Gazeteciler birleşerek yanıt verdi!
Fotoğraf: Envato
Gazeteci Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın da içinde olduğu ve çoğunluğu gazeteci 10 kişinin daha “Ergenekon soruşturması” kapsamında gözaltına alınması, basın camiasında bardağı taşıran son damla oldu. Ve dün gazeteci örgütleri yakın tarihlerindeki en geniş birliği sağlayarak, basına yönelik savcı terörüne karşı alanlara çıktılar; gazetecilere yönelik ev iş yeri baskınlarını, gözaltı ve tutuklamaları protesto ettiler.
Ergenekon davasının savcılarının, her vesileyle her çevreden insanı “Ergenekoncu” suçlamasıyla pervasız biçimde gözaltına almaları, bu gözaltıları bir operasyon olarak yürütmelerine tepkiler son aylarda hayli artmıştı.
“Odatv baskınıyla” soruşturma ve tutuklamaların sadece bu insanların tutuklanmasının “Bilgisayarında şu vardı bu vardı”ya indirgenmesi, bu soruşturmayı yöneten emniyet-savcı ekibinin artık, “Ergenekonculuk” suçlamasını nerelere kadar vardırdıklarını herkesin gözü önüne sermiştir. Odatv yöneticilerinin “TV satın alacak” olması bile “Ergenekonculuk kanıtı” olarak gösterilirken, Nedim Şener, Ahmet Şık, Doğan Yurdakul gibi gazetecilerin yazdıkları kitaplar, hatta daha yayınlanmamış “kitap kopyaları” nedeniyle “Ergenekon terör örgütü üyesi” ilan edilmeleri bu güne kadar AKP’nin arkasında yer alan gazeteciler içinde bile bir “yarılmaya” yol açmıştır.
Ergenekon savcılarının, girdikleri yolla, belli gazetecileri gözaltına almakta, “Şundan dolayı alındı” diye bahaneler gösterseler de asıl hedeflerinin basın camiası olduğu, bu girişimleriyle basın üstünde terör estirmek, herkesin kendinden şüphelenmesini, kendi canının kaygısına düşmesini istedikleri anlaşılmaktadır. Başka bir söyleyişle savcılar; “Yahu Nedim Şener’i, Ahmet Şık’ı, Doğan Yurdakul’u gözaltına alıyorlarsa beni de alabilirler”, “Acaba ben de savcıların hoşuna gitmeyen bir şey yapmış olabilir miyim?” korkusunu yaymayı amaçlamakta, böylece de “ortalama” gazeteciyi, sadece gerçeği yazmak isteyen gazeteciyi baskı altına almayı amaçlamaktadırlar.
Hükümet ise, “Bu yargının işi bizde yargı bağımsızıdır; müdahale edemeyiz” diyerek sorumluluğu üstünden atmaktadır. Ancak, Başbakan Erdoğan’ın gazete patronlarına, “Bizden isteklerinizin karşılanmasını istiyorsanız şu köşe yazarlarına yazdırmayın” diyecek kadar basına müdahale etmiştir. Ya da yine Başbakan Erdoğan, Yüksek Seçim Kurulunun yurt dışına sandık konmaması için karar almasına karşı; ‘Ben Merkel’le bu konuyu konuşurken, YSK karar alıyor. Sen bizi sabote mi ediyorsun’ diyor ama bunu yargıya müdahale saymıyor. Ama bu hükümet ve onun Başbakanı, basında terör estiren, basın ve ifade özgürlüğünü ayaklar altına alan savcılara; “Bunu yapmayın!” diyemiyor! Ve hükümetin bunu “basın özgürlüğü” uğruna yaptığına inanılması bekleniyor. Peh, peh!
Herkesin kanısı da savcıların hükümetle iş birliği içinde, en azından hükümetin zımni desteği ile basını baskı altına alamaya yöneldiği biçimindedir. Ve AKP Hükümetinin giderek kendisine karşı çıkan, gerçeğin hükümetin dediğinden farklı olduğunda ısrar eden siyasi odaklara (*), çevrelere, kişilere karşı çok sert, uzlaşmaz bir tutuma yönelmesi; basını da bu çerçevede zapturapt altına almaya yönelmesi bu yönelişin ifadesidir.
Seçimin eşiğine gelinen bir dönemde, AKP’nin despotik bir rejimin tepkileriyle hareket ediyor olması bir yandan özgürlükler öte yandan da Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda süreci son derece handikaplı hale getirmektedir. Ama aynı zamanda süreç, AKP’yi bugüne kadar destekleyen, onu “eski statükonun seçeneği” olarak görenlerin de gerçekleri görmesini kolaylaştıracak etkenleri de yükseltecek görünmektedir. Ve AKP Hükümeti bugün girdiği çizgiyi izlediği ölçüde de; “Ülke sorunlarını ancak AKP çözer” diye ona oy verenlerin “AKP bu işi yapacak parti değilmiş” demelerinin yolunu açacaktır. Bu tepkinin ilk olarak gazeteci camiasından gelmesi de elbette hem “normal”, hem de çok “önemli”dir.
(*) Başbakan Erdoğan’ın KCK’nin “tek taraflı ateşkesi” sona erdirmesinden sonra BDP’yi gençlerin kanı üstünden milletvekili seçilmek istemekle suçlaması ve BDP’yi KCK ile aynileştirmesi, seçim öncesinde bunu yapması; her halde düşünmemiş, sadece öfkeyle söylenmiş sözler değildir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00