Başbakanın çağrısının anlamı
Başbakan Erdoğan’ın, “Kürt vatandaşları terörü protesto etmeye çağırıyorum” içerikli açıklamasından sonra gerek basından gerekse çeşitli “sivil toplum” odaklarından benzer çağrılar ortaya çıkmaya başladı.
Eğer Başbakanın “terör”den kastettiği; resmi görevli ve sivil vatandaşların yaşamlarını yitirdikleri ya da yaralandıkları eylemlerse, bunların sona ermesi için bu ülkede Kürt kökenli vatandaşlar da Türk kökenli vatandaşlar da, çeşitli siyasi odaklar da sayısız çağrılar, sayısız miting ve gösteriler yaptılar. Ve bu gösterilerin pek çoğu da, Başbakanın hükümetine bağlı polis ve jandarma güçleri tarafından gaz bombalı; sulu, coplu saldırılarla dağıtıldı.
Ancak Başbakan şimdi Kürt kökenli vatandaşları sokaklarda protestoya çağırırken, istiyor ki sokağa çıkanlar, Kürt sorununu, bu sorunun barışçıl biçimde çözümünü, burada hükümete, parlamentoya düşen rolü, görmezden gelerek sadece “PKK’nin yaptığı terörü lanetlesin”.
Başbakan böyle isteyebilir; kimi hükümet güdümlü örgüt yöneticileri Başbakanın bu çağrısına yanıt vermek için harekete geçebilirler, (geçtiler de) basında bu doğrultuda pek çok haber, yorum ve çağrı çıkabilir. Ama “Bu istek gerçekçi midir?” denirse, bu sorulara “evet” demek o kadar kolay değildir.
Çünkü Türkiye’de son çeyrek yüz yıl içinde gerek Kürt gerekse Türk kökenli vatandaşlar; seçimde şu partiye bu partiye oy verenler, hatta Başbakanın partisine oy verenler de dahil, şunu öğrenmişlerdir: Bu ülkede Kürt sorunu diye bir sorun vardır; ölümler, savaşlar, köy yakmalar, faili meçhuller, silahlı çatışmalar, bu sorunun oluşturduğu bataklık zeminden kaynaklanmaktadır. Hatta hem Kürt hem de Türk kökenli vatandaşlar, Kürt sorununun barışçıl bir çözümü için gerekli adımlar atılmadan Türkiye’nin birlik ve bütünlük içinde, hakların kardeşçe ve huzur içinde bir ülke olmasının olanaklı olmadığının da farkındadırlar. Dahası bu ülkenin Kürtleri ve Türkleri, bu sorunu çözmede en önemli rolü, (Birinci dereceden de diyebiliriz) hükümetlerin (devletin) oynayacağının da farkındadırlar.
Geçen çeyrek yüzyılda bu ülkenin her milliyetten basit insanları ölerek, yaralanarak, evinden ocağından sürülerek, oğullarını ve kızlarını kaybederek, ezilerek, büyük acılar çekerek, biraz da demokrasi güçlerinin yardımıyla bu gerçeği öğrenmişlerdir. Ve bu konuda kendine siyasi parti diyen, bünyelerinde uzmanlar, büyük unvanlı otoriteler bulunduran, liderleri ve lidercikleri olan düzen partilerinden daha çok şey öğrenmişlerdir ve bu yüzden de gerçeğe daha yakındırlar.
Bu, derin bir subjektivizm mi?
Elbette yukarıdaki tespit, birer birer vatandaşlara sorularak alınan yanıtlar (*) değildir. Ama; gerek basında çıkan tartışmalar, gerek, sıradan vatandaşların bulundukları topluluklar arasında yapılan tartışmalarda, gerekse, çeşitli eylemler ve bu eylemlerle ilgili tartışmalara bakıldığında; vatandaşın ortaklaştığı fikrin, “Bu sorun çözülsün, artık kan akmasın!” biçiminde olduğunu hepimiz bilmekteyiz.” “Hükümet Öcalan’la, PKK ile görüşüyor” diye belgeler ortaya sürüldüğünde, belgeyi ortaya atanları hayal kırıklığına uğratan da “Bu sorun çözülsün de kiminle görüşülerek çözülürse çözülsün” biçiminde vardığı bilinçtir. Yani vatandaş, “Akan kan durdurulsun” derken, “Asker kanı akmasın da gerillanın kanı aksın” dememektedir. Tersine halk, böyle bir dileğin gerçekçi olmadığını bilmekte, hükümete de “Kanı durdur!” demektedir. Hatta çatışmalarda yaşamını yitiren asker aileleri ve yakınları da, biraz soğukkanlı olduklarında, “Başka analar ağlamasın, başka gençler ölmesin!” diyerek, bu çatışmanın bitirilmesini istemektedir. Bazı asker ailelerinin de daha da ileri giderek; “Neden hep fakir fukaranın çocuğu ölüyor da bakanların, vekillerin, generallerin oğulları ölmüyor?” diye feryatlarını yanıtı zor verilecek sınıfsal bir soruya dönüştürdükleri giderek sık görülmektedir. Ancak basın ve bu sorunu çözmekle yükümlü etkili ve yetkili makamlar, bu istekleri, çağrıları; “teröre lanet” diye tek taraflı söylenmiş sloganlara dönüştürerek bir bilinç çarpıtmasının dayanağına dönüştürmektedirler.
Hatta burada şunu da söyleyebiliriz ki; ölümleri, halkın acılarını istismar ederek. “Şehitler ölmez!“ diye bayraklı yumruklu gösteriler, saldırılar düzenleyen bir avuç istismarcı bir yana bırakılırsa bu gösterilere katılan çoğunluğun da aslında “Kanın durdurulmasını”, bunu da hükümetten istediğini herkes bilmektedir.
Bu yüzden de Başbakanın Kürt kökenli vatandaşlara (Ki Kürt kökenli vatandaşlar bu konuda Türk kökenli vatandaşlara göre daha ileri bir bilince sahiptir.) “Sokağa çıkın, hükümetin rolünü görmezden gelin ve sadece PKK terörünü protesto edin!” çağrısı gerçekçi bir çağrı değildir. Çünkü, Başbakanın partisine oy verenler de dahil Kürt halkı, Kürt sorununun çözümünde AKP’den çok daha fazla BDP’nin öne sürdüğü taleplere yakınlık duymaktadır. İsterse Başbakan bir anket yaptırsın!
Bu nedenledir ki, bu çağrı sadece gerçekçi olmaktan da öte Kürt halkını birbirine karşı kışkırtma, kanı ve çatışmaları büyütme anlamına gelmektedir. Bu da en çok böyle bir çatışmadan yarar umanların, militarist ve ırkçı odakların işine gelir. AKP bu çatışmadan ne kadar yararlanır, bunu da yakında göreceğiz herhalde.
(*) Dün Evrensel’de, İstanbul-Esenyurt’ta, Sinan Ceviz ve Özbey Dursun’un yaptığı, Türk kökenli olmaktan başka bir özelliği olmayan, içlerinde şoven kesimlerin örgütlediği “Şehitler ölmez vatan bölünmez” gösterilerine katılmış işçilerin bulunduğu soruşturmada bu açıkça görülüyor.
Evrensel'i Takip Et