Yargının siyasileşmesinde mihenk taşı
Fotoğraf: Envato
Türkiye’de henüz başlayan Deniz Feneri soruşturması, artık “Yoksullara yardım” adına toplanan 41 milyon avroluk , Almanya tarihinin en büyük yolsuzluk ve dolandırıcılık davası olmayı çok aşmış bulunuyor.
Çünkü bu dava, öncelikle Almanya’da Deniz Feneri e.V. davasının sonuçlanmasından iki buçuk yıl sonra Türkiye’de açılabilmesiyle aslında, arkasında iktidar partisinin de bulunduğu iddia edilen bir skandala dönüşmüştü. Ancak bununla da yetinilmemiş olmalı ki, skandal iyice kör gözüm parmağıma biçiminde, soruşturmayı yürüten üç savcının iddianameyi hazırlama aşamasına geldikleri bir dönemde görevden alınmasıyla katmerli bir skandala dönüştü. Öyle ki, Adalet Bakanı televizyona çıkıp, savcıların görevden alınmasının “Hukuka uygun” olduğunu savunmak zorunda kaldı. Ve savcıların görevden alınması için dayandıkları gerekçeyi açıkladı. Ancak bakanın bu açıklaması da kimseyi tatmin etmemiş görünüyor. Çünkü, Deniz Feneri savcılarının görevden alınmasına gerekçe gösterilen, “mahkeme kararının bir bölümünün üstünü örterek, dosyayı işleme koyma” biçimindeki uygulamanın, örneğin Ergenekon davası savcıları ve Erzincan davasının savcıları tarafından da uygulandığı ama Adalet Bakanlığının ve HSYK’nın bugüne kadar bu nedenle savcıları görevden almadığına dikkat çekilmektedir.
Söz konusu olan Deniz Feneri davası olunca, bakanlığın ve HSYK’nın böyle aşırı titizlenmesi, dava ile ilgili bu dolandırıcılık davasının arkasında siyasi güçlerin olduğu yargısıyla birleşince elbette ki, tartışma büyümektedir. Dahası, bugün Adalet Bakanının açıklamalarına karşın, bırakalım muhalifleri, bugüne kadar pek çok konuda hükümete yakın pek çok yazar, çizer, gazeteci, hukukçu da bu açıklamadan tatmin olmuş değildir. Bu yüzden de sorun, Almanya’da bir dolandırıcılık davası olmaktan öte, Deniz Feneri sanıklarının yargılanması üstünden tartışma, Türkiye’de savcıların ve yargıçların iktidardan bağımsız davranıp davranamayacağı, “yargı bağımsızlığı”, “Hükümetin yargıyı nasıl denetime almış olduğu” sorununa dönüşmüştür.
Özellikle geçtiğimiz yıl referandumla, “Yargının demokratikleşmesini ve bağımsızlığını güçlendirme amaçlı bir anayasa değişikliği” olarak getirilen ve bu anayasa değişikliğine bağlı olarak yeniden düzenlenen HSYK Kanunu ile savcıların ve hakimlerin, demokratikleşme adına gerçekte hükümete bağlandığı ortaya çıkmıştır. Böylece Deniz Feneri Davası, mevcut HSYK’nın nasıl bir kurula dönüşmüş olduğunun, hükümetin Adalet Bakanlığı eliyle hakim ve savcıların bağımsızlığını nasıl tümüyle ortadan kaldıracak bir pozisyon edindiğinin mihenk taşına dönüşmüştür.
Bu vesileyle davaya böylesi hoyratça müdahale, hükümetin Deniz Feneri davasında dolandırıcılık ilişkilerinin uzanacağı yerlerden çok çekindiğini de göstermektedir elbette. Bu yüzden hükümetin, “Yargı sistemini ne hale getirdiğinin” ortaya çıkmasını göze alacak kadar gözünü kararttığı anlaşılmaktadır.
Önceki gün adli yılın açılmasıyla ilgili yapılan törende “yargı bağımsızlığı” konusunda, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yakın arkadaşı, yeni atanmış yargıçların “blok oyuyla” seçilmiş Yargıtay Birinci Başkanı A. Nazım Kaynak’nın konuşması, elbette “çok tarihi” bir konuşma olarak yargı tarihimize geçmiştir! Yargıtay Birinci Başkanı Kaynak, bırakalım yargı bağımsızlığının artırılması ve yargının daha iyi işlemsi konusunda yıllardır öne sürülen talepleri savunmayı, hemen tüm hukuk çevrelerinin, hatta görünüşte de olsa hükümetin bile şikayet ettiği “uzun”, “Tutuklamanın cezaya dönüştürülmüş” olmasını savunmuştur.
Onun bu konuşmasını dinleyen devlet ricali ve hükümet erkanı herhalde, “İşte bizim istediğimiz Yargıtay Başkanı!” demişlerdir.
Peki, “Canım ne var, anayasa değişikliği ile yargı demokratikleşiyor”, “Hakimler oligarşisi yıkılıyor!” diyen “yetmez ama evetçi”ler, liberaller, AKP’den demokratik reformlar bekleyenler ne diyeceklerdir bu, daha değişikliğin üstünden bir yıl geçmeden, Deniz Feneri davasının bir yargı skandalına dönüşmeye başlamasına, Yargıtay Başkanı Kaynak’ın tutumunda yansıyan yargı tablosuna?
Ve aynı siyasi-yargı anlayışı; dün BDP’nin pazar günü yaptığı kongresi için soruşturma başlatmıştır. Böylece yargı bağımsızlığı ve siyasileşmeyi; bu siyasileşmenin hükümet emrinde aşırı bir siyasileşme düzeyinde olduğunu gösterecek yeni bir örnek davamız olacak görünmektedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00