General Başbuğ hangi ülkede yaşamış?!
Eski Başkanı Orgeneral , Genelkurmay “karargahı”nın bugüne kadar gelmiş generalleri içinde, “Bilim ve felsefe üzerine laf etmek”le diğerlerinden ayrılan ve aynı nedenle de “ideolog”luğundan söz edilen biri olarak tanınıyor. Emekli Orgeneral Başbuğ’un ağustos ayı başlarında Şükrü ile “Milliyet için yaptığı söyleşi” sırasında tekrarladığı görüşler, Türkiye’yi yöneten askeri-sivil üst bürokrasinin temel toplumsal sorunlara yaklaşımlarının ülke ve halkın çıkarları ve talepleriyle karşıtlık-zıtlık içinde olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Başbuğ’un bu röportajda bir kez daha yinelediği görüşleri, “Terör örgütlerinin sonu” adıyla yazdığı kitabının da konusunu oluşturuyor. Bu görüşler, onun henüz kısa bir süre önce askeri hiyerarşinin en tepesindeki komutan olması nedeniyle genelkurmay ve generallerin Kürt sorunundan ABD ile ilişkilere kadar birçok konudaki politikası hakkında da doğrudan fikir vermektedir. Başbuğ’un, kitabında da yer verdiğini belirttiği görüşlerinin bir tür özeti olan bu “şöyleşi” kapsamındaki açıklamaları, sorunlara sözüm ona bilimsel olarak bakan bu Orgeneralin geniş tarihsel zaman bir yana, ülkemizin ve bölgemizin yakın zamanında yaşananlardan da doğru dürüst bir ders ve sonuç çıkarma yeteneği gösteremediğini; sermayenin en gerici çizgisinde emperyalizm ile birleşen ve şovenist karakterdeki görüşlerde ısrar ettiğini gösteriyor. İleri sürdüklerinin birkaçına bakmak bile böyle olduğunu görmek için yeterlidir.
BAŞBUĞ'UN 'TERÖR' BİTİRİCİ ÖNERİLERİ
Emekli Orgeneral İ. Başbuğ; “terör”le özdeşleştirdiği Kürt sorununun “gündemden düşürülmesi”ni PKK’nın “marjinalize edilmesi”nde görecek kadar, sorunun ve sorunların toplumsal niteliğini ve kapsamını algılamaktan uzak olmasıdır. Ona göre, “ devleti kurumları ve kuruluşlarıyla PKK terör örgütüne katılımları kontrol etme, katılımı asgari seviyeye indirme” konusunda “Maalesef başarısız olmuş”tur ve bu kadar “kritik önemde”ki sorumluluk devlete aittir! Ancak, tüm mantık yürütme hatalarına ve bilimsel görüşlere ters, dayanaksız iddialarına rağmen, General Başbuğ’un “Bazı gerçekleri görme” gibi bir meziyetinin olduğunu da teslim etmek gerekir. O, örneğin, “Ne güvenlik alanındaki mücadele ile terör örgütlerini marjinalize edebilirsiniz, ne de güvenlik alanında mücadele etmeden sadece diğer önlemlerle örgütü etkisiz hale getirebilirsiniz. Bu mücadelenin güvenlik boyutu da olacak, sosyal boyutu da olacak, ekonomik boyutu da olacak, propaganda boyutu da olacak” derken, “Taş taş üzerinde bırakmayacak bombalar atarak” sorunu bitirmeyi savunan başkaca generallere göre daha stratejisttir!
