanan AKP Hükümeti’nin tutumu aslında;
1-) AKP Hükümeti bu kararla ‘sıfır sorun’ politikasının çöktüğü kabul etmiştir: Hükümetin, İsrail’e yönelik aldığı karar, temelinde “yeni Osmanlıcı” ideolojik tutumun olduğu “komşularla sıfır sorun” politikasının iflas ettiğinin hükümet tarafından da kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Çünkü böylece Suriye ve Libya’ya müdahalelerle başlayan, giderek bölgede bir Sünni-Şii çatışması üstünden Türkiye’nin İran’la da kapışmasını kapsayan plan, Doğu Akdeniz’i de içine alan bir çatışma (sorun) aşamasına gelmiştir.
2-) Hükümet, bu çöküşü bir zafer gibi göstermek istiyor: AKP İsrail’e karşı önlemleri ilan ederken, zafer kazanan komutan ya da kimsenin baş edemediği bir güce meydan okuyor havası vererek, dış politikasının ana ekseninin çöktüğünü gizlemeye çalışmaktadır. Ve AKP Hükümeti, bu başarısızlığı kendi lehine çevirirken, faturayı Türkiye’nin halkına, hatta tüm bölge halklarına çıkarmayı amaçlamış görünmektedir.

BÖLGEDE SAVAŞ RÜZGARLARI

Her aklı başında hükmet, bir düşmanına karşı hamle yapacaksa, darbe hedefini mümkün olduğu kadar daraltır ve başkalarının düşmanın arkasında yer almayacağı bir taktik izler. Ancak sadece İsrail değil, bütün bölgedeki politikası çöken hükümet, tam tersini yapmış; “Doğu Akdeniz’de seyir sefere” müdahaleyi gündeme getirerek, BM’den AB’ye tüm dünyanın geri kalanıyla karşı karşıya gelebileceği bir karar açıklamıştır. Dahası Türkiye bu kararıyla bölgeyi; İHH gibi söyledikleriyle eylemi arasında büyük mesafeler olan “sivil örgütler”in yanı sıra İsrail ve Türkiye’deki şoven milliyetçi odakların, militarist güçlerin ya da bölgede karışıklık çıkarmadan çıkar sağlayacak kimi uluslararası güçlerin provokasyonlarına açık hale getirmiştir.
Öte yandan AKP Hükümeti; Kürt sorununun çözümü konusunda şiddeti öne çıkaran politikasına, Suriye ve Libya’daki tutumunu meşru göstermek için bölgede savaş rüzgarlarının esmesini çıkarlarına uygun gören bir çizgiye gelmiştir.
İsrail ve ABD’de de bölgede savaş etkenlerinin yükselmesini isteyen güçler, giderek daha öne çıkmaktadır. Ve şimdi Yahudi Lobisi, Rum Lobisi ve Ermeni Lobisi gibi ABD siyasetinde çok önemli lobilerin, Türkiye’ye karşı ortak hareket ederek bölgedeki ve kapitalist dünyadaki savaş rüzgarları esmesinden rant sağlayan kesimlerle de birleşmeleri için Türkiye çok uygun bir zemin yaratmıştır.
Evet, bölgede savaş rüzgarları sert biçimde esecektir, ancak bundan hemen bir savaş çıkacağı, Türkiye ile İsrail’in savaşa tutuşacağı çıkmaz. Asıl amaç, bir savaş olmadan savaş koşulların yayılması ve bu gerilim üstünden “savaş hali”nden rant sağlayacak güçlerin kendi politikalarını halklara dayatmasıdır. Dahası bir savaş çıktığında da en avantajlı durumda olmak için “it dalaşı” girişimlerini artırmaktır.

ABD İLE DOST KALARAK İSRAİL’E KARŞI MÜCADELE EDİLEMEZ

AKP Hükümeti’nin İsrail’e karşı alacağını ilan ettiği sert önlemler tartışılırken, ABD’nin İran’a karşı, Türkiye’ye kurmak istediği “Füze Kalkanı Sistemi”nin füze bataryalarının kısa zaman sonra Türkiye’ye geleceği de açıklandı. Yani Türkiye bir yandan İsrail’in bölgedeki etkisini kırmak, onu sıradan bir Ortadoğu ülkesi haline getirmeye çalışırken, ABD ve NATO’nun bölge egemenliği için en stratejik projesinin hayata geçirilmesinde de adımlar atıyor; Libya ve Suriye’de de ABD’nin tam bir ortağı gibi hareket ediyor.
Peki, İsrail’le mücadele eden bir ülke ABD ile dost kalabilir mi?
Herhalde buna hiç bir akıllı insan “evet” diyemez!
Burada iki şey vardır. Ya ABD, Türkiye’nin İsrail’e yönelik kararlarının ciddi yaptırım özelliği olmayan kararlar olduğunu düşünmekte, dolayısıyla olayın kısa zamanda bir biçimde kapatılabileceğini hesap etmektedir. Ya da Türkiye böylece, ABD’yi İsrail ile Türkiye arasında tercihe zorlayıp, Türkiye’nin ABD’nin işine daha çok yarayacağını gösteremeye çalışmaktadır.
Aslında her iki yol da aynı kapıya çıkmaktadır. Ancak, bölgedeki öteki gelişmelerle birleştiğinde böyle “steril” hesapların tutması da çok zordur.
Hele de bu gelişmeler içinde Davutoğlu’nun, “İsrail özür dileyip, tazminat ödememekte ısrar ederse, Arap baharına çok güçlü bir İsrail karşıtlığı eşlik eder” sözleri de elbette ilginçtir. “Arap baharını” boğup ABD’nin yedeğine takmaya çalışan bir hükümetin dışişleri bakanı ya ne dediğini bilmiyordur ya da boş laf ederek, yandaşlarına gönlünü hoş etmek için böyle konuşuyordur. Çünkü ABD ile dost bir Türkiye’nin İsrail düşmanlığı Yahudi düşmanlığından ibaret anti semitist bir tutum olarak kalmaya mahkumdur. Ve yakında, hükümetin aldığı “Doğu Akdeniz’deki seyrü sefere” müdahalenin AKP Hükümeti’ne, daha da önemlisi Türkiye’ye altından kolay kalkamayacağı faturalar çıkarması sürpriz sayılmamalıdır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa