Zaman dilimlerine değer kazandırmak
Fotoğraf: Envato
Ben bir tiyatro eleştirmeniyim.
Sahne sanatları ustaları eleştiriye açık, içtenlikli ve incelikli kişiliğimi över; tüm olanaksızlıklara, engel(leme)lere karşın etkinliğini yoğunlukla sürdürmeyi becerebilen (ağırlıklı olarak) tiyatromuz ortamında olabildiğince çok oyun/eser izleme/değerlendirme sorumluluğunda ön sırada olmamı her daim alkışlar. Uğraşımın doğal uzantısı olarak ödül seçici kurullarında da yer alırım, kurul üyelikleri yanı sıra başkanlıklarını da yaparım.
Üretkenim, çalışkanım.
BİZİM DÜNYAMIZDA SAHTEKÂRLARA YER YOK
Çalışkan olduğumdandır, yaz ayları geldiğinde tiyatro, opera, bale sezonuna ara verildiğinde, deniz kenarındaki şemsiye altında bağdaş kurmam, köşemi boş bırakmam. Güncel ile siyaset ile dünya halleri ile uğraşırım. Zamanı gelir magazine bile bulaşırım. Hilekârlara, oyunbazlara, hokkabazlara, kumpas kuruculara, dolandırıcılara, katakulli yapanlara, tuzak kuranlara savaş açarım, karınca kaderince hiç değilse çelme takarım. Yani içinde yaşadığım toplumu ketenpereye getirenlerle, getirmek isteyenlerle gerekirse bire bir uğraşırım. Tiyatrosuz, operasız, balesiz, konsersiz günlerimde kendimle dalga geçmeyi, alay etmeyi başarırım.
YAŞAMI ANLAMLI KILAN, SONU BİLMEK
Ara sıra da, yaşamın bir anında yaşadıklarımı, tüm yaşamı boyunca yaşayamayan ne çok insan var diye düşünürüm. Esasında, yaşadığım her anın değerli olduğunu bilirim ve ona göre yaşamaya çabalarım. Kimi zaman yaşamaktan bıktığım da olmaz değil hani! O zaman içimden: “Nasıl olsa öleceğim” diye geçiririm, bu gerçek ile yaşamak zorunda olduğumu bilirim. Kendimi apar topar toparlar, yaşamın değerini bir an bile olsun aklımdan çıkarmamaya özen gösteririm. Yaşamı anlamlı kılanın, bir gün sonlanacağımı bilmek olduğunun bilincini yeniden oluştururum.
İÇGÜDÜSEL DÜŞÜNCE JİMNASTİĞİ
Benim esas merak ettiğim, bedenimin yok olduğunda geriye ne kalacağı hususu! Eş/dostun her ölüm haberinde kendime bu soruyu sorarım. Yanıt ya da yanıtlarını ararım. Esasen bu benim için sondan bir tür kaçış değil, içgüdüsel yaptığım bir düşünce jimnastiğidir. Bu içgüdümü asla yok etmek istemem. Gerçeği hiçbir zaman ürkütücü olarak algılamayı denemem. Hani, beden içinde dolaştırdığımız ruhumuzun, eğitilmek ve öğrenmek için belki daha birçok kez “bedenleşeceğini” söylüyorlar ya, ay işte buna hiç inanmam, inanmanın kıyısından bile geçmem. Yahya Kemal Beyatlı da şiirinde: “Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile/avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle” diyor ya, bu dizeleri de sıradan bir kaçış yolu, bir karabasan, bir fantezi olarak yorumlarım.
İKİNCİ KEZ DÜNYAYA GELİNİR Mİ?
Böyle derim, ama zaman zaman ikinci kez yaşayacağımı düşünmeden de edemem. İkinci kez dünyaya geldiğimde neler yapıp, neler yapamayacağımı da kafamın içinde kurgular dururum. O zaman, aman hata yapmayayım diye yaşamaz, daha çok hata yapardım diye düşünürüm. “Mükemmeliyetçi” olmaz, “olduğu kadar”da karar kılardım diye için için keyif alırım. Daha çok içki içmeyi, daha çok neşeli olmayı programlarım. Daha az ciddi olacağımı şimdiden bilirim. Daha fazla riske girebilmeyi, daha çok gezmeyi, güneşi daha da erken doğurtmayı düşlerim… Kolesterolüm mü yükselecek, trigliseridim mi tavan yapacak düşünmeden, daha fazla beyin salatası, daha fazla menemen, daha fazla sucuklu yumurta yemeyi hayal ederim. Ölçüyü aşacak oranda âşık olmayı amaçlarım.
İyi de, öleceğimi bile bile nasıl yaşıyorum ben?
Ne bekliyorum yaşamaktan?
Neler emiyorum yaşarken?
Ölen her dostumun, tanışımın arkasından kendi kendime: “Ne bekliyordu yaşamdan acaba ve ne kadarını aldı” diye sorarım, yanıt bulamam. Ne kadar yaşayacağımızı önceden kestirsek, bu soruları yanıtlama cesaretini de ediniriz eminim, ama ne kadar yaşayacağımızı bilemiyoruz ki!
NEREDE, NASIL, KAÇ YAŞINDA
Ne kadar yaşayacağımızı bilemiyoruz ve ölüm kabullenilmesi gereken zor bir durum tamam da, her zaman trafik ya da uçak kazalarıyla ya da ne bileyim “sıralı” gelmiyor. Şairin dediği gibi “kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında” vasıl olacağı pek belli olmuyor. Örneğin geçenlerde gazetede okudum, Iraklı terörist Khay Rahnajet, içinde bomba olan paketi postayla suikast adresine göndermeye kalkmış, ancak paketin üstüne eksik pul yapıştırdığından paket ev adresine geri gönderilmiş. İçinde bomba olduğunu unutan acemi terörist paketi açmış ve bummm!
Bu olaya çok gülüyorum.
Böyle bir olaya “kader” ya da “alın yazısı” diyenler de olabilir, ama ben doğrudan “ölüm” ya da “beklenmedik ölüm” olarak değerlendiriyorum.
SIRADAN OLMAYAN ÖLÜMLER
Beklenmedik ölüm?
Mısırlı çiftçinin yaşam öyküsündeki gibi…
Mısırlı çiftçi Nil Nehri´ne düşen tavuğunu kurtarmak için suya atlamış, ancak girdaba yakalanmış. Kıyıya dönemeyince, bağırarak yardım istemiş. Bunun üzerine oğlu atlamış suya. O da girdaba kapılmaz mı? Başlamışlar birlikte yardım istemeye. Derken adamın kızı, ardından karısı aynı kaderi paylaşmış. Sonunda tavuk, ardında dört ceset bırakarak ölümden kurtulmuş. Ya da başka bir deyimle, ölenlerin arkasında ölmekten paçayı sıyırmış bir tavuk kalmış.
GERİDE BIRAKILACAK OLAN
Ben arkamda ne bırakacağım?
Yarına canlı olarak başlama garantimin olmadığını biliyorum da, galiba o nedenle arkamda ne bırakacağımı merak ediyorum. Para pul değil bırakacağım, hanlar apartmanlar da değil, orası kesin. Ölüm her insana şah damarından daha yakın, bunu da biliyorum ve o nedenle ne bırakacağımı düşünüyorum.
Sabahları uyandığımda, lavaboda yüzümü yıkarken kendimi bir maça çıkacakmış gibi duyumsuyorum. Maçın sonucu belli, ancak ne zaman biteceği belli değil.
Böyle duygu olur mu?
Oluyor ve bana inanılmaz keyif veriyor. Bitiş süresini bilmediğim, sonucunu kestirdiğim bir maça çıkmak… Kimse bu maçı nasıl oynayacağımla, maçın kurallarıyla falan ilgilenmiyor. Takım düzenimde, topu tepişimde, hızlı ya da yavaş oluşumda tamamen özgürüm. Özgür iradem sabah sabah şaha kalkarak beni selamlıyor, günü bu selamla emzikliyorum.
O zaman, zaman dilimleri daha bir değer kazanıyor.
SORGUSUZ SUALSİZ YAŞAMAK
Kimi sabahlar ise, yaşamın sonuçta bir ölüm sunduğu, bu nedenle hiçbir beklentisinin olmaması gerektiğini düşünüp, o günkü yaşam tarzımı bu düşünceden yönlendiriyorum. Bir şey alamayacağımı düşündüğüm yaşam için neden özveride bulunayım? Gene de, maç süresince fiziksel dünyanın sunduğu zevklerden tepe noktada yararlanarak yaşamı bir eğlence merkezi haline getirdiğim oluyor. Bedensel istekleri bastırmak ya da onları yaşamın temel amacı yapmak… Yaşamda vermeden almak ya da alamayacağını düşünerek vermemek… O zaman, tutunduğum ip “ne için yaşıyorum” sorusunu sormamamı, sadece yaşamamı emrediyor, ben de sadece yaşıyorum.
