Siyasetin kriminalleştirilmesi
Fotoğraf: Envato
AKP’li yıllar, bir yanıyla da siyasetin dizaynında ‘kriminalleştirme’ yöntemlerinin etkili bir silah olarak kullanıldığı bir dönem oldu. AKP’nin aldığı oy oranı bakımından tehlike olarak gördüğü partiler içinde ‘polis-yargı’ mengenesiyle sıkıştırılmamış, ezilmemiş parti kalmadı.
Hatırlanacağı gibi, 3 Kasım 2002 Seçimleri sonucunda, AKP yüzde 34.28 oy oranı ve 363 milletvekili çıkararak “tek başına iktidar” olmuştu. O seçimlere damgasını vuran en önemli gelişmelerden biri de, sahip olduğu medya organlarını siyasi reklamı bakımından başarılı biçimde kullanan Cem Uzan’ın Genç Partisinin aldığı sonuçtu. GP, seçimlerde aldığı 2 milyon 285 bin 598 ile kullanılan toplam oyların yüzde 7.25’ini kazandı. Uzan ve GP, o seçimlerden sonra bir daha belini doğrultamadı. Uzan’ın ticari ilişkileri ya da siyasi iddiaları bakımından ‘Sütten çıkmış ak kaşık’ olduğunu iddia edecek değiliz. Ancak, Uzan ve partisinin son tahlilde, ‘polis-yargı’ kıskacı içinde mali ve siyasi bakımdan adeta ‘can verdiğini’ de yaşayarak gördük. Uzan’ın AKP’ye karşı en militan tavrı takınan gazetesinin daha sonra adeta ibreti alem için AKP’nin en militan gazetesi haline getirilmiş olması da manidardır.
Darbe hazırlığı içine girmiş olduğuna dair hakkında ciddi belgeler gündeme gelmiş olan generallerin de aralarında bulunduğu üst düzey pek çok askeri kapsayan Ergenekon’dan Balyoz’a uzanan dava zinciri, ülkenin demokratikleşme süreçleri bakımından desteklenmeye hak eden özellikler taşıyor. Yani bu davaların, siyasetin dizaynında rol oynayan diğer davalardan bu yönüyle ayrı değerlendirilmesi gerekiyor. Elbette Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi meslektaşlarımızın bu dava kapsamına sokulması, bu davaların ‘faili meçhul’ bırakılmış cinayetlere ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde gerçekleşmiş olan infazlara uzanmaması gibi yönlerin de sürekli gündemde tutulması gerekiyor.
Bu ara parantezden sonra yeniden, siyasetin dizaynında kullanılan ‘kriminalleştirme’ yöntemine dönelim.
‘KCK davası’, Kürt illerinde AKP’nin önüne geçmiş olan bir güç olan Kürt siyasi hareketinin ‘kriminalize’ edilerek yıpratılmasına yönelik olarak ‘polis-yargı’ mengenesinin işletildiği bir dava olarak gündeme geldi. BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın da dile getirdiği gibi 3 bin 500 dolayında Kürt siyasetçinin cezaevlerine doldurulduğu bu dava, epey bir süredir batıdaki büyük kentlerde de adeta bir ‘siyasi Kürt avı’ olarak sürüyor.
Bu sürecin bir parçası olarak, İstanbul’da dün sabah saatlerinde İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı polisler, çok sayıda eve eş zamanlı baskınlar düzenledi. “KCK” adı altında düzenlenen operasyonlar Bağcılar, Esenyurt, Arnavutköy, Üsküdar, Beyoğlu, Şişli, Gaziosmanpaşa, Bayrampaşa ve Sultangazi ilçelerinde yoğunlaştı. Dün bu yazının yazıldığı öğle saatlerine kadar ulaşan bilgilere göre, aralarında BDP PM üyeleri, il yöneticileri, ilçe başkanları ve Kürtlere ait kurum yöneticilerinin de bulunduğu 80 kişi gözaltına alındı. Dün aynı saatlere kadar diğer illerdeki gözaltılarla birlikte, bu kapsamda gözaltına alınan kişi sayısı 123’e ulaştı.
‘Devrimci Karargah’ adı altında yürütülen davanın da, Kürt siyasi hareketiyle batıda ittifak halinde davranan sol-sosyalist güçleri kapsamış olduğu hatırlandığında, bu davanın da siyasetin ‘kriminalleştirme’ yöntemleriyle yeniden dizaynı kapsamında anılması gerekiyor.
Bu kapsamdaki son gelişme ise Başbakan Erdoğan’ın Alman Vakıflarının belediyeler aracılığıyla PKK’ye destek verdiği iddiasıyla gündeme geldi. BDP ve CHP’li belediyeleri hedef alan bu ifadelere hem BDP’den hem de CHP’den yanıt geldiği biliniyor. Suçlamanın doğrudan muhatabı durumundaki ülkenin, Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Eberhard Pohl’ün Erdoğan’ın sözlerine dair yanıtı da önemliydi. Pohl, Alman Kalkınma Bankası ve Uluslararası İşbirliği Kurumunun, Türkiye’de devlet kurumlarının başvuruda bulundukları projeleri yürüttüğünü ve proje başvuruları ile uygulama aşamalarının, DPT, Hazine, Çevre Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığının bilgisi dahilinde olduğunu vurguladı. Pohl sadece Diyarbakır’daki atık su projesini değil, belediyenin AKP’nin elinde olduğu Kayseri’de de atık su projesini desteklediklerine dikkat çekti. Tüm projelerin hazine tarafından incelendiğini hatırlatan Pohl, “Krediyi verebilmemiz için Türk ve Alman heyetleri arasında anlaşma imzalanmak zorunda” dedi.
Ayrıca eğer ortada usulsüz bir durum varsa zaten yargının devreye girmesi gerekmez mi? Ama bu yapılmıyor ve bunun yerine Başbakan Erdoğan, adeta ‘polis-yargı’ mengenesini harekete geçirmek üzere işaret veriyor.
Erdoğan böylelikle belki bir taşla birkaç kuş vurmayı amaçladı: Deniz Feneri e.V davası kapsamında partisini sıkıştıran Almanya’ya mesaj göndermek, içeride de siyasi rakipleri BDP ve CHP’yi yıpratmak.
Bu politikanın etkilerini ve sonuçlarını göreceğiz. Ancak, Türkiye’de demokrasiden yana güçlerin, siyasal alanın AKP lehine diyaznı için uygulanan ‘kriminalleştirme’ yöntemlerine karşı uyanık olması ve mücadele etmesi gerektiği de açık.
- Büyükada’dan günümüze ‘Etki Ajanlığı’ komplosu 29 Ocak 2025 11:35
- Ahmet Güneştekin bizim acılarımızı da görecek mi? 27 Ocak 2025 06:45
- Tek adam düzeniyle onun sınırları içinde baş edilemez 20 Ocak 2025 15:37
- 'Zalim iyimserlik' 13 Ocak 2025 04:59
- Çok aktörlü bölgesel inşa ve ortasında bir “süreç” 06 Ocak 2025 05:00
- Enternasyonalizm bayrağı, daha daha yukarı! 30 Aralık 2024 06:30
- Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin 16 Aralık 2024 04:52
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23