Kalifiye hizmet dönemi!
Fotoğraf: Envato
Doğrusu, ne zaman kim bunu söyleyecek diye merak ediyorduk, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu söyledi!
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na göre; Türkiye’nin “Füze Kalkanı Sistemi”ne ev sahipliği yapmasının ulusal güvenlik açısından bir “zorunluluk” olduğunu, aksi durumda Türkiye’nin tüm topraklarının korunamayacağını öne sürdü.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, radarla elde edilecek istihbaratın sadece NATO’da değerlendirileceğini, sistemin İran ve Rusya’ya karşı kullanılmasına izin vermeyeceklerini de iddia etti. Sanki, NATO’da işlerin nasıl yürüdüğü, ABD dışında kimsenin pek bir söz sahibi olmadığı bilinmiyormuş gibi. Ya da ABD’li yetkililerin ve örneğin Fransa Devlet Başkanı Sarkozy’nin de “Biz kediye kedi deriz” diyerek sistemin İran’a karşı kurulduğunu açıkça söylemesini bilmiyormuş gibi Davutoğlu, bu radar sistemiyle ilgili, “İran’a ve Rusya’ya karşı kullandırmayız” diye konuşuyor.
Tabi o zaman bu radar sistemi tartışılırken akla gelen ilk soru hemen gündeme geliyor: İran’a ve Rusya’ya karşı değilse bu radar sistemi kime karşıdır; başka hangi bölge ülkesinin bu sisteme ihtiyaç duyulacak balistik füzeleri vardır?
Bu tartışmanın bir adım sonrası da şimdiden söylenebilir ve Dışişleri Bakanının; “Aslında radar sistemi NATO’nun değil Türkiye’nin ihtiyacıdır; biz ABD’yi radar sistemini Kürecik’e kurmasına ikna ederek, Türkiye’nin ulusal savunması bakımından son derece önemli bir eksiği giderdik!” demesi kimse için sürpriz olmayacaktır.
Oysa bu radar ve “Füze Kalkanı Sistemi” önce Polonya’ya, sonra Romanya’ya kurulmak istendi. Ama Rusya karşı çıkınca, “Doğu Akdeniz” dendi ve sonunda, Türkiye’ye kurulacağı açıklandı. Dolayısıyla “Füze Kalkanı Sistemi”nin Türkiye’nin savunmasıyla bir ilişkisi olmadığını bu tartışmalar bile açıkça gösterirken, hükümet ve AKP propagandası her zaman olduğu gibi, ABD’nin dayatmalarını kabul ederken, bunu ABD’nin değil Türkiye’nin çıkarı gibi göstermektedir.
Libya’ya müdahalede NATO’da üslenilen görev, Suriye’ye batı emperyalizminin öncü kuvveti olarak baskı yapılması gibi en netameli konularda bile hükümet ve AKP sözcüleri; emperyalistlerin plan ve projelerine bağlanmayı Türkiye’nin çıkarıymış gibi göstermektedirler.
Gerçekte bu eski bir politikadır. Türkiye 1950’lerde NATO’ya girip ülkenin her yanını Amerikan üsleriyle donatırken de “NATO ve Amerika Türkiye’yi komünist Rusya saldırısına korumak üzere Türkiye’yi silahlandırmaktadır. Bu üslerde ABD’nin çıkarı yok ama bizim çıkarımız var!” propagandası yürütülmüştü.
Şimdi de NATO’nun yeniden Türkiye’ye yerleşmesi, “Füze Kalkanı Sistemi’nin gözünü ve tetiğini Türkiye’ye kurması (Bunu başka üslerin de izleyeceğini söylemek için kahin olmak gerekmez) benzer bir propagandayla gizlenmek istenmektedir.
Burada elbette, “ABD emrediyor hükümet yapıyor”, “NATO emrediyor AKP Hükümeti yapıyor” gibi komplocu bir ilişkiden söz etmiyoruz. Türkiye’nin emperyalist ülkelerle bu türden ilkel bir emir komuta sistemi içinde ilişki dönemi eskilerde kalmıştır. Dahası emperyalist ülkeler artık, böyle bir ilişkiyi dayatacak mecalden de yoksundurlar.
Ancak hükümet, Türkiye’nin dış politikasını ve komşularıyla ilişkilerini ABD’nin bölge stratejisiyle uyumlu bir çizgide inşa etmektedir. Bu da Türkiye’nin çıkarıyla ABD’nin çıkarlarının aynileşmiş gibi gösterilmesini kolaylaştırmaktadır. Hükümet işte bu çizgiden yürüyerek, radarları Türkiye’nin milli savunmasının bir dayanağı olarak görmekte, göstermektedir. Çünkü; Türkiye’yi yönetenler, İran’la bölgesel güç olma” konusunda rakip, Rusya ile bölge ülkelerini yedekleme ve enerji geçiş yolları gibi konularda çatışma içinde olacaklarını düşünmektedir. Böyle oylunca da radar sistemi, İran ve Rusya’ya karşı, ABD’nin arkaya alınması, Türkiye’nin bir dayanağı olarak görülebilmektedir.
Demek ki, AKP Hükümeti, basitçe ABD’ye şu ya da bu konuda taviz vermekle sınırlı bir hizmet yapmıyor. O, bir strateji olarak ABD’nin stratejisiyle birleşmeyi esas alan bir dış politika izlemektedir. NATO, “Füze Kalkanı Sistemi”, Libya, Suriye, İran’la ilişkiler, Doğu Akdeniz’de doğal gaz arayışı, Türkiye İsrail ilişkileri, ABD’li generallerin, istihbarat örgütlerinin başkanlarının Türkiye’yi yol etmesi, Obama’nın, Clinton’nın gün aşırı Erdoğan ya da Davutoğlu ile konuşmalarının nedeni budur.
Kısacası Türkiye’nin ABD’ye hizmeti, eskisi gibi “basit bir hizmet” değil “kalifiye bir hizmet”tir!
Bu hizmeti verenler; almışlardır eğitimlerini “ustaları”ndan, vermişlerdir kendilerini görevlerine!
Yoksa hizmetleri gerektiği kadar kalifiye olamazdı!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00