Ne var ki, inkar ve asimilasyon politikasının sürdürülmesinde ısrarcıdır ve Kürtlerin “anayasal kimlik” statüsünde tanınmalarını “tehlikeli ilk adım” olarak görmektedir. Kürtler ne ulus olarak tanınmalı ne de özerk yönetim içinde kendi iradelerini ortaya koyarak kendilerini yönetmelerine olanak tanınmalıdır! Şayet diyor askeri “stratejist” ve “politik öngörüsü gelişkin” kişi edasıyla Başbuğ, “Birinci adımda taviz verirseniz, ikinci adımın gelmesini engelleyemezsiniz. Bu itibarla, ilk adımın doğru atılması lazım. Ben özellikle kimliğin tanınması konusunu önemsiyorum. Kimliği tanıdık derseniz, bunu ikinci adım takip edebilir ve süreç kontrolünüz dışına çıkabilir.” Sürecin “kontrolden çıkması” ise, “Bağımsız bir Kürt devletinin kurulması” ve “Irak, Türkiye ve ‘ı kapsayacak şekilde bir kurulması” demektir. Onun için de, “ilk adım” atılmamalı, kimlik falan tanınmamalı, özerklik gibi oluşumlar kesin reddedilmeli ve “terör örgütünü marjinalize edecek” askeri-sosyal-politik-ekonomik ve kültürel eritme plan ve politikaları geliştirilmelidir.
Başbuğ, “Kürt sorunu yoktur” görüşünde Erdoğan ile anlaştıklarını; ABD’ile, onun bazı istemlerini karşılayarak “Kandil’in bitirilmesi” konusunda anlaşmaya varılabileceğini; bu konuda da Erdoğan hükümetinin çizgisiyle birleştiklerini, ancak “terörle mücadele”nin TSK yerine, “özel polis kuvvetlerine verilmesi”ne sıcak bakmadığını belirtiyor. “Bölücü terör örgütü ve siyasal uzantıları” olarak niteledikleri Kürt siyasal hareketinin milyonlarca Kürt yurttaşının ulusal taleplerinin “sözcülüğü”nü yaptığı; bunun da yine milyonlarla ifade edilecek Kürt nüfus tarafından “irademizin temsili” olarak deklare edildiği gerçeği ortadayken; “Kürt sorunu yoktur” iddiası, bir iddia olmaktan öteye geçmez. Kürt hareketi ulusal kitlesel bir başkaldırıya yol alıyor iken, ve üzerinde yükseldiği en önemli talepler olarak baskı ve inkarın tümüyle son bulması; Türk ulusuyla ulusal hak eşitliğinin yasal-anayasal garantiye bağlanması, dil ve kültürde tam serbestlik ve Özerk yönetim, Kürtlerin kolektif istemleri olmasına karşın, sorunu sözüm ona bu yok sayma, olsa olsa, yeni bir genel saldırı taktiğine Türk kitlelerin kazanılması amacını ifade eder. Ancak bu politika ya da taktik, Türkiye’nin “çözülecek, çözülüyor, çözüldü” tartışmaları etrafında oyalanarak kangrenleştirilen bu sorun etrafında kana boyanmasından başka bir sonuç doğurmayacak özelliğe sahiptir. Yıllarca ülke emekçilerinin sırtından saltanat süren bu gibi “üst bürokratlar”ın ülkeyi ve halkı can pazarına çevirme istek ve çabaları, kendilerinin kullanmayı çok da sevdikleri bir sözle “hıyanet”ten başka bir şey değildir. Hükümette ya da muhalefette, “sivil” ya da askeri üst bürokrasinin unsurları olmalarından bağımsız olarak on milyonlarca insanın yaşamıyla doğrudan ilgili bir sorunu, “yoktur” hükmüyle toplum gündeminden kaldırılabileceğini düşünmek, basit şekilde, siyasal-askeri körlük ile izah edilemez. Bu, bile, isteye ülkeyi toplumsal felaketlere sürüklemeye çalışmak; Türk ve Kürt ulusundan ve öteki ulusal topluluklardan işçi ve emekçileri hem birbirlerine karşı hem de kendi içlerinde çatışmaya teşvik etmektir. “Kürt sorunu yoktur” söylemi, “Kürt diye bir ulus, Kürtçe diye bir dil yoktur” söyleminin değişik tarzda yinelenmesinden ibarettir. Mali, iktisadi ve askeri güç “üstünlüğü”nden hareketle bir ulusun; hatta Türk ve Sünni olmayan herkesin “Bir daha sesleri çıkmayacak derecede etkisiz hale getirebileceği”ni sanacak kadar da sapkın ve saçmadır. (Irak Kürdistanı’na askeri harekat düzenlenerek PKK’nın “bitirilmesi” plan ve politikaları ne yenidir ne de “denenmemişler” listesindedir. Bu politika büyük yıkımların ötesinde başarısız kalmaya mahkumdur.)
