Avrodan çıkarma tehdidi işe yaradı
Yunanistan’da önceki gün hükümet partisi PASOK’un oylarıyla mecliste yeni bir tasarruf paketi karar altına alınırken, grev ve protestolar devam ediyor.
Bu tablo, uzunca bir süredir Yunanistan’a hakim. Emekçiler grev ve direnişler örgütlediği halde, hükümet bunları dinlemeden “tasarruf planları”nı karar altına alıyor.
Bugüne kadar memurların, işçilerin, emeklilerin haklarında yapılan kısıtlamalar, işten atmalar gerçekleştirilirken, 50 milyar avroluk özelleştirme kararı alınmıştı.
Krizle birlikte Avrupa’nın “hasta adamı” haline gelen Yunanistan’ın, bütün kesintilere rağmen kısa süre içinde düzlüğe çıkması pek beklenmiyor. Bu nedenle, en son 8 milyar avroluk kredinin alınması için karar altına alınan emlak vergisi, emeklilerin maaşlarının yüzde 20’ye kadar kesilmesi, 30 bin kadar kamu çalışanın zorunlu izne çıkarılması da çare olmayacaktır.
Bütün bunlara rağmen, önceki gün Berlin’de Alman Sanayiciler Birliği’nin (BDI) huzuruna çıkan Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’nun, Alman sermayesinin ve uluslararası kurumların desteğini almak için yaptığı konuşma da dikkate değer.
ABD Başkanı Barack Obama’nın “Yes, we can/Evet, yapabiliriz” sloganını kullanarak güven tazelemeye çalışan Papandreu adeta yemin ederek, Avrupa Birliği (AB), Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından dayatılan programları kusursuz bir şekilde hayata geçireceklerini söyledi.
Papandreu’nun bu kadar çırpınması, yemin üstüne yemin etmesi elbette boşuna değil. Çünkü, kısa bir süre önce AB, ABM ve IMF temsilcilerinden oluşan “troika”, hükümetin dayatılan programı hayata geçirmek için canla başla çalışmadığını belirterek, Atina’yı terk etmişti.
Bunun üzerine, Almanya merkezli olarak Yunanistan’ın Avro Bölgesi’nden çıkarılması yönünde, hem de başbakan yardımcısının ağzından, büyük bir propaganda başlatılmış, ardından hararetli bir tartışma yürütülmüştü.
Papandreu’nun Berlin’de Alman sermayesinin önünde günah çıkarak, “Söz istediğiniz her şeyi, gerektiğinde başbakanlık koltuğundan olmayı da göze alarak, yerine getireceğim” demesi, avro’dan çıkarma tehditlerinin işe yaradığını gösteriyor.
Bu nedenle, “avrodan çıkarma” tehdidi bundan önce olduğu gibi bundan sonra da borç batağındaki ülkelerin üzerinden silindir gibi geçme, soyup soğana çevirme amacıyla yapılmaya devam edilecek.
Papandreu’nun dikkat çektiği ve Alman basını tarafından da dün öne çıkarılan bir başka önemli ayrıntı da “Biz zengin bir ülkeyiz, ama kötü yönetildiğimiz için bu hale geldik” şeklindeki sözleri idi.
Evet. Yunanistan kendi çapında yoksul bir ülke değil. Normal koşullarda kendi nüfusunu geçindirebilecek kaynaklara sahip. Burada “kötü yönetme”den kast edilen elbette gelip giden hükümetler olduğu için pek bir önem arz ediyor.
Daha öncekiler ne yaptı ise Papandreu da aynısını yapıyor. Dolayısıyla sorunun kaynağını “kötü yönetilmekten” ziyade “kötü bir düzen” oluşturuyor.
Bu yaklaşımla, kapitalizm şartlarında sorunu tek tek hükümetlerin yönetme biçimiyle açıklamak, sorunun özünü gizlemeyi hedefliyor.
Sorun böyle ortaya konulunca, krizin pençesi altında sürekli ezilen geniş emekçi kesimlerine de sistem yerine hükümeti değiştirmek öneriliyor ve bunun kurtuluş olabileceğinin propagandası yapılıyor.
Halbuki, Yunanistan başta olmak üzere borç batağı içindeki ülkelerde sorun muhafazakarların ya da sosyal demokratların işbaşında olmasıyla ilgili değildir.
Çünkü; ülkeyi borç batağına sürükleyen kapitalist-emperyalist devletler ve onların büyük mali tekellerine karşı tutum alınmadan, onların planları reddedilmeden çözülemez.
Bu yönde bir mücadele gelişmediği takdirde “Avro krizi” AB’nin belirleyen güçleri olan ülkeler için tam anlamıyla büyük bir fırsattır. Uzunca bir süredir AB’nin yapısında merkezileşme yönünde atılmak istenen adımların pek çoğu bu süre içinde gündeme getirildi ve adım adım hayata geçiriliyor. Bunlar arasında köşe taşı niteliğindeki Avrupa İstikrar Mekanizması/Fonu’nun (ESEF) Avro kullanan 17 ülkeye dayatılmasıdır. Bugün, Almanya’da Federal Parlamento tarafından hükümet ve muhalefet partilerinin oylarıyla karar altına alınması beklenen fon, açıkçası Yunanistan gibi ülkelerin ekonomilerinin doğrudan AB’nin belirleyen güçleri tarafından yönetilmesi anlamına gelecektir. Bir bakıma, kriz dolayısıyla fiili hale dönüşen uygulamanın yasal çerçevesi de tamamlanacak. Bu Avrupa’daki emekçiler daha zor bir dönemin başlayacağı anlamına geliyor.
Evrensel'i Takip Et