Siyaset kim?
ABD’den dönerken uçakta Başbakan Erdoğan, hükümetin Kürt sorununun çözümüne ilişkin tutumunu yeniden formüle etti: “Terörle mücadele, siyasetle müzakere!”
Başbakanın seçimden sonra ağzından “müzakere”, “barışçıl çözüm” sözcükleri çıkmadığı için sorunun barışçıl yöntemlerle çözümünden yana olanlar, Başbakanın ağzından çıkan “müzakere” sözcüğünden, sorunun barışçıl çözümü doğrultusunda adımlar atılacağı sonucu çıkararak umutlandılar.
Başbakanın bu açıklamasına, PKK ile Avrupa’da yapılan görüşmeleri kabul etmesi, gerekirse yeniden yapılabileceği, Öcalan’la görüşmelerin de yeniden başlayabileceğine dair mesajlar eklendi.
Ama öte yandan operasyonlar hız kesmeden sürdü, medya üstünden gerilim sürdürüldü. İşte dün, Hükümete sınır ötesine asker gönderme izni veren “tezkere”, Mecliste AKP, CHP, MHP’li vekillerin oylarıyla yenilendi. Yeni meclisin “ilk işi”nin “tezkere” olması ise elbette dokuz yıllık AKP iktidarının ülkeyi nereye getirdiği ve nereye doğru götürmek istediğini göstermesi bakımından ilginç bir rastlantıdır.
Ancak bu gelişmeler içinde en dikkati çekeni “KCK operasyonları” adı altında yürütülen BDP’li belediye başkanlarını, il genel meclisi üyelerini, parti meclisi üyelerini, il yöneticilerini, sendikacıları, kapsayan gözaltı kampanyaları ve son bir ayda sayısı bine yaklaşan (KCK tutuklularının sayısı ise dört bine yaklaştı) tutuklamalardı. Sadece önceki gün İstanbul’da 90, diğer altı ilde de 30’u aşkın BDP yöneticisi gözaltına alındı.
Bugün, onca baskıya rağmen legal alanda kalmaya devam eden ve yasal olarak kurulmuş bir partinin çatısı altında siyaset yapan bu kişiler böyle onarlı yüzerli kitleler halinde gözaltına alınıp tutuklanıyorsa; “Bu “müzakere yapılacak siyaset mi”dir; hangi güçtür?” sorusu da büyüyerek gündeme geliyor. Üstelik bu legal siyasetin (BDP’nin) Mecliste, eğer hükümet isterse her gün her saat görüşebileceği, “müzakere yapabileceği” temsilcileri vardır.
Evet, bu müzakerelerin bir ayağı Öcalan’dır bir diğer ayağı Kandil’dir. Ama sorunun kamuoyunda tartışılabilmesinin, Meclisin sorunu tartışması (ve çözümünün) zemini olmasının tek imkanı BDP’nin “müzakere merkezleri”nden biri olmasıdır. Ne var ki hükümet, KCK operasyonları adı altında yürüttüğü tutuklama ve BDP’yi tasfiye etme girişimiyle, eğer Hükümet Kürt sorununun çözümünde müzakereleri sürdürme konusunda samimiyse, kamuoyu karşısında hükümeti rahatlatacak bir mihrakı tasfiye etmeye yönelmesidir. Ki, bu “müzakere”yi baltalamaktır. Tabi eğer ki AKP Hükümeti ve Başbakanı, Kürtlerin cezaevinde olanlar ve legal alanın dışına düşmüş olanlarıyla “müzakereyi” bir ilke haline getirmemişse!
Öyle ya; legal alanda siyaset yapanlar kitleler halinde cezaevlerine tıkılırken mücadeleden “siyasetle müzakere”den söz ediliyorsa insanın aklına, önce BDP yöneticilerini cezaevlerine doldurup sonra da cezaevinin yönetimi denetiminde “müzakereleri başlatmak” olduğu akla geliyor!
Ne var ki sorunun ciddiyeti, çözümün aciliyeti bu tür esprileri bile kaldırmaz mahiyettedir. Çünkü gelinen aşamada, Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak sorunun, ayak sürümeye, işi yokuşu sürme tutumlarına tahammülü kalmamıştır. BDP’nin sorunun barışçıl çözümü için varlığı ise hayatidir. Bu en hayati odağa yönelik bir kampanyaya dönüşen tutuklamalar sürerse, “müzakere” iddiası inandırıcılığını bütünüyle yitirir. Çünkü hiçbir siyasi güç, binlerce yöneticisi tutuklanmış, aylardır yıllardır içerde tutulurken, bununla da yetinilmeyip her gün bir başka ilde parti örgütüne karşı operasyonlar düzenleniyorsa, bir sorunun çözümüne katkı yapmaz; yapmak istese bile yapamaz!
Hükümet eğer “siyasetle müzakere” diyor, bunu halkı oyalamak amacıyla bir slogan olarak kullanmıyorsa öncelikle siyasetin zeminini, üstünde hareket edilir duruma getirmelidir. Ki, bunun koşulu da BDP’li yöneticiler başta olmak üzere Kürt siyasetçilerine saldırılara son veren, yanı sıra, artık görüşüldüğü de resmen kabul edilen Öcalan’a yönelik görüşme engelini kaldıran, içeride ve dışarıda operasyonları sonlandıran bir yönelişe girmektir. Aksi halde “siyasetle mücadele”nin başarılı olma şansı yoktur.
Evrensel'i Takip Et