Karacasu’ daydım.
Günün erinde belediyenin “konuk evi”nden çıktım.
Gazetemi aldım.
Bir çorbacının ana yola bakan açık yerindeki masalardan birine oturdum.
Çok geçmedi 7-8 yaşlarında bir kız çocuğu geldi babasıyla.
Saçları düzgün taranmış, kurdeleli…
Çantası sırtında…
Babası öptü, kokladı, okşadı.
“İyi dersler!”
Dedi.
Çorbacıya girdi. Orada çalışıyordu.
Yavrusu yürüdü gitti…
İçimde bir duygu seli…
Böyledir bizim buralar… Dişinden tırnağından artırır, yavrusunu okutur…
Çayımı içtim.
“Borcum?​”
“Ne verirsen”
dedi.
Anladım ki aslında çay vermiyorlardı, çorbacıydı orası. Bana günün erinde olumsuz yanıt vermek istememişti. Kendi çayından vermişti…
Ne denirdi ki?
Araç geldi, beni “Meslek Yüksek Okulu” na götürdü.
Öğrencilere konuşacaktım.
Konuşmamı yazmıştım ama onu bir yana bıraktım.
Önce küçük kızı, babasını anlattım onlara…
Onlar da evlerinden uzaktaydılar.
Onlar da ÜRETEREK öğreniyorlardı…
Azıcık Köy Enstitülerini, azıcık Eğitim Devrimimizi, azıcık Cumhuriyetimizi anlattım onlara. Gözlerine baka baka…
Gözlerinin önünde kendi ana- babaları vardı gibi geldi bana…
Gözleri hem derinledi hem de ışıdı…
Gene iki ses vardı başımın içinde.
Biri gençlere konuşuyordu,
öteki, kulağıma:
“ Ülkemizin bütün çocuklarının bu olanakları var mı? Onların da gözleri ışıl ışıl mı? Babaları var mı başlarını okşayacak?​”
Karacasu’ lulara, dün şiirlerimi okumadan önce sormuştum:
“Çine’deki (Aydın’la Muğla arasında) Kuvay-ı Milliye Müzesini gördünüz mü? Görmedinizse gidin görün. Tez gidin görün... Yürük Ali’nin baldızının kırk yamalı şalvarını görün. Bu ülkenin ne gibi koşullarda kurtarıldığını anlayın. Kırk yamalı şalvarlıların daha sonra neleri var ettiklerini bir düşünün.”
Bu gün onların, hemen hepsinin kimlere satıldığını bilseler, bizi bu duruma düşürenlere bakarken, hiç kuşkum yok içleri buz keserdi.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et