24 Eylül 2011 09:42

Atıp tutmaktan kim ölmüş!

Atıp tutmaktan kim ölmüş!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Başbakan Erdoğan’ın, New York’ta, BM’de yaptığı konuşma beklendiği gibi, Filistin-İsrail merkezli ama aynı zamanda Suriye ve Güney Kıbrıs’ı da hedefe koyan bir konuşma oldu.
İsrail’in “fosfor bombası” kullanarak uluslararası hukuku ihlal ettiğini de öne süren Erdoğan, İsrail’in elindeki “atom bombalarını” da gündeme getirdi. Güney Kıbrıs Hükümetinin Kıbrıs’ın güneyinde doğal gaz aramaktan vazgeçmesini isteyen Başbakan, aksi halde “gereğini yaparız” derken Suriye’yi rejimini de halkla arasındaki bağı koparmış olmasını öne sürerek eleştirdi. Dahası Erdoğan, Filistin ve Somali’de olanları öne sürerek BM’yi de şiddetli bir biçimde eleştirdi. Ve Erdoğan, BM’nin yeniden yapılanmasını istedi.
Hani Türkiye’de neler olduğu, Erdoğan Hükümetinin uygulamalarını, basın ve ifade özgürlüğü üstüne kurulan baskıları, aylara, yıllara uzanan uzun tutuklamaları, iç ve dış askeri operasyonları, milyonlarca Kürt’ün taleplerinin bastırılması için baskı ve şiddet kullanıldığı bilinmese; Erdoğan hakkın ve adaletin savunucusu bir lider olarak kabul edilebilir.
Ya da örneğin, “Füze Kalkanı Sistemi”nin Türkiye’ye kurulması için imza attığı unutulsa, NATO ile birlikte Libya’nın kendi kaderini tayin hakkının ayaklar altına alınmasında Türkiye’yi baş rol oyuncuları arasına sokmamış olsa, Suriye’de rejimin halka zulüm etmesini bahane ederek Batı emperyalizminin dayatmalarının sözcülüğünü yapar durumda olmasa; Erdoğan’ı dinleyenler, onu bölgede ulusların, halkların özgürlüğünün baş savunucusu sanabilir.
Elbette BM salonunda Erdoğan’ı izleyen kurt politikacı ve diplomatlar kalabalığı bu salonda edilen sözlerin sözlük anlamıyla konuşan kişinin niyeti ve hedefleri arasındaki farkı, onların aslında “tribünlere konuştuğunu” bilmektedirler. Ve  Erdoğan’da söylediklerinin o salonda bulunan bir tek kişinin bile fikrini ve tutumunu değiştiremeyeceğini bilir. Bu yüzden de konuşmanın içeriği bir yanıyla Arap ülkelerinin halklarına, onların Erdoğan’ın İslam dünyasının kurtarıcısı olduğu fikrini güçlendirmek öte yandan da Türkiye’nin halkının milli ve dini duygularını istismar etmek için kurgulandığı apaçıktır. Nitekim CHP de konuşmayı “Arap sokağındaki insanlara” yönelik olarak eleştirmiştir.
Bu konuşmanın içeriği, “Koca Piri Reis sismik araştırma gemisi”nin (Bu gemi önceki gün Kaş’a, sonra da Kıbrıs’ın kuzey karasularına gitmek üzere İzmir’den, savaş gemilerinin korumasında, ayrıldı)  “Petrol ve doğal gaz aramak” için doğu Akdeniz’e gönderildiği kadar gerçektir. Bu geminin bugüne kadar hiçbir petrol ve doğal gaz yatağı bulmadığı herkesin malumuyken, bu “tek sismik araştırma gemisi”nin sanki yarın petrol ve doğal gaz bulacakmış gibi sunulması ne kadar gerçekse, Erdoğan’ın BM konuşması da o kadar sözlerin oluşturduğu ifadeye uygundur!
Elbette sade BM Genel Kurulu salonunda da değil, Erdoğan, dış basının dikkatinin üstünde olduğu her vesilede bu bölge halklarının en hastalıklı duygularını okşamayı öne çıkarmakta; İsrail’le ya da Güney Kıbrıs’la gerekirse “savaşabileceğini” söylemekten çekinmemektedir.
Başbakan konuşmasında Karabağ’dan Kıbrıs’a, Somali’den Keşmir’e, Filistin’e kadar tüm “İslam dünyası sorunları”na çözüm önerdi.
Ve; Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, Filistin’in BM tarafından bağımsızlığının tanınması için BM Genel Sekreteri Ban Ki moon’a sundu! Ve herkes Filistin’in bu talebinin ABD tarafından veto edileceğini biliyor. Bunu ABD açıkladı.
Bu “veto” karşısında Erdoğan ne yapacak?
Örneğin İsrail ve Suriye’ye ya da Kıbrıs’a yönelik olduğu gibi hemen karşı önlemler ilan edebilecek midir?
Peki, ABD’ye karşı da aynı “şahin” tutumu gösteremezse, atıp tutma ötesinde ve tribünlerden alkış alma ötesinde gerçek bir anlamı olabilir mi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa