Geçti mi Geçen Günler
Kürt siyaseti üzerinden sansasyon yaratma meraklısı gazetecilerin bu kez hevesleri kursaklarında kaldı. 1 Ekimde BDP milletvekillerinin de katılımıyla TBMM yeni döneme sorunsuz bir başlangıç yaptı. Ana akım medyanın güneydoğuda nicedir çatışmaları, genç ölümleri fırsat bilerek sürdürdüğü kamuoyunu provoke eden savaş dili ve BDP’yi suçlu sandalyesine oturtmaya çalışan gayretleri de şimdilik sonuçsuz kaldı. Oysa İletişim Bilimci Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’nun da dikkat çektiği gibi nicedir Kürt sorununu haberleştirmede hem muhafazakar hem de yaygın medya ortak bir nefret söylemi oluşturmada anlaşmış görünüyorlardı. Prof. Dr. İnceoğlu’nun Galatasaray Üniversitesi Barış Meclisinde yaptığı “Kürt Sorunu ve Medya” başlıklı sunumu günümüz gazeteciliğinin nasıl bir dibe vurmuşluk içinde yalpaladığının da bir göstergesiydi. Sunumun barış gazeteciliğinin ilkelerine değinen son bölümünü paylaşmak isterim:
“…Medyanın siyasi analizlerden yoksun, çarpıtılmış, eksik, dramatize edilmiş ve zaman zaman paranoyaya varan komplo teorileriyle donatılmış, geçmişte yaşanan acı, felaket, şiddeti kurcalayan haberleri gündemde tutmaktan ziyade barış ve çözüme odaklı, insan hakları ve demokrasiden yana taraf, kutuplaşmaları körüklemeyen bir tavır sergilemesi ve en önemlisi yurttaşın bilgi edinme hakkını ihlal etmemesi gerekmektedir. “Bu satırları umarım BDP’nin TBMM’sine döneceği belirlendiğinde ‘Bebek mezara, BDP Meclise’ sözlerini duraksamaksızın gazetesine manşet çekenler de okuma fırsatını bulur. Okurlar da savaş dilini bu denli utanç verici kullandıkları için belki bir nebze üzüntü duyarlar. Ya da tersine bu becerilerinden ötürü kendilerini kutlarlar.
Biliyorum Yasemin Hoca’nın metni üzerinde kafa yoran, sütunlarına taşıyarak tartışan meslektaşlarım da var. Medyada barışın dilini yerleştirmeye uğraşan; kadınlar, çocuklar, engelliler, cinsiyet ve kimlikler için süregelen ayrımcılık içeren kışkırtıcı, kaba, çirkin yazım dilini değiştirme çabasında olan pek çok meslektaşımız da mücadele veriyor. Ancak günümüz medyasının cafcaflı, dışı seni, içi beni yakar görünümlü yapısı bu tür uğraşların karşısında en büyük engel. Çıkarlarını iktidarın iki dudağı arasında gören yeni medya düzeninin silahları ise acımasız. Çalışanlara baskı, sansür, oto sansür. Artı işten çıkarmalar… Emek kesimini, demokrasi savaşımı veren sivil toplum bileşenlerini, çevrecileri, sol siyasete soyunanları işte böyle iktidara yapışık bir medya pusuda bekliyor. Elbette Kürt siyasetini de. Tüm bu zorluklara karşın BDP’nin Meclise dönüşü toplumun barış özlemi açısından büyük bir umuttur. Galiba Mecliste gerçek siyaset şimdi başlıyor.
Yazımın başlığını Usta Ozan Refik Durbaş’tan ödünç aldım. Refik Durbaş’ın “Geçti mi Geçen Günler” adlı bu güzel şiirine sizleri de ortak etmek istiyorum. Cezaevindeki son ziyaretimde mizah duygusunu hiç yitirmediğine sevinçle tanık olduğum yürekli kardeşim Ahmet Şık’a armağan ederek gelin birlikte okuyalım:
Çıktın alnında güneşli bir gün izi
nereye mi hapisliğinle el ele
bir ses, aşınmış nice dostluğun sesi
umutla inancın arasında yüz yüze
Geçti mi geçen günler dünden habersiz
tez gelmelere bağışlanır gelişin
Savurmuş yüreğini bir deli rüzgar
ilk yürüyüşün, ne kadar tenha hayat
sevgilin, pencerede uzak gölgesi
aşkınla özlem arasında göz göze
Geçti mi geçen günler kamu çaresiz
kara sevdalara bağışlanır sevincin
Kaç yıl karanlık odalar, kelepçeler
sazın telinde duruyor hala türkün
sessizlik, kime ulaşır deme alevi
geçmişle geleceğin arasında diz dize
Geçti mi geçen günler neçe kimliksiz
yaşananla yaşanmışa bağışlanır geleceğin
Evrensel'i Takip Et