ÖRNEK Mİ İSTİYORSUNUZ
Örnekler çok: Sibirya’nın köylerinden birinde bir cenaze mezarlığa götürülüyormuş. Mısır tarlasının ortasında, tabut köylülerin ellerinden kayıvermiş. Tabutun içindeki ceset dereye yuvarlanmış. Akıntı, cesedi dinamitle avlanan balıkçıların yanına sürüklemiş. Balıkçılar “herifi acaba dinamitle biz mi öldürdük” kuşkusuyla, cansız bedeni askeri kışla tellerine asmışlar. Nöbetçi er, bölgeye birinin yaklaştığını sanmış, cesedi yaylım ateşine tutmuş. Hemen ambulans çağırılmış. Delik deşik ceset, hastaneye kaldırılmış. Operasyon tam altı saat sürmüş. Ameliyattan çıkan doktor, alnından akan terleri silmiş: “Çok zor oldu,” demiş, “ama galiba yaşayacak.”
Benim böyle bir şansım olacağını hiç sanmıyorum.
YAŞAMI GÜZELLEŞTİRMEK
Son günlerde en iyi bildiğim, insanoğlunun ortalama yaşam süresinin 70 yıl olarak saptandığı. Bu süreyi dünya tarihiyle karşılaştırıyorum, bana hiç de uzun gelmiyor. Benim de ortalama süreye ulaşmama ramak kaldı, elbette ondandır böylesine duyarlı oluşum. Son günlerde yaşadığım süre içinde yaptıklarımı sürekli düşünür, gözlerimin önüne getirir oldum. Savaşanlara, kavga edenlere müthiş kızıyorum. Hilekârlara, oyunbazlara, hokkabazlara, kumpas kuruculara, dolandırıcılara, katakulli yapanlara, tuzak kuranlara, içinde yaşadığım toplumu ketenpereye getirenlere bu yüzden illet oluyorum. Oysa yaşamı güzelleştirmek, güzel görmek ve insanları kırmadan yaşamak elimizde... Yaşamdaki her anımızı güzel kılmak için özgür irademizi kullanabilecek varlıklarız biz. Özgür irademizi kullanabilecek güç avucumuzun içinde.
ÖLÜM ANINI DÜŞÜNMEK
Ölüm anımı düşündüğümde avucumun içindeki bu güç geliyor dikiliyor karşıma, sevgilime göz kırpıyorum.
Aklım bana gerçeği öğretmiş, kof inançla işim yok benim!
Ben sadece, ölüm anım geldiğinde, geride beni unutturmayacak bir iyilik bırakıp bırakmadığımdan, çevreme sevgi salgılayıp salgılamadığımdan emin olmak istiyorum.
Yoksa şairin “taht misali musalla taşı”nı hiç mi hiç umursamıyorum.
- Tiyatro keyfi gene vefa borcu ödüyor: Cahide Sonku Müzikali* 02 Aralık 2015 01:00
- Berksoy'dan Haldun Taner'e doğum günü armağanı: 'Dün-bugün' 28 Ekim 2015 01:00
- ‘Ölenlere rahmet, yaralılara acil şifa’... 21 Ekim 2015 00:16
- 283 sanatçımızın 'Teröre hayır, kardeşliğe evet' bildirisi 14 Ekim 2015 01:00
- Yeni sezon geldi hoş geldi, aynaya renk geldi 07 Ekim 2015 00:51
- 13. Kıbrıs Tiyatro Festivali’nin en sivri oyunu: “Halktan Biri” 30 Eylül 2015 00:51
- Barışın çivisini çakmak 23 Eylül 2015 00:51
- Şu an batmakta olan geminin duvarlarına resim yapmaktasınız 16 Eylül 2015 00:52
- Şiirimizin 50 yıllık bey oğlu: 'Ataol Behramoğlu' 09 Eylül 2015 01:00
- Topçu, Levent Üzümcü'ye sahip çıksana... 02 Eylül 2015 01:00
- Tomris İncer, hasta karakterine can verirken… 26 Ağustos 2015 00:32
- Bahçeli, Özkan ve Kocabıyık için suç duyurusunda bulunuyorum 19 Ağustos 2015 01:00