Gölge etme!
Fotoğraf: Envato
Başbakan Erdoğan, Makedonya’ya gitmeden önce, “terör olayları” diye ifade ettiği gelişmeler çerçevesindeki çatışmalar ve bu çatışmalarda yaşamını yitirenlerle ilgili haberleri “büyüterek” veren basını eleştirdi. Ve basının bu haberi veriş tarzını, “Bunları ne kadar büyük verirseniz o kadar terör örgütü propagandası yapmış oluyorsunuz” şeklinde değerlendirdi. Başbakanın Makedonya dönüşünde de bu görüşlerini daha kapsamlı ifade etmek için gazetelerin yayın yönetmenleri ve yöneticilerini toplayarak, döneme ilişkin habercilik ve haber tarzına “ayar vereceği” de belirtiliyor.
Kuşkusuz basının bu konuda tutumu kışkırtıcı ve haberlerin gerçekle ilgili bütün yönlerini bozuşturucudur. Son çeyrek yüzyıldır geliştirdikleri hamasetle arabesk karışımı bir “edebiyat” eşliğinde toplumun en geri duygularını kışkırtan bir “habercilik-gazetecilik” tarzı basına egemen olmuş durumdadır. Tarz bu olduktan sonra haberin “küçük” ya da “büyük” görülmesinin bir önemi yoktur.
Kaldı ki, bu tarz habercilik ve her olayın oluş tarzını bile çarpıtıp abartarak ve mutlaka “trajik öyküler” ekleyerek bunların duyulan üzüntü ve acıyı artırıcı bir etken olarak kullanılması basının kendi başına geliştirdiği bir tarz değildir. Tersine bu tarzı basın, siyasilerin olayı ele alış tarzından, deyim yerindeyse başbakanların, bakanların olup biten üstüne yaptıkları değerlendirmelere, konuşmalara bakarak “Durumdan görev çıkararak” geliştirmiştir ve 25 yıldır da sürdürmektedir. Örneğin olayları basını büyüterek vermesinden yakınan Başbakan Erdoğan’ın bir gün önce kameralar karşısına geçip “Ciğerim yanıyor ciğerim!” diyerek gerçekle gerçek olmayanı aynı torbaya doldurarak yaptığı konuşmayı izleyen bir yandaş gazeteci ya da okuyucunun duygularını istismar ederek gazetecilik yapma yolunu benimsemiş yandaş olmayan “gazeteci”, bu haberi daha küçük görebilir mi?
Bu yüzden de Başbakanın uyarıları belki gürültülü haberciliğin dozunu düşürebilir; ama dinin ve milli duyguların istismar edilerek en geri duyguların kışkırtılmasını önleyemeyeceği gibi halkın doğru bilgilendirilmesinin önündeki barikatları kaldırmaya da yetmez.
Zaten Başbakanın da buradaki amacı da gerçeklerin halka doğru bir biçimde ulaştırılması değil. O en fazla, Türklerle Kürtler arasındaki gerilmenin kontrolden çıkmasından endişe ediyor. Bu yüzden de kontrollü, kontrolü kendi elinde tutan bir gerilim çizgisinde durmak istiyor.
Kaldı ki, olayın kendisinin olduğu gibi gazetecilerin haberi şöyle ya da böyle vermesi, izlenen egemen politikayla bağlantılıdır ve sadece bir “sonuç”tur. Asıl olan ise ülkenin siyasal ortamını, çatışmaların, operasyonların, tutuklamaların, ölümlerin belirlemediği bir iklimi egemen kılmaktır. Bunu da gazeteciler değil, hükümet başarabilir. Nitekim, çatışmalarda yaşamını yitiren güvenlik görevlileri ve sivillerin aileleri de giderek daha çok; bu “Ölümlere bir son verilmesi” için hükümete çağrı yapmaya başlamışlardır. Ülkeyi yöneten hükümet olduğuna göre de bu çağrıların böyle olması kadar doğal bir şey yoktur!
Ancak son günlerde Başbakan (önceki gün de eşi) Kürt analara çağrı yaparak “PKK’ye siz de karşı çıkın!”, “Başörtülerinizi PKK’nin önüne atın!” demeye başlamıştır. Hatta Başbakan bir adım daha atarak, BDP’ye oy veren Kürtleri de bu çatışmalarda, ölümlerden sorumlu tutan bir propagandaya yönelmiştir. Bu, tutum öncelikle Kürtler arasında bir bölünme yaratarak, eski “Kürt’ü Kürt’e kırdırma” politikasına dönüştür. Bir başbakanın böyle çağrılar yapması elbette ki, bütün olup bitenin sorumluluğundan sıyrılma, çatışmaları, ölümü, acıyı Kürtlerin sırtına yıkma tutumudur.
Burada da açıkça başbakan ve hükümet, olup biteni PKK ile açıklamakta; bugün olayların bu noktaya gelmesinde hükümetlerin izlediği politika ve bugünkü çözümsüzlükleri görmezden gelmektedir. Oysa daha bir yıl önce Başbakan, eski hükümetleri Kürt sorununu görmezden gelmekle ve olayların bu hale gelmesinden sorumlu tutarken bu gün tersini söylemektedir.
Gerçek böyle ters yüz edildikten sonra, basın olanları küçük ya da büyük görse ne olacak!
Bütün bunların da ötesinde hükümetin basına “ayar vermesi”, hele de buna zaten günlük olarak Başbakanlık basın sorumlularının, basını yönlendirmekte aldıkları mesafe (Bu basında sık sık gündeme geliyor) dikkate alındığında, başbakanın girişimi açıkça basına, basın özgürlüğüne müdahaledir.
İlk bakışta Başbakanın basındaki kışkırtıcı tarzdan şikayetinde haklı gibi görünürse de bugüne kadar basını yönlendirme ve zapturapt altına alma girişimleri göz önüne alındığında hükümete denecek tek şey; “Gölge etme başka ihsan istemez”dir!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00