REFERANSI ABD OLAN BİR ASKERİ STRATEJİ SAVUNUSU
“TSK‘nin PKK terörüyle mücadelede başarılı olduğunu” kitabında da yazdığını belirten Başbuğ, bu iddiasını kanıtlamak üzere, “‘daki RAND kuruluşunun Milli Savunma Araştırma Enstitüsü tarafından 2010 yılında yayınlanmış” bir çalışmaya baş vuruyor ve orada, Türkiye’nin “Dünyada yaşanılan 30 farklı durumu” içinde “8 başarılı örnek arasında” yer aldığının söylendiğini belirtiyor. Başbuğ’a göre, ancak, Türkiye’nin de “yaptığı hata” vardır(!)
Bu “hata”nın ne olduğunu merak edenlere, toplumsal sorunlara sözüm ona bilimsel-felsefi ve sosyolojik yanıtlar getiren orgeneralin söylediği, “Terör eylemleri ne zaman ortadan kalktıysa, yetkililerin, belki asker de dahil, terörün son bulduğunu sanmaları” ve “terörle mücadele” politikasında “sistem değişikliği”ne gitmeleridir. 1987’de örneğin, “sıkıyönetimden OHAL’e geçilmesi”ni Başbuğ hata olarak değerlendiriyor. Kuşkusuz “Türkiye’nin hatası” sadece bu da değil!
“1992’de Kuzey Irak harekatı” başarıyla sürdürülür ve “O zaman PKK’nın Kuzey Irak’taki güçlerini” Yöneten ‘ın “TSK’ne karşı çok yanlış bir taktik uygulaması” sonucu “örgüte büyük bir darbe” vurulmuş; “1500 civarında terörist” öldürülüp, “Binlerin üzerinde bir terörist grubu”nun da kaçıp Talabani’ye sığınması sağlanmışken,”Talabani’ye baskı yapıp” sığınanların geri alınamamış olması da ona göre hata olmuştur! “Bir tarihi fırsat da 1999-2002 döneminde kaçırıl”mıştır. Emekli genelkurmay başkanına göre en önemli hata ise, 1999’da yakalanan “Örgüt başının verdiği talimat üzerine Türkiye’deki teröristlerin hepsi Kuzey Irak’a çekilmiş ve eylemler bitmiş” iken, “Türkiye’nin ne yapıp edip, PKK’yı Kuzey Irak’ta bitirecek” bir çizgide ısrar etmemesi olmuştur!
Başbuğ, “Kaçırdığımız diğer bir fırsat da-diyor- 1 Mart tezkeresidir. Bence bu kaçırdığımız son fırsattır. Ben o düşüncedeyim. Silahlı kuvvetlerin büyük bölümü de aynı düşüncede....”
“Fırsatlar kaçırılmış”, örgüt imha edilememiş, Amerikan planlarına tam adaptasyon sağlanarak Irak içlerinde ilerlenememiş ve Irak Kürdistanı’na yerleşik düzen sağlanarak sorunun “kökünden çözümü” gerçekleştirilememiştir. Başbuğ ne kadar “yerinse-hayıflansa” yeridir! Bu “ucube” görüşlerin ifade ettiği tek gerçek ise, Başbuğ’un, kendiyle aynı ‘zihniyet’tekilerle birlikte ve “orduda önemli görevlerde bulunmuş” üst general olarak, bu ‘yok edici’ fırsatçı düşünceleriyle Türkiye’ye ve tüm milliyetlerden halkına karşı suç işlemeye devam ettiğidir.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!
Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.
Evrensel'i Takip Et