21 Eylül 2011 12:45

‘Güç politikası’yla nereye kadar?

‘Güç politikası’yla nereye kadar?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir ülkede, çeşitli toplumsal kesimler birbiriyle barışçıl bir ilişki içinde ise ve ülkenin geleceğine dair güven duyuyorlarsa, komşu ülkelerle barış içinde yaşıyorlarsa, bu temel o ülkede barışın, huzurun temelidir.
Bu genel tabloda (Sömürü ve toplumsal sınıfların birbirleriyle çelişkisini bir yana bırakıyoruz) barış ve kardeşlik zemini varsa; o ülkede huzuru bozan, bireylerin birbiriyle kişisel anlaşmazlıkları ve bu temelde doğan vakalar kalır. Ki, bunlarla uğraşmak emniyet güçlerinin alanına girer.
Bu kriterler açısından bakıldığında, “Türkiye’nin vaziyeti nedir?” sorusu giderek daha sık sorulmakta, verilen yanıtlar daha da karamsar olmaktadır.
Nitekim, önceki gün Ankara’nın göbeğinde yapılan bombalı saldırının ardından, bu konu daha da hayati bir önem kazanmıştır.
Evet saldırı, sivillere yönelik bir saldırı olarak ayrıca son derece lanetlenmesi gereken bir saldırıdır ve bu saldırıyı kimin yaptığı da önemlidir.
Gerçi, basın ve emniyet bombayı PKK’nin koyduğunu baştan ilan etmiştir. Hatta PKK cenahının, “Biz  koymadık” açıklamasına karşın, bu propaganda sürmektedir ve sürdürülecektir.Ne var ki; gerçek çok daha vahim bir durumla karşı karşıya olunduğunu göstermektedir. Çünkü Ankara’da patlayan bomba; onun etrafında ortaya çıkan sorular, Türkiye’nin iç ve dış politikasının geldiği aşamayı göstermesi bakımından önemlidir. Şöyle ki;
Dünkü gazetelerde, yapılan tartışma ve değerlendirmeler, saldırı üstüne kopartılan “hainler”, “teröristiler” gürültüsü tarafından üstü örtülse de; “Bu saldırıyı kim yapmış olabilir?” sorusuna verilen yanıt çok önemlidir.
Bu soruyla verilen yanıtlarda; “Bu bombanın arkasındaki güç; İran, Suriye, PKK, Libya (Kaddafi yanlıları), İsrail, Güney Kıbrıs yönetimi, Yunanistan, El Kaide, Müslüman Kardeşler, bazı batılı istihbarat servisleri olabilir” denmektedir.
Bu soruya verilen yanıtın önemini anlamak için soruyu bir de şöyle soralım: “Eğer bu bomba örneğin altı-yedi ay, hatta seçimden  önce patlamış olsaydı ve aynı soru sorulsaydı yanıtı ne olurdu?”
Bu sorunun yanıtı herhalde; “Türkiye’de kaos yaratmak isteyen bazı istihbarat servisleri” biçiminde soyut bir yanıt olabilirdi. “PKK yapmıştır!” diyen çıksa da buna da inanan az olurdu!
Bugün verilen yanıt ise son derece vahimdir. Çünkü; bu yanıta göre, Türkiye neredeyse, Ankara’nın göbeğinde bomba patlatmalarına yol açacak kadar bütün komşularıyla düşman haline gelmiştir.
Ve daha da kötüsü Almanya’ya ziyarete giden Cumhurbaşkanı Gül, bu gezisinde bir “şahin” edasıyla dolaştı, Almanya dışındaki tüm AB ülkelerini küçümseyen, hatta aşağılayan bir tonda konuşmalar yaptı. Konuşma yapacağı salonda, “bomba ihbarı” yapıldıktan sonra Almanya’yı da suçlayan bir üslup kullanan Gül, üstten atıp tutmayı daha yüksek perdeden sürdürdü.
İktidarın en mülayim sözcüsü olan Cumhurbaşkanı Gül’ün bile, Almanya gibi bir ülkede böyle bir eda takınması, ülkeyi yönetenlerin, “güç gösterisini” bir politika tarzı haline getirmede ısrar edeceğini göstermektedir.
Yine Başbakan Erdoğan’ın, Obama ile yaptığı görüşmeden sonra ABD’den de aldığı icazetle, “bölge liderliği”ni Suriye üstünden herkese kabul ettirmek için, Türkiye’ye döner dönmez Suriye sınırına giderek “ABD’nin aldığı kararlara benzer kararlar alacağını” açıklaması ve Suriye rejimini tanımadığını oradan yeniden ilan etmesi de güç gösteriyle sonuç alma tutumunu sürdüreceği anlamına gelmektedir.
Şu açıktır ki komşularıyla böyle her alanda kapışır duruma gelmiş olmaktan az çok aklı başında hiçbir hükümet hoşnutluk duyamaz. Ancak AKP Hükümeti, komşularıyla problemler çıkmasını, kendi Kürtleriyle çatışma içinde olmayı onlara gücünü gösterme ve onların gözünü korkutarak kendine biat ettirmeyi; “gücünü göstermek” için bir fırsat yarattığı için saklayamadığı bir sevinç duymaktadır. Ve öyle anlaşılmaktadır ki; AKP Hükümeti, içerde Kürt güçlerini sindirmek ve etkisizleştirmek, dışarıda da komşularını hizaya getirmek için “güç politikası”nı esas alan tutumda sınır tanımayacaktır.
Peki bu böyle gider mi?
ABD’nin bile bu “güç politikası”yla kendini Irak ve Afganistan’da batağa sürüklediği, koca NATO’nun Libya’da Kaddafi ile başa çıkmak için aylarca uğraştığı bir dünyada, Türkiye’nin böyle bir politikayı benimsemesi elbette başına büyük belalar açması anlamına gelir. Ancak Erdoğan ve AKP’nin, tarihten ders alacağı ve bu gerçeği göreceğine dair bir belirti yoktur ve Türkiye giderek, daha derin bir burgacın içine sürüklenmektedir. Ve şu anda Türkiye’nin bu politikasının arkasında duran tek güç; (İsrail’le uzlaşma kapısını açık tutun, Kıbrıs’ta silahı bu kadar öne çıkarmayın öğüdü dışında) Türkiye’nin bölgede güç politikasına destek veren ABD’dir. Çünkü ABD bilmektedir ki, Türkiye bu çizgide kaldığında ABD’den başka “dost” bulamayacaktır!
Bu yol AKP Hükümetini batağa çekecektir, ama olan Türkiye’ye, onun halklarına olmaktadır.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa