18 Eylül 2011 11:24

İnsan yıpratan ülke

İnsan yıpratan ülke

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülkelerin kalkınmaları ve ilerlemelerinde en önemli öğe yetişmiş nitelikli insan gücüdür. Küreselleşmenin tüm ülkeleri silkelediği ve yetişmiş insan gücüne en fazla ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde Türkiye insan gücünü pervasızca harcamaktadır. “İnsanlarını Yıpratan Ülkeler” sıralamasında, nitelikli insan gücünü yurt dışına kovan ülkeler tasnifinde Türkiye kesinlikle ilk 5 ülke içinde yer alır. Bu durum şu birkaç örnekten de açıkça anlaşılmaktadır.  
Profesör İsmail Beşikçi’nin hapis döneminde Üniversite Öğretim Elemanları Sendikası olarak ziyaretine gittiğimizde çok sarsıldığım şu manzara ile karşılaşmıştım. Beşikçi Hoca her ne kadar hapishane arkadaşları yanında fevkalade itibarlı bir kişi olarak muamele görüyor oluyorsa da, devlet katında ziyaretçileri ile yüz yüze dahi görüştürülemeyecek kadar şedit bir tutuklu idi! Her bir ziyaretçi eğilerek ufak bir delik arasından Prof. Beşikçi ile ilişki kurup konuşabiliyordu. Ziyaretten ayrılırken ben de sihirli deliğe eğildim ve Beşikçi’nin söyleyeceğine kulak verdim. Veda faslından önceki bu son kısa görüşmede Beşikçi Hoca, yargının nasıl böyle bir karar aldığını ve niçin o hapishanede bulunduğunu, sanırım içi yanarak, bana anlattı. Beşikçi’nin kalbi salt hapishanede olduğu için değil, sürecin işleyiş biçimi ve o süreçte yer alanların tavrından dolayı yanıyordu. Doğru, Beşikçi’den süreci dinlediğimde, bir akademisyen olarak, benim de içim yandı ve bu ezikliği hâlâ bugün de içimde hissediyorum ve maalesef, Türkiye’nin niçin buralarda olduğunu anlayabiliyorum. Beşikçi Hoca bana yaptığı kısa anlatımında şunları söyledi. Yazdıkları ile ilgili savcılığa bir şikayetin olduğunu ve savcılığın bu şikayeti yargıya havale ettiğini söylerken Beşikçi Hoca bu aşamalardan fazla rahatsız değildi. Beşikçi Hoca’yı rahatsız eden ve derinden sarsan sonraki süreç gerçekten içler acısı idi. Bu acı sadece Beşikçi Hoca’ya da has olmayıp, tüm akademisyen ve aydınların yüreğinde hissedebileceği bir duygu idi. Şöyle ki, Beşikçi Hocanın ifadesiyle, yargıç bu dosyayı bir bilirkişiye havale etmiş ve bilirkişi eserlerde suç unsuru olduğu görüşünü bildirince yargıç da Beşikçi Hocayı parmaklıklar arasına göndermiş. İşte, hem Beşikçi Hocayı hem de beni ve arkadaşlarımızı sarsan olay burası. Bir bilirkişi ki, hem bir öğretim üyesi hem de o dönemde yarı kamusal bir kuruluş olan baronun da başkanı olarak bir akademisyenin eserinde suç unsuru olduğu görüşünü beyan edebiliyor! Oysa akademik çalışmalar doğru ya da yanlış olabilir, ancak suç unsuru oluşturmazlar. Keşke, bilirkişi sıfatı ile davranmış olan akademisyen dostumuz da, mütalaasında, ileride içtihat oluşturabilecek şekilde daha farklı yoruma gidebilmiş olsa idi!
***
Bir üniversitemizde doktora tezini başarı ile vermiş olan bir meslektaşımız, türban bildirisine imza koymuş olduğu için yıllarca yardımcı doçent kadrosuna atanamamış ve ne hazindir ki, genç meslektaşımız şimdilerde de hak ettiği kadroya bu nedenle atanamayacağını, maalesef, bizzat rektör yardımcısının ağzından duyabiliyor. Rektör yardımcısı konumundaki bir kamu görevlisinin böyle bir duyum aldığında ya da hissettiğinde duruma müdahale ederek, ilgili kişinin davranışının suç teşkil etmiş olması halinde yönetsel ya da cezai takibat yapılabileceğini, aksi halde idarenin kendi otoritesini haksız bir şekilde kişiyi cezalandırma yetkisi olarak kullanamayacağını ileri sürmesi gerekirken, tam ters davranış içine girmesi hiçbir gerekçe ile açıklanamaz, haklı gösterilemez. Sürecin haksızlığı yanında, hatta onun da ötesinde hazinliği fevkalade ümit kırıcıdır!
***
Kocaeli Üniversitesi’nde Prof Dr. Onur Hamzaoğlu’nun, bölgede yaptığı araştırmalarda annelerin ilk sütünde ve bebeklerin gaitalarında ağır metaller bulunduğunu ve bunun çok ciddî kanser riski taşıdığını bilimsel olarak kanıtlamış olması, Hocanın asli görevini yerine getirmesi olarak algılanması yerine, üniversiteden hatta yöreden kovulması nedeni olarak görülmektedir. Oysa bilimsel özerklik adına üniversitesi, demokrasi ve halk savunuculuğu adına ise yerel yönetimler Onur Hoca’nın bulgularını ciddiye alıp, yasal ve yönetsel açıdan gereğini yerine getirerek, halk sağlığı üzerindeki tehdidin bertaraf edilmesi yolunda çaba harcamaları beklenirdi! Görünen o ki, gerek üniversite gerekse yönetim kademeleri Onur Hoca’nın bulgularını ciddiye alıp, halk sağlığı yönünde gerekli önlemlerin alınması yerine, olayın karartılması ve kapatılması yolunu yeğlemekte, hatta Onur Hoca’ya bulgulara ulaşmasının ve bu yönde halkı aydınlatmasının bedelini(!) ödetmeye yeltenmekteler.
***
Türkiye kuşatılmıştır. Ne merkezi siyasiler halkın yanındadır, ne de yerel yönetimler halkımızın safça inandığı gibi demokratik kuruluşlardır. Emperyalizmle el ele yürüyen yerli sermaye çevreyi ve doğayı acımasızca kirleterek ve tüketerek kârını yükseltmeye çaba sarf ederken, siyasiler de sermaye ve emperyalizm doğrultusunda hareket ederek bu süreci perdelemekte ve gerçeği halktan gizlemektedir. Bergama mücadelesi, SEKA mücadelesi, TEKEL mücadelesi Türkiye tarihine sermaye ile işbirliği içindeki siyasîlerin halkın aleyhine işlemiş oldukları fahiş cinayetler olarak geçecektir. Sırtını emperyalizme dayayarak halkın yanındaki tüm kaleleri şimdilik ele geçirmiş olan siyasiler ve onların aveneleri konumundaki “organik aydınlar”, ileri dönemlerde tarihin aynasında kendilerinden utanç duyacaklar!

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa