‘Demokles Kılıcı’na karşı
Gazeteci Nedim Şener, Ahmet Şık ve Oda TV’de görev yapan gazetecilerin gözaltına alınması; önceki gün sabaha karşı Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmalarına basın ve siyaset dünyasından tepkiler sürüyor. Özellikle tepkiler basında, köşelerin siyah çıkarılması ve boş bırakılması gibi çıkışlarla genişleme eğilimi de gösteriyor.
Önceki gazeteci gözaltı ve tutuklamalarından farklı olarak Şener ve Şık’ın gözaltına alınmasına yönelik tepki; daha önce yan yana gelememiş onca gazeteci örgütünü bir araya getirip yüzlerce gazetecinin Ankara ve İstanbul’da sokağa çıkarak basın özgürlüğünü savunma kararlılığını göstermelerine yol açtı. Dahası siyaset dünyasından da bu gözaltılara eleştiriler geldi. Cumhurbaşkanı Gül de; olanları, “kamu vicdanında kabul göremeyen gelişmeler” olarak niteledi ve “Bu hal Türkiye’nin geldiği ve herkes tarafından taktir edilen görüntüsünü gölgelemektedir. Bundan kaygı duyuyorum” diyerek, kendisini bu gelişmelerin dışında görülmesini isteyen bir tutum takındı.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı kaygılarını; basın özgürlüğü, gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanmasından çok bu gelişmelerin “dünya kamuoyunda uyandıracağı olumsuz imaj”a bağlasa da; sonuçta o bile olup bitenden rahatsızlık duymuş! Yine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, nalına mıhına vuran açıklamalarla olanları geçiştirirken, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek ise “kara kaplı kitap”tan konuşmaya devam ediyor.
Türkiye’de, süreç içinde hükümetin, liberal çevrelerin ve yandaş basının oluşturduğu “Ergenekon piyasası” içinde basın üstünde terör estirilmesi adım adım basını hizaya getirme, hükümetin çeşitli politikaların eleştiren, muhalefet eden basın çevrelerini, gazetecileri sindirme operasyonu olarak ilerledi.
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın gözaltına alınması ve tutuklanması ise bardağı taşıran damla rolü oynadı.
Burada elbette hükümetin Ergenekon davası üstünden muhalefeti sindirme girişimlerine toplumun geniş kesimlerinden tepkiler gelmesi önemlidir. Ancak burada daha da önemlisi yerel ve ulusal çapta 85 basın örgütünün her yaştan, her kesimden yüzlerce gazetecinin bir araya gelmesi; hükümetin Ergenekon davasını basını baskı altına alma, basındaki gerçek habercileri, gazeteleri sindirme operasyonuna dönüştürmesine “dur” demek için ayağa kalkmış olmasıdır. Çünkü bir bakıma dünyada olup biteni en yakından bilmesi gereken basın örgütleri ve genel olarak basın camiasının, basın özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü gibi en temel konularda bile bir araya gelmemesi, bu alandaki en önemli zaaftı. Şimdi bu doğrultuda bir adım atılmış görünmektedir ki; bu elbette diğer emek kesimleri ve demokrasi mücadelesinin bileşeni güçler için de son derece önemli görülmesi gereken bir gelişmedir.
Elbette son günlerdeki en dikkat çeken şeylerden birisi de sendikaların (sendika konfederasyonlarının) ve pek çok “emek örgütü” sınıfına giren örgütün basın özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü gibi emek örgütlerini en dolaysız ilgilendiren, demokrasi mücadelesinin en önemli talebi olan bir konuda bile parmaklarını kıpırdatmayan tutumudur. Bu vurdumduymazlıkla sendikalara ve emek örgütleri nereye kadar gidilebilir ki?
Evet, AKP Hükümeti’nin gazetecileri ve basını sindirmek için Ergenekon davasını bir “Demokles Kılıcı” olarak kullanmasına karşı gazetecilerin ayağa kalkması son derece önemli olmuştur. Ancak bundan sonra da bu tepki sürdürüldüğü ölçüde sonuç alınabilir ve hükümetin baskıyla gazeteleri, basını hizaya getirebileceği umutları püskürtülebilir.
Şu açık ki basını hedefe koyanlar; zaten basını ve basın özgürlüğünü savunmada tereddüt göstermeyen gazetecileri sindirmek için değil (onları cezaevine koyarak, işten attırarak ya da başka türlü enterne etmek için uğraşıyorlar); asıl olarak da sadece doğru haber kaygısıyla hareket eden gazetecileri hizaya getirmek için yapıyorlar. Bu yüzden de bire bir gazetecilerin direncinden daha önemlisi basın örgütlerinin ve gazeteci kitlesinin basın özgürlüğüne sahip çıkmasıdır. Umuyoruz ki, basın özgürlüğü mücadelesi giderek daha da güç kazanacaktır.
DÜZELTME Bu köşede, 17 Ocak 2001 tarihinde yayımlanan “Bir sultan yetkisi de RTÜK Yasası’ndan” başlıklı yazıda “Başbakana yayın durdurma yetkisi” verilmesini eleştiren yazı ile ilgili RTÜK’ten bir düzeltme geldi. Yazıda bir maddi hata olduğu bu açıklamayla açıkça görüldüğünden bir mahkeme kararına gerek duymadan ve okuyucularımızın doğru bilgilendirme ilkesine bağlı kalarak RTÜK’ün düzeltmesinin “düzeltmeye ilişkin bölümünü” aşağıda veriyoruz. Bu RTÜK “düzeltmesi”ni geniş bir biçimde veriyoruz: “Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek yasalaşan Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunun “Olağanüstü dönemlerde yayınlar” başlıklı 7. Maddesiyle ilgili olarak gazetenizde yer alan haberler ve yorumlar üzerine açıklama yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.
Bilindiği üzere 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun 1994 yılında çıkarılmış olup, 16 yıldır yürürlüktedir. Söz konusu kanunun “Yayınların Men Edilmesi” başlıklı 25. Maddesine göre; “Milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasında kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda Başbakan veya görevlendireceği bakan yayını durdurabilir.” Bu hüküm kapsamındaki yetki, İstanbul’da bir bankanın bombalandığı, Ankara’nın Ulus semtinde bomba patlatıldığı ve Dağlıca baskınının yapıldığı dönemlerde kullanılmıştır.
Dolayısıyla, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunun “Olağanüstü dönemlerde yayınlar” başlıklı 7. Maddesiyle, zaten 16 yıldır yürürlükte bulunan bir kanun hükmü aynen korunmuş olup, yeni bir yetkilendirme yapılması ya da yetkilerin genişletilmesi söz konusu değildir. Aksine yeni yasada, anılan kanun hükmünün başına “Savaşlar, terör amaçlı saldırılar,doğal afetler ve benzeri olağanüstü durumların ortaya çıkardığı kriz zamanlarında da ifade ve haber alma özgürlüğü esas olup, yayın hizmetleri önceden denetlenemez ve yargı kararları saklı kalmak kaydıyla durdurulamaz” ifadesi eklenmek suretiyle,kriz dönemlerinde ifade ve haber alma özgürlüğü esas olduğuna açıkça vurgu yapılmıştır.
EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çayırhan’da çakal sofrası
AKP iktidarının özelleştirmek istediği Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesinin ‘adrese teslim’ ihalesi bugün gerçekleştirilecek. İşçiler ve kamuoyu özelleştirmeye karşı çıkarken, adrese teslim ihaleye sicili kabarık patronların katılması bekleniyor. Çayırhan’ı yutacak sofrada IC İçtaş, Cengiz, Kolin, Limak, Alagöz, Ciner, Yıldızlar SSS var. Ödenmeyen işçi ücretleri madenin satış fiyatından fazla!
317.36 milyon TL: Yunus Emre Termik Enerji Santralinin son 3 ayda ürettiği elektriğin değeri
204.9 milyon TL: Aynı dönemde 1000 işçinin ortalama ücretlerden patrona 'maliyeti'
0 TL: Şirket 2021, 2022 ve 2023 yıllarında hiç vergi ödemedi

Özel yetkilendirilmiş TBMM komisyonu gündemde

'Ömrümüzü verdik, emekli bile olamadık'

Ukraynalı Gazeteci Guz: Ukrayna, ABD desteğini korumak için çıtasını düşürecek

Evrensel'i Takip Et